Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden emekli Prof. Dr. Beyza Üstün'ün Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Savunmama kendimi tanıtarak başlamak istiyorum. Davaya konu olan bildiriyi neden imzaladığımı kimliğim ve yaşama bakışım daha net anlatacaktır diye düşünüyorum. 1982 yılından itibaren 2015 yılı şubat ayına kadar YTÜ’de Çevre müh. Böl. Çevre Teknolojileri Anabilim Dalında akademisyen olarak görev yaptım.
Akademik hayatım içinde 10 yıl kadar da Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsünde görevlendirmeli olarak çalıştım. Her iki üniversitede de doktora ve master tezleri yürütüm. 30 yılı aşan akademi hayatımda doğal alanlara yapılan müdahalelerin, üretim atıklarının etkilerini pek çok araştırmacı ve farklı konularda birikimi olan araştırmacılarla birlikte yürüttüğüm araştırmalarla anlamaya çalıştım. Bu araştırmaları ulusal ve uluslar arası ölçekte pek çok araştırmacı ile birlikte tamamlandı.
Her birimizin ayrı ayrı ve birlikte edindiğimiz, ürettiğimiz, biriktirdiğimiz bilgileri, bulguları üniversitede eğitim yapan, araştırma yapan, öğrenimini ilgili alanlarda sürdüren öğrencilerle, araştırmacılarla paylaştım, kendi alanlarımızda ayrı ayrı paylaştık
Araştırmalarımdaki öz, ekosistemlerimi koruma ilkesi, araştırma yapma yöntemim, izleme, analiz etme yöntemi, yaşamı ve yaşam alanlarını/ekosistemleri korumayı ilke edinen çalışmalarım beni bu perspektifle siyaset yapmaya taşıdı.
Yaşam özgürlüğünü koruma ve savunmayı temel ilke edinen HDP (halkların demokratik partisi)’de, kurulduğu andan itibaren pm, myk (son bir yıl hariç), ekoloji komisyonu sorumlusu ve 25. Dönemde İstanbul milletvekili olarak görev yaptım. Halen HDP’de PM ve ekoloji komisyonu üyesiyim.
5 ay süren vekilliğim döneminde ve sonrasında pek çok olaya tanıklık ettim, hala da etmekteyim. 2015 öncesinde tüm doğal alanların yapılaşmaya açma, doğal alanları, doğal ve kültür varlıklarını şirketlerin kullanımına sermaye birikimine sokma bu dönemde giderek yoğunlaştı.
Bu yoğunlaşma Türkiye’nin her yerinde derelere, meralara, ormanlara, mahallelere güvenlik kuvvetlerinin şirketleri alana sokmasıyla başlayıp giderek topluca yıkımlara, orada yaşayan halkları yerinden zorla edecek müdahalelere kadar ulaştı, sertleşti Kürt halkının yoğunlukla yaşadığı bölgelerde müdahaleler sokağa çıkma yasakları başlatılarak yaşam hakkını ihlal eden boyuta ulaştı.
Sur İçi mahallelerinde, Cizre’de, Nusaybin’de yaşananlara hepimiz tanık olduk Tarihi binalar, evler, ormanlar, içinde yaşayanları ile yıkılmaya, yakılmaya başladı. Yaralılara yardımın ulaşamadığı, orman yangınlarına müdahalenin yapılmadığı, yapılamadığı süreçleri birlikte yaşadık.
Cizre için bu süreç yeni başladığında 13 Eylül 2015 de Barış bloğu ile birlikte partililer, halktan insanlar, İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde devlete ilk talebimizi ilettik/ söyledik. Vekildim ve henüz bölgede müdahaleler ölümle sonuçlanmamıştı.
Kamusal alanda barışın tesis edilmesini talep ettik. Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ve kamusal alanda açıkça yaptığımız bu Barış çağrısı için de yargılama geçirdik, dava sonunda yargıçlar düşünce ve ifade özgürlüğünü dikkate alarak davada beraat kararı verdi.
Ancak bu açıklamaların bölgede yaşananlara faydası olmadı. 17 Temmuz 2015'de Cudi’de başlayan orman yangınları Lice, Peri vadisine sıçradı o yılın sonuna kadar 6700 hektar alan içinde köyleri ile bağları bahçeleri, hayvanları ile yandı. Mahallelerde sivil halk ölmeye başladı.
Ölenlerin cenazeleri sokaklarda günlerce kaldı, yaralılara yardım gidemedi, ölen bebeklerin buzdolaplarında bedenlerini saklayan annelerle birlikte bizler de öldük. Yıkılan evlerde, yakınlarının ölümüne tanıklık eden çocukların travmasının nesiller boyu süreceği çok açık. O çocuklar için hiçbirimizin yapacağı bir şey yok artık.
Bu süreç dayanılır bir süreç değildi. En ağırı da çaresizlik, tanıklığınızın seyretmeye dönüşmesi gerçekten çok ağır.
Vekil olduğum sürede orman yangınlarının yaşandığı bölgelerde yetkililerden yardım istemekle, evi barkı, bağı bahçesi yanan halkla görüşmekle geçti günler. Söndürme için helikopter yada yangın ekibi gönderilmemesi, söndürmek için gidenlere izin verilmemesi, yangını ve olanları sadece seyretmek zorunda kalmanız çok ağır. Aynı olayı sağlık ekipleri de yaşadı.
Yıllarca araştırmalarla yaşamı korumaya çalışan, özgür ve eşit yaşamın inşası için demokratik siyaseti seçmiş ve ısrarla sürdürmeye çalışan bir kişi olarak, yaşananları sadece seyrediyor olmak çok ağır. Çok zor.
Yıkılan mahalleler şimdi inşaat şirketlerinin sermayelerine evrilmiş durumda. Hayatı boyunca o mahallerde yaşayan halklar artık orada yaşamıyor. Yıkılan yerlerde demografik olarak tamamen değişen bir yaşam için yapılaşma sürmekte.
Bu sürece tanıklık ettiğimiz ve süreci önlemek için hiçbir şeyin elimizden gelmediği, vekilliğimin de yeniden yapılan seçimle sona erdiği dönemde, davaya konu edilen metin elektronik ortamda, akademisyenler arasında paylaşıldığında; barış isteyen tanıdığım arkadaşlarım gibi Barış metnini imzaladım.
Bizler; barışı talep eden ve bu talebi meşru, yasal muhataptan, devletten talep edenler, bildiriyi imzalayan hepimiz imzaladığımız andan itibaren ağır bedeller ödedik. Hayatımızla eşdeğer anlamda olan araştırmalarımızdan, laboratuarlarımızdan, alan çalışmalarımızdan, öğrencilerimizden koparıldık.
Binlerce arkadaşımız bir gecede tüm özlük haklarını kaybetti. Sağlık destekleri, seyahat özgürlükleri, özlük hakları alınarak aileleri ile birlikte bu bedeli ödedi. İktidarı temsil eden yöneticiler kamusal alanda bu cezaların artacağını söylerek tehditlerini sürdürdü. Yetkililerin sözlerinden güç alıp kanımızla duş alacağını söyleyecek kadar ileri giden kimden yetki aldığı belli olmayan şahıslar oldu.
Şimdi her birimiz, tek tek yıllarını araştırmaya vermiş tüm arkadaşlarımız ayrı ayrı ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyoruz.
Bir kadın olarak, yaşamımı yaşamı korumaya adamış, tüm canlıların hakları için araştırma yapmış ve savunmuş bir araştırmacı olarak, yaşadığım ülkede tüm halkların eşit özgür ve barış ortamında yaşamasını savunan ve bunun demokratik siyasetle yapılacağını düşünen bir siyasetçi olarak barış istiyorum.
Bu isteğin suç değil aksine sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Yaşananlar karşısında devletten barışı tesis etmesini, daha fazla kadın, çocuk ölmemesini, halkların, emekçilerin işçilerin eşit ve özgür yaşamasını istiyorum.
Sadece kendim için değil yargılanan, her biri; araştırmaları ile bilgileri ile yaşama emek vermiş tüm arkadaşlarım için davaların beraatle sonuçlanmasını talep ediyorum.
Prof. Dr. Beyza Üstün hakkında
Akademisyen, ekolojist. 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul milletvekili seçildi. Adaylığı nedeniyle Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyeliğinden (Prof. Dr.) istifa etti. Boğaziçi Üniversitesi ve Çevre Bilimleri Enstitüsü’nde ders görevlendirmeli olarak çalıştı.
Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu, Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi, Akademi Susmayacak ve Üniversitesi Dayanışma Platformu, Halkların Demokratik Kongresi, Sosyal Araştırmacılar Vakfı, Öğretim Üyeleri Derneği ve Eğitim-Sen’de yer aldı.
Çalışmalarını su havzalarının kirlilikten etkilenmesi, kirliliğin sucul sistemde ve canlılarda yarattığı etkiler, su havzalarının korunması, su havzalarında yaşayan çevresel farkındalıklar, endüstriyel atık ve kontrolü konularında yürüttü. Farklı disiplinlerden araştırmacılarla birlikte Küçükçekmece Lagününün ve havzasının doğal olarak korunması üzerine çalıştı. Suyun ve su havzalarının ticarileştirilmesine karşı Anadolu'da yürütülen mücadelelerin de bir parçasıydı.
Anadolu Üniversitesi İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Çevre Mühendisliği Bölümünde yaptı. Doktora derecesini Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden aldı.1957, Eskişehir doğumlu.
(BÜ/TP)