Beyşehir Gölünde Beklenen Son mu?
"Beyşehir Gölü'nde geçtiğimiz yıl 30 ton balık avlanırken, bu yıl bu rakamın 1.5 tona kadar düştüğünü" belirten Yıldırım, Türkiye'nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir'in "bin 530 tekneden ağ atan 3 bin balıkçının tek gelir kaynağı olduğunu söyledi.
Balık azaldı fiyatlar yükseldi
"Geçtiğimiz yıllarda göle atılan levreğin, otçul balıkların neslinin azalmasına yol açtığını, bunun sonucunda da gölde otlanmanın arttığını" savunan Yıldırım, "gölde planlı ve kapsamlı bir araştırma yapılarak gölün sorunlarının tartışılmasına" ihtiyaç olduğunu söyledi.
Yıldırım, "Sezon başında kilosu 1 milyon 800 bin lira olan sazan ve levreğin fiyatı, gölden az balık çıkması sonucunda 3 milyon liraya çıktı" dedi.
Göl çevresinde kurulan 12 fabrikada işlenen balıklar fileto olarak 17 ülkeye satılıyor. Resmi olmayan rakamlara göre, gölden çıkarılan 4-5 bin ton balık ihraç ediliyor.
20 Ağustos 2000 tarihli Radikal Gazetesi'nde çıkan yazıda Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Tayfun Atay, Beyşehir Gölü hakkında şunları yazmıştı:
Bir çevre kırım hikâyesi
İnsanın doğal çevre ile giderek 'sorunlu' hale gelen ilişkisinin günümüzdeki durumunu en anlamlı ifade eden terim, 'çevre kırım' olsa gerek. Çevre kırım (ecocide) tıpkı soykırım veya etnik kırım sözcükleriyle aynı ağırlıkta bilinçli bir yokedişe vurgu yapar....
Türkiye böylesi çevre kırım örnekleri açısından oldukça zengin bir ülke. Bunlardan biri de ülkemizin birinci, dünyanın ise üçüncü büyük tatlı su gölü olma ayrıcalığına sahip Beyşehir Gölü'nün son yirmi yıl içerisinde başına gelenler.
Beyşehir Gölü'nün dünya üzerindeki birçok doğal kaynak gibi, insani müdahalelere maruz kalması oldukça eskilere dayanıyor. Geç Osmanlı döneminden itibaren Konya Ovası'nda gerçekleştirilen büyük ölçekli tarımsal etkinlik için gerekli suyu bu göl sağladı. Ancak bu amaçla gölden su çekimi günümüze değin dereceli olarak arttı ve bugün gölün su seviyesi ekosistem için tehlike arz edecek ölçekte düştü. Bunun yanı sıra doğal ve endüstriyel atık artışı, kaçak ve bilinçsiz balık avcılığı, zirai mücadele ve gübreleme amacıyla kullanılan kimyasallar bu 'tatlı' gölün giderek tadının kaçmasına neden olan başlıca etkenler arasında kaydediyorlar.
Ancak ağırlıklı biçimde vurgulanan bir başka neden daha var. Bu, Sudak ya da tatlı su levreği denilen, ancak halkın yaşanan sorunu tek bir sözcükte özetleyecek yaratıcılıkta, bilgece 'Dişli' adını taktığı bir balığın resmi bir tasarrufla yaklaşık yirmi yıl önce göle 'ekilmesi'dir.
Olaylar özetle şu şekilde gelişiyor: İçerisinde bir kısmı 'endemik' (doğal/göle özgü) olan yaklaşık on tür balığın bulunduğu Beyşehir Gölü'ne 1980 başlarında, ilgili resmi kurumlarca Sudak balığı atılır. Amaç, işlenerek yurtdışına ihraç edilen bu balığın gölde üretimini ve avcılığını yaygınlaştırıp yalnızca yöresel ve geçimlik ölçekte sürdürülen göl balıkçılığını ticari-endüstriyel düzeye yükseltmekti. Ancak önemli bir sorun var: Sudak balığı etobur olup etten başka bir şey yemez. Diğer balıklar ise gölde mevcut planktonlarla beslenir ve dolaylı olarak gölün otlanmasını engelleyici yönde katkıda bulunurlar.
'Dişli' kendi dışındaki balıkları ve diğer su canlılarını yiyerek onların soylarının tükenmeye başlamasına neden oluyor. Başka hiçbir 'etken'in on binlerce, belki de milyonlarca yıl Beyşehir Gölü'nü 'yurt' edinmiş balıkların bu kadar kısa sürede soyunu tüketebileceğini düşünmek mümkün görünmüyor. Artık ortasından yarılıp güneşe bırakıldığında yağını kendisi atarak kuruyan, böylece kışın da bol miktarda tüketilen Kızılkanat yok. Dağ başındaki ırmaklara kadar yayılan ve elle dahi tutularak sacda kendi yağıyla pişen 'fakir ekmeği' Göğce de yok. Yalnızca Sazan, 'Dişli' denilen 'canavar'a pullu-sert derisi sayesinde direnebilen tek balık olarak gölde hayatını sürdürüyor. 'Dişli', onun da yavrusunu yiyor. Dolayısıyla büyükleri avlandığı için Sazan'ın da sayısı giderek azalıyor.
'yetkili' insanlar, bozdukları doğal dengeyi kendi oturtmaya çalıştıkları bir 'sun'i denge' ile telafi etmeye çalışıyorlar. Fakat sade Beyşehirli açısından olan olmuş durumda. Onlar "Dişli geldi, burada hayat bitti" diyorlar.
Daha önce de hem yerel, hem de ulusal kamuoyuna yazılı ve görsel basın aracılığıyla yansıyan 'Dişli' balığın Beyşehir Gölü'ndeki 'kanlı' macerası özetle böyle. "Peki ama 'Dişli'nin böylesi bir 'terminatör' işlevi göreceğini kim bilebilirdi ki; dolayısıyla ortada 'çevrekırım' olarak nitelenebilecek 'bilinçli' bir girişimden çok öngörü eksikliğinden kaynaklanan bir yanlış uygulama yok mu?" diye sorulabilir. Ne yazık ki hayır! Olup bitenler masum bir hata olarak mazur görülemeyecek vahimlikte. Çünkü Beyşehir Gölü'nde oynanan 'oyun' daha önce Eğirdir Gölü'nde sahneye konmuştu.
Yani 'tecrübe ile sabit' bir yanlış, tekrar edildi. Sudak'tan ekonomik gelir kaynağı olarak yararlanmanın hem kısa ömürlü, hem de bir doğal kaynağın ciddi ölçüde tahribatına yol açan ağır bir bedeli olduğu bilindiği halde, inanılması güç bir kararla Eğirdir Gölü'nün 'bittiği' (daha doğrusu 'bitirildiği') noktadan Beyşehir Gölü için aynı sürece işlerlik kazandırıldı...(NK/BB)