Bilmiyorum ağızdan çıkan bir laf genele değmeden havada asılı kalabilir mi? Yani kapitalist devletin hayatlarından çaldığı yıllara bir de çocuklarının çalınan "çocukluğu" eklenince, hele de bu bir kitaba konu edilmişse, o kitabın içindeki her söz genele gönderme yapar ve olsa olsa iki işe yarayabilir: Okuyan ya öfkeyle donanacaktır ya da "aman benim / yakınlarımın başına gelmesin" diyerek geri çekecektir kendini.
Fakat kitabın içindeki örneklemler; üç kuşaktır hapiste olan aileler, önceleri babasının hapishanede olmasından utanan ama sonraları devrimci mücadele içinde bulunup kendileri de esir alınanlar yönünde bir ağırlığa sahip.
Dolayısıyla tutsakların kendilerine ve çocuklarına dair anlatılarındaki baskın unsur olan hüzün, öfkeye bakacak şekilde konumlandırılmış desek yanlış olmaz.
"İçeri"dekilerin sınıf mücadelesi
Hapishaneler meselesi basit bir "kendini onun yerine koy" meselesi değildir. Yani güncel mevzulardan aktarırsak, Şakran Cezaevi'ndeki kadın tutsaklara baskılar, mektup yasakları, tutsaklara içirilen suyun zehirli madde içermesi gibi her gün yenisinin eklendiği kimi gündelik, kimi uzun erimli sorunların kökü bir sınıf savaşıdır.
İşte onun için Adil Okay kitabın girişinde, kısa bir tarihsel panorama ile hatırlatıyor sınıf savaşımını; Nazım'ları, Kıvılcımlı'ları...
Gündelikte boğulmayıp "sınıf savaşımı" diye genelleştirmek, tahlil yaparken önemlidir. Öte taraftan bunu ayakların yere bastığı düzlemde nasıl yapılacağı meselesi vardır. Şöyle ki, tek tip kıyafet uygulamasına karşı çıkılacak, "hava alma hakkı" mücadelesi verilecek. İşte bu mücadeleler, moralini yüksek tutma, yazma/çizme/düşünme etkinlikleriyle birlikte düşünüldüğünde, "içeri"dekilerin sınıf mücadelesidir.
Bu çalışmanın böyle bir dönemde yayınlanmasının önemi, AKP'nin, küresel patronların çıkarlarına paralel saldırganlığıyla beraber, aynı anda da muhaliflerine uyguladığı baskıyı "açık" hale getirmesiyle anlaşılabilir diye düşünüyorum.
15 bin kadar siyasi tutukludan söz edildiği bu zamanlarda, 12 Eylül 1980 Darbesi'ndeki tutuklu sayısının dahi üzerine çıkıldığı ifade ediliyor. Yine 12 darbesinden bu yana cezaevinde bulunan tutsakların -azımsanmayacak sayıda- anlatıları kitapta yer alan önemli bölümlerden.
"Bu film yaşanmış onbinlerce olaydan uyarlanmıştır"
Size olur mu bilmiyorum; bazı biyografileri ya da oto-biyografik anlatıları okuduğumda, yaşamımın sıradanlığı, anılarımın tekdüzeliğinin beni rahatsız ettiği olur. İşte bu kitaptaki 'sıradanlık dışı' anlatılar da bir iki kişinin kahramanı olduğu öyküler gibi görünse de "bu film yaşanmış bir olaydan değil, yaşanmış onbinlerce olaydan uyarlanmıştır" esprisindeki gibi dünden bugüne, devrimci tutsakların değişik mekân ve zamanlarda olsa da aynı sebeple yaşadıkları öykülerdir.
Kitapta okuduğum bu 'öykü'lerin insana en çok dokunacak tarafı ve belki de hepsinin ortak özelliği, ifade edilmesinden toplum olarak kaçınılan düzeydeki içsel deneyimleri içermesi.
Büyüyünce...
Çocukların dünyasıysa başkadır. Görüş için günlerce yolda, nerdeyse yedi sekiz saat de cezaevi kapısında, belki yağmurlarda beklemesinin, o asık suratlı, garip kıyafetli adamların, babası ya da annesi diye tanıştırılan kişiye bir türlü ısınamamasının sebeplerini kendi dünyasında anlamlandırmaya çalışır ve birtakım psikolojik travmalarla da birlikte söz verir belki de, büyüyünce bu adamların ağzına biber sürmeye...
Çocuklar anlarlar olan biteni, ama kendi dünyalarında. Ekmeğin içinden yapılan oyuncaklardan sıkılıp da annesinden / babasından uzak oluşunun bir oyun olmadığını anladığında, büyüyordur. Adil Okay, tarihe not düşüyor: Çocuklar, hapishane yollarında, kapılarında, görüşlerinde, hasretlerinde ve mektuplarında büyüyorlar. Tarih bunu yazacak ki, bu çocuklar büyüdükleri kapıyı, unutulacak bir anı haline getirebilecekler.
Adil Okay, uzun yıllardır politik tutsaklarla, çeşitli şekillerde dayanışıyor. Tutsakların çocuklarının düğünlerine katılmaktan, bıkmadan usanmadan mektuplara cevap yazmaya, gittiği her yere "Görülmüştür" sergilerini taşımaktan, tutsaklara kitap yollamaya kadar bir dizi etkinlikten bahsediyorum. Bütün bunları beraber yürüttüğümüz gorulmustur.org çalışması vesilesiyle daha yakından görme şansı buldum.
"Kendimi dışarıya hazırlıyorum"
Hapishanelerle ilgili yazılacak, çizilecek ama daha da önemlisi çözülecek daha çok şey var. Bu hayatı güzelleştirme mücadelesinde hapishaneler her zaman insanlığın gündeminde olacak gibi gözüküyor. Sömürgenlerin daha da saldırganlaşacağı önümüzdeki zamanlara ilişkin bir sonsöz söyleme ihtiyacı üzerinden, Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi'nden Sadık Almakça'nın gorulmustur.org'da yayınladığımız bir mektubundan kısa bir alıntıya yer veriyorum:
"(...) 21 yılım dolmak üzeredir. Geriye dokuz yıl kaldı. Hayırlı gelişmeler olur mu bilmem ama pek umut vermiyor. Çünkü devletin samimiyeti yok. Neyse artık. Eğer ola ki olumlu bir gelişme olursa yanında olacağımı bilmelisin. Açıkçası ortak çalışmalarda bulunmak istiyorum. Buna imkan olur mu bilmem. Ben sadece isteğimi ilettim. Ben de kendimi dışarısı için hazırlamaya çalışıyorum. Bol bol okuyorum. Dışarıda yararlı bir insan olabilir miyim bilmem, onu zaman gösterir." (ST/EKN)
* Adil Okay, " Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi", NotaBene Yayinlari, Ankara, 2013.