Bizimkiler saat dokuzda yatmam gerektiğini düşünüyorlar. Ben de, sabah benimle aynı saatte kalktıklarına göre onların da yatması gerektiğini düşünüyorum ama sen de bilirsin ki, büyükler yalnızca kendi kararlarını önemserler.
Sevdiğim bütün yemeklerin zararlı, sevmediğim yemeklerinse yararlı olduğunu düşünmeleri buna ufak bir örnek. Hamburger dururken zeytinyağlı fasulyeden neden mutlaka bir kaşık almam gerektiğini anlamama imkân yok. Beni çok sevdiklerini biliyorum ama bir an evvel büyüyüp zeytinyağlı fasulyenin olmadığı bir dünyada yaşamak için de sabırsızlanıyorum.
Dün akşam annem "Begüş, yatma vakti!" diye seslendiğinde saat dokuza beş vardı ve ben babamın bilgisayarında oyun oynuyordum.
Tahmin edebileceğin gibi yatma vakti gelen "Begüş" benim. Asıl adım Begüm ama bizimkiler "m" yerine "ş" harfi koyunca daha sevimli olduğunu düşünüyorlar olsa gerek, azarlamadıkları sürece bana Begüm demezler.
Annemin neden beş dakika öncesinden seslendiğine gelince, bu bir taktik. Oyunu ilk uyarıda bırakamayacağımı bildiği için, "Hadi ama üçüncü kez söylüyorum,
yatma vakti yavrum" dediğinde saat tam dokuz olacak gibi ayarlıyor ve bu taktik hep tutuyor. Dün gece de öyle oldu.
Bence dişleri yıpratmaktan başka bir işe yaramayan fırçalama işkencesinden sonra annemle babamı öpüp yatağıma yattım. Pak da ayakucuma kuruldu. Ama sen Pak'ı da tanımıyorsun ki! Benim köpeğim. Çok şirindir. Benimle birlikte yatar, benimle birlikte kalkar ama kimse ona dişini fırçalaması gerektiğini söylemez.
Zeytinyağlı fasulye de yemek zorunda değildir. Okula bile gitmez. Bütün gün oyun oynayıp, keyif çatar. Üstelik benden altı yaş küçük. Onun yerinde olsaydım bir an evvel büyümeme hiç gerek olmazdı, ama henüz dokuz yaşındayım ve bir iki seneye kadar on sekiz yaşında olmayı planlıyorum.
Ne diyordum? Ha, evet. Yatağıma yattım, haftalık dergimi okumaya koyuldum. O sırada camda parlak bir ışık fark ettim. Polis arabası filan geçiyor sandım ama ışık gittikçe fazlalaşıp, Pak da hırlamaya başlayınca, perdeyi aralayıp bakmaya karar verdim. Bu kararımın başıma ne işler açacağını nereden bilebilirdim ki?
Önce gözlerime inanamadım ama her şey çok açıktı; karşı binanın çatısına bir uzay gemisi konmuştu. Öyle parlaktı ki... O kadar çok ampulü nasıl bir araya getirdiklerini hiç anlayamadım. İlk aklıma gelen, annemle babama haber vermek oldu.
Fakat hemen sonra bu fikrimden vazgeçtim. Çünkü onlara haber verecek olsaydım mutlaka polisi ya da onun gibi bir yeri ararlar ve işin tüm eğlencesini kaçırırlardı. Düşünsene, hayatta kaç kere komşu apartmanın çatısına uçan daire konar?
Ben susup olacakları seyretmeye koyulmuştum ama Pak benim kadar çenesine sahip çıkamıyordu. Başladı havlamaya. Babam içeriden "Begüm, ne oluyor?" şeklinde bir şüphelenme sorusu yöneltince, ilk işim Pak'ı dolaba kapatmak
oldu. Ardından da elimden geldiğince masum bir sesle; "Pak bir sineğe havladı babam!" diyerek, babamın bulmacasını bırakıp, yanıma gelmesini önlemiş oldum ve
hemen perdeyi aralayıp eğlenceye geri döndüm. Komşu damın gerçek sahipleri olan martılar çığlık çığlığa bağrışıyorlardı, ancak bu onların günlük normal sohbet şekli olduğundan kimse şüphelenip ne olduğuna bakmak için cama çıkmıyordu. Bu inanılmaz olayın tek görgü tanığı olmanın heyecanıyla, ağzımı elimle kapamış, gözlerimi dört açmış uzay gemisine bakıyordum ki, etrafa dumanlar saçarak geminin kapısı açıldı.
Böyle şeylerin yalnızca filmlerde olduğunu sanırdım ama meğerse gerçek hayatta da oluyormuş. Umarım gördüklerimi abarttığımı düşünmüyorsundur, çünkü bunlara inanmazsan biraz sonra anlatacaklarıma hiç inanmazsın.
Geminin kapısı açıldı ve içinden dev bir havuca benzeyen bir yaratık çıkarak etrafa bakınmaya başladı. Bu bakınma işlemini gerçekleştirmek için yalnızca tek bir gözü vardı. Gövdesi aşağıya doğru inceliyordu ve ayakları yoktu. Tıpkı dimdik duran bir havuç gibiydi. Birkaç saniye sonra Bay Havuç'la göz göze geldik. Öyle korktum ki, hemen perdeyi örtüp yatağıma girdim ve yorganı kafamın üzerine kadar çektim.
Tam derin bir nefes alacakken ne oldu tahmin et? Biri odamın camını tıkladı. Altıncı katta oturduğumuzu düşünürsen, bu oldukça ürkütücü bir durumdu, ben de doğal olarak oldukça ürkmüş olacağım ki, var gücümle bir çığlık attım. Annemle babam ben çığlık attığımda o kadar çabuk odamın kapısında belirirler ki, böyle durumlarda kapının yanında bekledikleri kuşkusuna düşerim. Eminim seninkiler de öyledir.
Bu büyükler Bay Havuç kadar olmasa da oldukça garipler, ne dersin? Yorgandan kafamı çıkarttığımda onları görünce biraz olsun rahatladım ve inanmayacaksın ama onlara olan bitenden yine bahsetmedim. Sana maceradan hoşlandığımı söylememe gerek var mı bilmiyorum. Annemle babamın çığlık atma sebebimi öğrenmek isteyen bakışlarından kurtulmak için kâbus gördüğümü söylemek zorunda kaldım. Annem de cevabı olmayan sorularından birini sordu: "Ne zaman uyudun, ne zaman kâbus gördün?"
Büyükler bu tip sorular sorduğunda cevap vermeye çalışmayacaksın, şirin şirin bak yeter. Dedim ya, büyükler biraz gariptir. Babam el koyması gereken bir
konu olmadığına karar vermiş olsa gerek, gülümseyerek salona döndü, annem de saçımı okşayıp alnımdan öptükten sonra onun yanına gitti.
İşin garibi ne biliyor musun? Bay Havuç onlar odadayken hiç ses çıkarmadı. Ben de gittiğini sandım ama annem odadan çıkar çıkmaz cama tekrar vurdu. Sanırım o tek gözüyle perdenin arkasını da görebiliyordu.
Ve bu kez hiç korkmadım. Yataktan kalktım, perdeyi araladım ve bana gülümseyen bir havuçla burun buruna geldim. İnsan yaşadıkça neler görüyor. Dokuz yıllık hayatımda böyle bir duruma ilk kez tanık oluyordum, dolayısıyla ne yapmam gerektiği konusunda ufak bir tereddüt geçirdim. Fakat Bay Havuç'un gülümseyen yüzü içimi rahatlattı.
Camı açmaya karar verdiğim sırada buna hiç gerek olmadığını anladım. Bay Havuç cama zarar vermeden içinden geçiverdi. Bu hareketi onu içeriye almaya karar verdiğim anda yapmış olması iyi niyetinin açık bir göstergesiydi. Kımıldamadan onu seyretmeye başladım; odamı şöyle bir süzdükten sonra bana döndü ve; "Merhaba Dünyalı kız çocuğu" dedi. Daha önce kimse bana böyle hitap etmemişti. Güldüm ve; "Merhaba Uzaylı Bay Havuç" dedim. O da güldü. "O bitki örneğinizi biliyorum, gerçekten de bana çok benziyor" dedi.
Altı aydır dünyada gezindiğini, çeşitli bitki ve hayvan örnekleri toplamakla görevli olduğunu anlattı. Gemisinde birçok örnek olduğunu, şimdi de bir kız çocuğu örneği alması gerektiğini söyledi. Önce beni alıp gidecek diye korktum ama sadece beni kopyalamak istediğini öğrenince rahatladım. Hem, hep bir ikiz kardeşim olmasını isterdim, böylece bu dileğim de gerçekleşecekti.
Sonra ne mi oldu? Onu da sonra anlatırım...(EÜ)