Bunlar, farklı yaşlardan, farklı mesleklerden, farklı geçmişlere sahip üç Kıbrıslı Türk kadının; emekli öğretmen Yücel Aygın, emekli bankacı Onur Derya ve ev hanımı Handan Özlütürk'ün ortak düşüncesi.
Yıllardır barış ve çözümü savundukları için "vatan haini" olarak damgalanan bu üç kadın, bugün çözüme yaklaşmış olmanın umudunu ve mutluluğunu yaşıyorlar...
Tanınmayan bir ülkenin çocuğu olmak...
"Çocukluğum da, gençliğim de hep hüzünlü, ne olacağım kaygısıyla geçti. Geleceğe ümitle bakmak istiyorum" diyor 50 yaşındaki emekli bankacı Onur Derya ve "Çocuklarımıza ne olacak?" diye soruyor.
"Onları en iyi şekilde yetiştiriyoruz ama, tanınmayan bir ülkenin çocukları olduklarından iş bulamıyorlar. Çocuklarımın ülkeme dönmesini, burada kalmalarını istiyorum."
İki kızı var Derya'nın, birisi İstanbul'da öğrenci; diğeri Brüksel'de iş arıyor.
"Bizim koroda herkes geçmişi unuttu"
Onur Derya, 1996'daki kuruluşundan beri İki Toplumlu Koro'nun üyesi. Bugünkü mitingde, korodan Kıbrıslı Rum arkadaşlarına da rastlamış. "Onları hüzünlü gördüm" diyor ve ekliyor; "AKEL'in tutumu onları da çok şaşırttı. Kurultayın yapılacağı binanın önüne gidip, ortak barış şarkılarımızı Rumca ve Türkçe söyleyeceğiz."
Derya İki Toplumlu Koro'yu kurma gerekçelerini, "Geçmişle bir yere varamayacağımızı biliyorduk. Birlikte neler yapabileceğimizi göstermek istedik" diye açıklıyor. "Aramızda hep sevgi ve dostluk oldu. Artık geçmişi unuttuk. Bazen eski acıları konuşuyoruz; ama yaralarımızı sarmak için... Biz artık ileriye bakıyoruz..."
"'Hayır'cılar da çalışıyor"
Eski günleri anarken hep "barış yanlılarının yalnızlığını" hatırlıyor. "Artık kabuğumuzu kırdık, açıldık. Eskiden böyle değildi. Herkes işsiz, aşsız kalmaktan korkardı. İnsanlar artık barış istediğini gösteriyor" diyor ve "hain" olmayı anlatıyor:
"Rauf Denktaş'ın dünürü Salih Boyacı'nın sahibi olduğu Kıbrıs Kredi Bankası'nda çalışıyordum. Barış ve çözüm yanlısı olduğum için hep bir kenara itildim, terfi edemedim, hain olarak isimlendirildim. Yurdumuzu, vatanımızı sevdiğimiz, burada yaşamak istediğimiz için dışlandık."
"Bugün barışa çok yakınız, yalnız da değiliz. Ama 'hayır'cılar da çalışıyor. Erkekler köylerde kahveleri mekan edinmişler; Ulusal Birlik Partisi (UBP) çevresinden kadınlar da ev ziyaretlerine başladılar. Özellikle Türkiye'den gelip yerleşenleri korkutmaya çalışıyorlar."
"Yardımıma koşanlar, Rum komşularımdı"
"1974 öncesinde Yeşil Hat üzerine oturuyorduk. Yaşadığımız yerlerde düşmanlık yoktu. Burada savaş sürerken, biz Güneydeydik. Kuzeye Türk askeri çıkmıştı, bizi koruyacak asker de yoktu. Ben de biraz korkmuştum" diye anlatıyor emekli öğretmen Yücel Aygın.
"Bütün dükkanlar kapalıydı, küçük bir çocuğum vardı. Çocuğumu nasıl doyuracağımı bilemediğim günler oldu. Eşimi sorumsuzlukla suçlamıyorum ama, bu doğuştan bana biçilmiş bir görev gibiydi. Yardımıma koşanlar da Rum komşularım oldu."
Aygın, geceleri kapıyı tıklatıp önüne ekmek, süt bırakıp giden komşularını anlatıyor, birçok Türkün ve Rum'un böyle anıları olduğunu vurguluyor ve ekliyor; "İki halk arasında düşmanlık yok, düşmanlık daha yukarılarda."
Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesiyle evinden ayrılıp Kuzeye göç etmek zorunda kalan Aygın, sınırlar açılıncaya kadar görememiş komşularını. Hükümet arabalı geçişlere izin verince, kendisi gibi emekli öğretmen olan eşiyle birlikte gitmişler eski mahallelerine; meslektaşları olan Rum komşularını aramışlar.
"Taşınmışlar. Mahalle kahvesinde de yerlerini bilen çıkmadı. Kuzeyden geldiğimizi öğrenince, muhtarı getirdiler. O hatırladı, önce bize tarif etti, yanımıza bir de rehber verdi. Rehber önde, biz arkada gittik arkadaşlarımızın evine. Onlar da hep bizi beklemişler. Arkadaşım her gün Kuzeyden otobüslerin geldiği yerde beni aradığını anlattı. O günden sonra da ilişkimiz hiç kopmadı..."
Aygın, iki toplumun iyi niyetle yeniden birlikte yaşamayı öğreneceğini düşünüyor. "Kıbrıslı Türklerin de Rumların da fanatikleri var" diyor ve ekliyor: "Barış için, yaşanan acıların sorumlularının cezalandırılması gerekiyor. Gerçekten barış istiyorsak, önce kendi içimizi temizlemeliyiz."
Kıbrıs'ta, Yugoslavya göçmeni bir İzmirli
35 yaşındaki Handan Özlütürk, İzmir doğumlu bir Türkiyeli. Ailesi, Yugoslav göçmeni. Lefkoşa'ya, 11 yıl önce bir Kıbrıslı Türk'le evlenince yerleşmiş. Eşinin bir spor merkezi var.
Özlütürk de Aygın ve Derya gibi mitinge katılmış, heyecanlı. "Türkiye kökenli olduğum için önce Türkiye'nin sonra da Kıbrıs'ın çıkarları için 'evet'i destekliyorum" diyor.
Özlütürk'ün evi de eşinin işyeri de Rumlara ait. Eşinin ailesinin de Güney'de bıraktığı mal varlığı var. Annan Planı çerçevesinde evinden ve işyerinden ayrılmak zorunda kalabileceğini biliyor; yine de "belirsizlik içinde yaşamaktan iyidir" diye düşünüyor.
"Evimizin, işyerimizin iki tapusu var. Bir tapu bizde ama bunu dünyada hiç kimse tanımıyor. Diğer tapu da hiç tanımadığımız bir insanda; ama o tapuyu herkes tanıyor. 11 senedir, ufak tefek tamiratlar yapıyoruz ama 'evimiz' diyemiyoruz yaşadığımız yere. Her an korku içindeyiz. Artık yere sağlam basmak istiyoruz."
Özlütürk, iki toplum arasındaki sınırların açılmasından sonra işyerlerinin sahibinin ziyaretlerine geldiğini, kendilerinin de onların yanına gittiğini anlatıyor.
Tatil günlerinde Güneye yaptıkları gezilerde pek çok Kıbrıslı Rumla tanıştıklarını, bir kısmıyla arkadaş olduklarını belirten Özlütürk, ekliyor: "Onları buradaki arkadaşlarımızdan ayıran tek şey, Limasol'da yaşamaları ve İngilizce konuşmaları. Dil sorununu da Annan Planı ile aşabileceğiz. Türk çocukları Rumca, Rum çocukları da Türkçe öğrenecekler. Onun dışında, geleneklerimiz, alışkanlıklarımız, yemeklerimiz zaten çok benziyor." (BB)