Barış yararımıza olan yegâne seçenektir.
Bu hafta yazmaya devam edeceğimi belirttiğim KESK 3. Ortadoğu Barış Konferansı yazı serisi yerine, son bir haftadır yaşananları ele alan bir değerlendirme yazmayı düşünsem de sonradan vazgeçtim. Öte yandan, toplumu bu ölçekte etkileyen ve uluslararası toplumun da dikkatini çeken bu olaylara kısaca değinmeden geçmek olmaz.
Siyasi kararlar insan hakları alanını da etkiler
Geçen haftadaki yazının ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptal edilmesi, ardından da 100’den fazla kişi ile gözaltına alınıp tutuklanması, bilhassa da gerçekleştirilen protestolar, ülke gündeminde olması gerektiği gibi en üst sıralarda yer aldı. Benzer şekilde, İstanbul Barosu yönetiminin görevden alınması da geçen hafta yaşanan bir diğer ehemmiyetli konuydu.
Bir haftalık sürede tüm bu yaşananlar yalnızca ülke gündemini değil, insan hakları hareketinin gündemini de kaçınılmaz olarak değiştirdi. İnsan hakları hareketinin gündeminin siyasi ve toplumsal olaylardan etkilenmesi, siyaset-toplum ve insan hakları-özgürlükleri arasındaki yakın ilişkiyle doğrudan ilgilidir. İnsan hakları hareketi, yurttaşları doğrudan ve bu ölçekte etkileyen bu olayları yakından takip ediyor. Yaşananlara dair barolar, insan hakları örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri açıklamalar yapıyor. Örneğin, Türk Tabipleri Birliği (TTB) gözaltına alınan kişilerin sağlık kontrollerinin bağımsız bir biçimde yapılmasının, görüntülere de yansıyan işkence ve kötü muamelenin belgelenmesi ve önlenmesi açısından önemine dikkat çeken bir açıklama yaptı. Hak temelli örgütlerin sürece müdahil olması, daha fazla hak ihlalinin önüne geçebilir.
Daimi gündemimiz: Barış
KESK konferansına gelenler arasında Beyrut Liman İşçileri Sendikası Genel Sekreteri Khalil Zeitar’ın konuşmasını özel bir merakla dinledim. Roma döneminden bu yana hizmet sunduğu belirtilen Beyrut Limanı’nda 4 Ağustos 2020’de yaşanan patlama, yüzlerce işçi ve sivilin ölümüne yol açmıştı. Tahmin edileceği üzere, yaşamını yitirenler arasında Beyrut Liman İşçileri Sendikası üyeleri de bulunuyordu. Şehrin ekonomik can damarı sayılan limandaki bu patlama sonrasında Lübnan’da yaşam çok ağır yara aldı.
Genel Sekreter Zeitar, liman patlamasına değinse de sunumunda daha çok savaşın ve silahlı çatışmaların işçileri üzerindeki etkisini çarpıcı bir biçimde ve ilk elden gözlemlerle aktardı. İşçilerin barış talep etmesinin, şiddet ortamının yaşamın çarklarını döndüren işçileri doğrudan etkilemesiyle ilgili olduğunu sade ve anlaşılır bir biçimde ifade etti.
Ortadoğu’dan gelen bir diğer konuşmacı, Arap Sendikaları Konfederasyonu (ATUC) Genel Sekreteri Hind Benammar ise savaşların ve silahlı çatışmaların Ortadoğu’daki birçok ülkede yol açtığı risklere değindi. Ortadoğu coğrafyasının tarihi güzelliklerine, yeraltı kaynaklarına ve insan gücüne rağmen, savaşlar ve çatışmalar nedeniyle gerçek potansiyelini ortaya koyamadığına dikkat çekti. Benammar, konuşmasında Filistin’de yaşananların bölge açısından taşıdığı öneme ayrıca vurgu yaptı.
Ortadoğu barışı ve Kürtler
Konferansın en ilgi çeken oturumlarından biri olması bekleniyordu, öyle de oldu. Bu ilginin bir sebebi, konuşmacılar Yüksel Genç, Ali Duran Topuz ve Öztürk Türkdoğan’ın uzun yıllardır barış alanında yürüttüğü çalışmalardı. Merak edilen bir diğer konuşmacı da Rojava’daki Öğretmenler Sendikası deneyimini aktaran aktivist Nesrin Musa Raşk idi. Oturumun ilgi çekmesinin esas nedeni ise 27 Şubat’ta PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na dair merak edilenlerdi.
1999’da Türkiye’ye gelen Barış Grubu’nda yer alan Yüksel Genç (ve sonraki oturumun konuşmacılarından Sebahat Tuncel gibi) dinleyicilerden bolca alkış aldı ve yıllardır bu alandaki çalışmalarından süzülen deneyimleri aktardı. Konferansın manşetlerinden birini net bir ifadeyle dile getirdi: Çözüm için tek yol silahlı çatışma değildir. Nitekim, Yüksel Genç’in sunumunda belirttiği üzere Kürt halkının Abdullah Öcalan’ın sözlerine itimat ettiği olgusu, başta Diyarbakır Newroz’u olmak üzere İstanbul ve diğer illerdeki kutlanan Newroz kutlamalarında da gözlemlendi. Newroz kutlamalarının verdiği mesajı hak ettiği biçimde değerlendirmek, barış sürecine katkı sunabilir.
Yeni sürecin dili insan hakları dili olmalı
Yüksel Genç’in ardından söz alan gazeteci Ali Duran Topuz, “Savaş ve şiddet; hukuk, medya ve akademide akıl kirlenmesi ve dil kirlenmesine yol açar” diyerek, barışın toplum açısından ne kadar önemli olduğunu vurgu yaptı. Mevcut koşullarda hukukun, medyanın ve akademinin ne kadar kirli bir dile sahip olduğunu örneklerle aktardı. 27 Şubat açıklamasının ardından, yeni döneme ilişkin yeni bir dil benimsenmesi ve kullanılması gerektiğini daha belirgin biçimde gözler önüne serdi.
İnsan Hakları Derneği’nde (İHD) uzun yıllar birlikte mücadele ettiğimiz ve şimdilerde insan hakları mücadelesine DEM Parti’de devam eden Öztürk Türkdoğan ise otoriterleşmenin barışın inşa edilmesini nasıl engellediğini vurguladı. Dolayısıyla, barış ve demokrasi sürecinin el ele gitmek zorunda olduğuna dikkat çekti.
Ortadoğu mücadelesinde kadınların rolü
İki günlük konferansın en dinamik oturumunda, kadınların Ortadoğu analizleri, deneyimleri ve çözüm önerileri oldukça ufuk açıcıydı. Sebahat Tuncel, barışın toplumsallaşması için toplum olarak değişip dönüşmemiz gerektiğinin altını ısrarla çizdi.
Savaşların ve silahlı çatışmaların kadınlar üzerindeki etkisini mülteci kadınlar özelinde ele alan Dr. Lülüfer Körükmez, Ortadoğu’daki mülteci kadınların yaşadığı sorunları aktardı. Her zamanki gibi, savaşlar en başta kadınları etkiliyor. Bu durum mülteci konumundaki kadınlar için daha da belirgin. Mülteci meselesine doğru bakabilmek için barışın kesişimselliğini görmemiz gerektiği de vurgulandı.
Ortadoğu’daki barış mücadelesi ve diğer coğrafyalar
Konferansa Ortadoğu coğrafyasının dışından katılan iki isim vardı: Bask ülkesinin en büyük konfederasyonu ELA (Bask İşçileri Dayanışması) Genel Sekreter Yardımcısı Amaia Muñoa ile Kuzey İrlanda’nın en büyük sendikası NIPSA (Kuzey İrlanda Kamu Hizmetleri Sendikaları İttifakı) Genel Sekreter Yardımcısı Patrick Mulholland. Kendi coğrafyaları da çatışmalar yaşamış bu iki bölgenin sendika temsilcileri yaptıkları konuşmalarda:
- Çatışma ortamının sendikal çalışmalara etkisi,
- Savaşların diğer ihlallerin de müsebbibi olduğu,
- Barış sürecinin uzun olduğu ve sabır gerektirdiği,
- Barış süreçlerinin işçi perspektifini de içermesi gerektiği,
- Ortadoğu’da Filistinliler ve Kürtlerle dayanışmanın önemi gibi temel mesajları öne çıkardı.
Forum bölümünde ise kürsü, barış için sözünü söylemek isteyenlere bırakıldı.
En nihayetinde ilk planıma sadık kalarak Ortadoğu Konferansı’na dair bir değerlendirme yazısı yazmış olsam da, esasen KESK’in davetlisi olarak konferansa gelenlerin verdiği mesaj, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına varan sürece de uyarlanabilecek kadar net: Gerçek bir demokrasi, ancak gerçek bir barış olduğunda tesis edilebilir.
KESK’in 15-16 Mart’ta düzenlediği 3. Ortadoğu Barış Konferansı’nda ele alınan konulara öneriler doğrultusunda çözüm bulunabilseydi, son bir haftadır yaşadığımız olayların en azından bir kısmını önleyebilme imkânı olabilirdi.
Hala çok geç değil.
Serinin tüm yazıları
(Oİ/VC)