Jean Baudrillard kritiklerinde, başta “Simulacra and Simulation” kitabında olmak üzere Holocaust olayına önemli bir yer verir. Çünkü bu olayın ortaya çıkışı ve sonrası kendi simülasyon kuramının geçerlilik alanı içersinde. Yahudiler gaz odalarındaki ölümlerini tüm ırklarının yok edilişi olarak görüp kendi ölümlerinin arkasından ağlayarak var oldular.
Bu bedensel var olmanın (iktidar) yolu onları sanattan bilime kadar her alanda kendini göstermeye ve güç birliğine götürdü. İşte bu noktada Baudrillard kuramı devreye sokulabilir. Baudrillard çeşitli çalışmalarında Holocaust üzerine özetle şu söylemlerde bulunuyor:
Sinema ve televizyonun (renkli) insan hayatına girişine bağlı olarak Holocaust üzerine yapılan filmler “ortaya çıkma gerçeği”nin unutuluşunu ve yok oluşunu estetik boyutuna ulaştırdı. Holocaust’un bu dönüşümüne son darbeyi de Spielberg’in "Schindler'in Listesi" filminin televizyonlarda gösterilmesi koydu. Auschwitz artık gerçekte değil TV’de bir kara delik. Bu kara delik tüm Yahudi ağlamalarını yuttu. Bu filmin TV’lerde gösterilişi sonrası Yahudilerin vaat edilen topraklara dönüşü bir simulacra oldu. Ortada suçlu kalmadı, yok olma süreklilik kazandı.
Baudrillard’in Holocaust üzerine yazdıklarından anladıklarımızı kısaca böyle özetledik. Evet, bize göre de Yahudilerin var olması uzamsaldır artık. Bundan sonra çevrilecek Munich gibi filmlerin zorlamaları bile Yahudiler için yeni hiper-gerçekler üretemez.
Baudrillard Çingeneler'e neden değinmedi?
Peki; Baudrillard Çingeneler üzerine yapılan filmlere - böylesine bile olmasa dahi- neden ilgi göstermedi. —Kendisini yitirdiğimizden yanıtını alamayız ama- özellikle son yıllardaki Emir Kusturica’nin filmlerini hiç mi seyretme fırsatı bulamadı?
Baudrillard bu filmleri merak edip seyretmiş olsa bile, kuramı için gerekli Batı tarihiyle konmuş ve modernite bilgi kuramlarıyla saptanmış, Çingeneler için bir gerçeklik ilkesi olmadığını düşünerek Çingene olayını kuramının geçerlilik alanı içersinde kabul etmemiş olabilir.
Çingene olayının “Düzensiz Duyarlı İnsan Davranışları Dinamiği (DDİDD)” simülasyon kuramımızın geçerlilik alanı içersinde olduğu ise tartışılmaz. Çünkü Çingeneler için gerçeklik ilkesi kendi ürettikleri karmaşıklığın kendisi ve bu ilke kendiliğinden değişime uğradığından öngörülemez.
Kendisi süreklilik gösterdiğinden simulacra üretecek sonrası yok. Bu durum modernite formatlarının dışında kalan düzensiz bir yapı. Somutlarsak, Çingenelere uygulanmış olan tasfiyenin ucu zamansal ve uzamsal olarak açık.
Kustrica'nın filmleri hangi kurama dahil?
Bu bağlamda Kustrica’nin "Crna Macka Beli Macor" (Ak Kedi, Kara Kedi) filmi Baudrillard’ın simülasyon kuramının dışında ve DDİDD simülasyon kuramının yetki alanı içine giriyor. Spielberg’in “Vatan Sever” bir Yahudi olmasına karşın Kusturica Çingene değil. Ancak Çingeneler üzerine yaptığı filmler onun her Balkanlı (Maçka) gibi Balkanlı kültürünün gerçeğinde düzensiz Çingene yaşam dinamiklerini yok kabul edemediğini gösteriyor.
Kusturica’nin Çingeneler üzerine yaptığı filmlerde niyeti ne olursa olsun DDİDD kuramıyla “Ak Kedi, Kara Kedi” filmini kritik ettiğimizde görünen şu:
“Ak Kedi, Kara Kedi” filminin “Happy End”i "Schindler'in Listesi" filminin “Happy End”i aksine bir kapanma (kararlılığa gidiş) değil açılma (kaos). Çünkü Çingenelerin tasfiye edilmek istenmelerinde modernitenin bilgi kuramlarınca söylenmiş bir gerçeklik ilkesi ortada yok.
Sistem (“Ak Kedi Kara Kedi” filmindeki evlendirme memuru) durumu gözlemliyor ve öngörülmez olduğunu saptayınca da olayı karmaşık bulup kendine bırakıyor. Filmde iktidarın saptaması doğru, simülasyon kendini karmaşıklığa bırakıyor, zaten evlenen çiftlerin gidişleri, yeni arayışları bilinmeyen dünyalara doğru, Çingeneler için her yer vaat edilen topraklar ve her şey herhangi bir yerde yeniden kurulacak, yani sonsuz simülacr sonsuz ortaya çıkışlara neden olacak.
Burada mutlu son yeniden arayış. Bu var olmanın tasfiye olmadan kendisi. Bu yüzden ki Çingenelerin bedensel iktidar olma gibi bir amaçları hiçbir zaman olmadı.
Çingenelerin önündeki iki yol...
Evet, bu iki kuram Çingenelere şimdinin sonrasında farklı iki yolları olduğunu söylüyor. İlki Baudrillard’ın simülasyon kuramına göre; kendilerine Batı tarihinden uygun almış ve modernitenin bilgi kuramlarıyla onanmış bir gerçeklik ilkesi bulmaları, tasfiyenin yerini alacak uzay-zamanda bir yok olma ortaya koymaları gerekiyor.
Ancak bu gerçeklik ilkesi üzerine vaat edilen topraklara (simulacra) ulaşabilirler. Bu bedensel var olmanın (iktidar) karşılığıysa unutulma olacak. Bizim simülasyon kuramımıza göreyse Çingeneler gerçeklik ilkelerinin karmaşıklık durumunu sürdürecekler.
Bu arayış onları her yerin vaat edilen topraklar olduğuna ve yaşamlarının iç zenginlikleriyle iktidarsız var olmanın yoluna çıkartacak. Bu yola çıkış aynı zamanda değişimin ve dönüşümün, yani insan olmanın evriminin kendisi. “Ak Kedi, Kara Kedi” artık bir film değil, düzenli bir yaşam yerine karmaşıklığı ayinle ilgili olarak seçen, Çingene doğasının bir hiper-gerçeği.
Bununla birlikte “Ak Kedi Kara Kedi” filmi Çingenelerin, Avrupalılar tarafından kısırlaştırılmış Balkanlıları (Maçkaları) yüz yıllar sonrasında terk ettiklerinin herkes tarafından bilinmesini sağladı. Bu film, yok edilmenin (Holocaust) unutturulmasının aksine, unutturulmak istenen Balkanlı olmanın sanal dünyada da tasfiye edilişi; Artık bu film sonrası Balkanlı yok, özgürlükleri için yeniden yollara düşen Balkanlı Çingeneler var. Yolları açık olsun. (GA/GG)
* Bu yazı bir deneme girişimi olup, “Üniversiteli Çingeneler Grubu”nun kuruluşunun birinci yılı anısına armağan edildi.