Aborijinler Ülkelerine Dönüyor
Federal Yargıç Robert French, Martu kabilesiyle kararın son şeklini görüşmek üzere bölgeye gideceğini açıkladı.
Kabile üyeleri ise yargıcı geleneksel "corroboree" dansı yaparak karşılayacaklarını açıkladılar.
Martular 6 yıldır ülkeleri için mücadele ediyor
2 bin kişilik nüfusa sahip Aborijin kabilesi Martular kendi içlerinde, Aborjin dil grubuna bağlı 12 dili günlük yaşamlarında kullanıyorlar. Günümüzde hala geleneksel yaşamlarını sürdüren kabile, yaşamlarını kanguru ve çöl hindisi avlamakla sağlıyor.
Martular, yaklaşık 6 yıldır Gibson ve Great Sandy çöllerini geri almak için mücadele ediyorlar. Batı Avustralya'da çölün ortasında bulunan ve dünyanın en büyük taş kütlesi olan Uluru (Ayer's Rock) gibi geleneksel kutsal öneme sahip bazı alanlar daha önceki yıllarda yerlilere geri verilmişti.
Rio Tinto yine gündemde
Öte yandan Northern Territory Eyaleti başkenti Darwin'e 143 mil batısına düşen Jabiluka bölgesindeki Aborijin kabilesi olan Mirrarlar, dünyanın en büyük Maden bölgesi olarak bilinen Jabiluka Maden ocağının kapatılması için yıllardır verdikleri mücadeleyi de kazandılar.
Anglo-Avustralyalı bir şirket olan Rio Tinto, Maden şirketi Başkanı Robert Wilson, yaptığı açıklamada proje için 20 yıllık kira kontratının kendilerinde olmasına rağmen Mirrar kabilesinden ve Doğal Kaynakları Koruma Kuruluşları'ndan izin alınmaksızın projeyi sürdürmek istemediklerini ve ocağı kapatacaklarını kaydetti.
Süslü Tüy, Su İnsanı ya da Aborijinler:
Avusturalya yerlilerinin ataları ilk olarak kıtaya ne zaman gelmiş, ne zaman yerleşmiştir? Bu konuda kesin bir şey bilinmiyor. Radyo karbon yöntemiyle elde edilen tarihler, kıtadaki insan yerleşiminin 40 bin yıl öncesine gittiğini desteklemekte.
Bir araştırmaya göre, Kuzey bölgesi sınırının yakınındaki Keep River ile Batı Avustralya'daki mezarların tarihi 175 bin yıl öncesine uzanıyor. Ayrıca, Gordon-Franklin ırmakları yakınlarındaki 100 kadar mağarada bulunan kalıntılardan çok önemli bilgiler elde edilmiş. Örneğin, Kutikina mağarasında aşağı yukarı 20 bin yıl önce bir Aborijin grubunun yaşadığı ve buzul devrini burada geçirip 10 - 15 bin yıl önce de mağarayı terk ettiği anlaşılıyor. Bu mağarada yaşadıkları dönemde kemikten yapılmış alet kullanımından, yontma taşla yapılmış alet kullanımına geçtikleri de biliniyor.
Bilimsel araştırmalardan ve diğer kaynaklardan çıkarılan sonuç, Aborijinlerin küçük kabilelere bölünmüş oldukları. Belki yüzlerce kabile ve her birinin farklı dili, her dilin daha da fazla lehçesi vardı. Ama hepsi birbirleriyle barış içinde, doğal sınırlarla ayrılabilen belirli araziler üzerinde yaşıyorlardı. Herkes kendi topraklarını biliyor, diğerlerine, gelenek ve alışkanlıklarına saygı gösteriyorlardı. Belki basit bir teknolojiyle yaşamlarını sürdürüyorlardı; ama karmaşık bir toplumsal düzenleri ve oldukça gelişmiş dinsel gelenekleri vardı.
Örneğin birçok kabile mistik bir ilişkiyle toprağa bağlıydı. Hatta dinsel inancın bir parçası da toprağın duyguların okulu olduğuydu. Genellikle uzun bacaklı, kara derili, geniş burunlu, gür saçlı, erkekleri sakallı olan bu insanlara göre, toprak aynı zamanda anaydı; ona ancak teşekkür edilirdi. Beden ondan yapılmıştı. O yiyecek ve besin verir, ilaç sağlar, gözyaşlarıyla temizlerdi. Onun kollarında uykuya dalınırdı. İnsan öldüğünde, kullanılmış olan kemikleri atalarının bedeniyle ve henüz doğmamış olanlarla birbirine toprakta karışır; daha doğru ifadeyle toprak bu karışımı sağlamak için onları kabullenirdi. Ölüm, topraktan alınan ve artık işe yaramayan bir şeyi ona geri verme zamanıydı. Ölüm bir son değildi. Ölüm, sonsuzluk dünyasında değişik bir biçimde var olmaktı.
Doğayı denetim altına almadılar
Aborijinlerin doğayı ve onu oluşturan varlıkları denetimleri altına almayı ya da kendilerini en üste koymayı asla düşünmedikleri bilinmekte. Çünkü inanışları buna elvermiyor. Onlara göre, dünya evrimini tamamlamamıştır henüz. O halde insanın buradaki en iyi yaratık olduğuna karar vermesi hiç de akla uygun bir şey değil. Hele de bitkiler hala uyum sağlarlarken, hayvanlar hala gelişirlerken. Onlar gökyüzüyle, yıldızlarla, Ay'la, Güneş'le bağlantılı olduklarına inanırlar. Aslında onlar tüm yaşamla akrabadırlar: Hayvanlarla, bitkilerle. Önemli olan da, uzun ve uyumlu bir yaşam sürmektir hep birlikte.
17OO'lü yıllarda kapitalizm Avustralya'ya el attığında kıtadaki bu insanlar ne tarımı ne de köpek dışında hayvan evcilleştirmeyi biliyorlardı. Onlar beyazlardan çok farklıydı. Eşitlikçi bir yapıda, bizlerin anladığı anlamda bir devlet tarzı örgütlenmesi olmadan, kendilerine özgü yönetim biçimleriyle, sabit olmayan yerlerde, toprak edinmeden yaşıyorlardı. Avrupalılar bu nedenle onları gelişmemiş yaratıklar olarak tanımladılar; hatta hayvan statüsünde değerlendirdiler. Çünkü beyazlar için uygarlığın kanıtı olan en basit ölçüte göre, insanlar tarımla uğraşmalı ve hayvan yetiştirmeliydi. Oysa Aborijinlerin yaşamları bambaşkaydı. Öyle ki, benzer coğrafya koşullarında yaşayan diğer kıtalardaki akranlarına göre bile toplumsal örgütlenmeleri farklıydı.
Örneğin Aborijinler, yayı ve yay gibi mekanik enerji depolayan aletleri kullanmazlar ve bilmezlerdi. (Bunun nedenlerinden biri, belki de diğer kıtalarda yaşayan vahşi hayvanların onların kıtasında bulunmamasıydı. Örneğin Tiwi halkı, Aborijin icadı olan bumerangı bile av için kullanma gereği duymamıştır.) Avcı-toplayıcı, Aborijin toplumunda, toplumsal örgütlenmenin temelini aile oluşturur. Şöyle de diyebiliriz: Bireylerin farklı mekanlarda bulunmasına karşın, yiyecek ve su kaynaklarında salkımlanma üzerine kurulu göçebelik nedeniyle sıkça buluştuklarından akrabalık ilişkileri canlılığını hep korur. Bu tür bir göçebelik egzogamiyi (dış evlilik) olanaklı ve sürekli kılar. Evlilik yoluyla kurulan dostluklar, akrabalık ilişkisi biçiminde yiyecek ya da su kaynaklarının bol bulunduğu yerlerde barışçıl salkımlanmanın önkoşulunu yaratır. Bunun tersi de doğrudur: Aynı arazi üzerindeki kaynakları paylaşma gerekliliği üzerine kurulu barışçıl ilişkiler evlilikler yoluyla pekiştirilir. Göçebelik, toplumu ana-baba ve çocuklardan oluşan dar oluşumlar temelinde örgütlenmeye zorlar; dolayısıyla Aborijinlerde de toplumun en küçük yapı taşı olan aile, örgütlenmenin temelini oluşturmaktadır.
Kadın ve erkek eşit
Aile yaşamında erkek ve kadının aileye eşit olarak katkısı vardır. Bildiğimiz gibi avcı-toplayıcı toplumlarda, meyve ve sebzelerin, kök ve kabuklu yemişlerin, böceklerin, kabuklu deniz hayvanlarının elde edilmesi toplayıcının işidir. Avcıysa, kara ve deniz memelilerini, sürüngenleri avlar. Genel olarak ilkel toplumlarda toplayıcılık kadının, avcılıksa erkeğin işidir. Oysa Aborijinlerde durum böyle değildi. Avcılık ve toplayıcılık hem kadınlar hem de erkekler tarafından yapılırdı. Erkek avlanırken kadın bitki kökleri toplar ya da kendisi de ava katılırdı. Kısaca Aborijinlerde, geçim faaliyetlerinde cinsiyet ikiliği yoktur. Erkek ve kadın aile içinde eşit oldukları gibi grup içinde de eşittirler. Hatta kadının ayrı bir önemi vardır. Yaşlılıkta durum cinsler için değişmez hatta kadın daha da değerlenir. Yaşlı erkek kabile ya da grup içinde bilgisiyle bir yer edinirken, yaşlı kadının da saygın bir yeri vardır. Öte yandan erkekler yaşlandıkça eşlerinin sayısında artış yapabilirler.
Sonuçta en çok eş en yaşlı erkekte bulunur. Bu durum onun toplumsal saygınlığıyla ilintilidir. Erkeğin saygınlığı eşi arttıkça artar. Böylece çokeşlilik, yeniden üreten bir toplumsal ilişkiye dönüşür. ileri yaşa kadar eşsiz kalma durumuyla karşı karşıya kalan bekar erkeklerle evli erkekler arasında gerginlik kaçınılmaz olur. Evlenmeyen genç erkeklerle evli erkekler arasında statü farkı vardır. Evlenmemiş erkeğe yarım erkek gözüyle bakılır. Bunun yanı sıra Aborijin erkeklerinin yaşamında sünnetin çok önemli bir yeri vardır. Gözlerden uzak bir yerde törenlerle gerçekleştirilen sünnette delikanlıya kutsal rüya öyküleri öğretilir. Keskin bir taşla yapılan sünnetin yanı sıra aşama aşama penisin altı kesilerek yarılır. Delikanlı bu törenlerde yaşadıklarını ve öğrendiklerini hiçbir zaman unutamaz.
Avusturalya bizim ülkemizdi
Aborijinler şöyle düşünürler: "Avustralya bizim ülkemizdi. Ülkemiz denizden dağlara kadar uzanırdı. Açıp bakabildiğimiz kağıt haritalarımız yoktu. Ama sınırlarımız şarkı çizgileriyle belirlenmişti. Her şey müzik tarafından yerine konur ve yerinde tutulurdu. Komşu kabile komşu kabilenin şarkılarını bilirdi. Şarkısı söylenen ağaçlar, akarsular, kayalar ve dağlar bile tanınırdı. Atalarımız bu yeri bizim için rüya görerek yaptılar. Burası saygınlığı olan mutluluk dolu bir yerdi. Bizler toprak ananın koruyucusu olan kişilerdik. Ama beyaz adam geldi, zincirler halinde diğerlerini de getirdi. Onlar bizim şarkımızı öğrenemediler. Aslında onlar bizim, müziğimiz ve geleneklerimizle de alay ettiler. Ne yazık ki onların zihinleri bizim rüya görmemize kapalıydı. Oysa bizler rüya zamanının çocuklarıydık."
Gülgün Akbaba'nın TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Haziran 2000 sayısında- çıkan yazısının tam metni için haberbilgi.com sitesine bakabilirsiniz.
* Rio Tinto Zinc Corp., Türkiye aydınının son birkaç yılda adını duyduğu, ama aile bağlarını bilmediği bir şirket. Oysa, şirketin Türkiye ile olan ilişkisi neredeyse soyağacı kadar eski! Zira, Rio Tinto'nun sermayesinin menşei Jardine Matheson firmasının19. yüzyıl başında Türkiye-Çin hattı üzerindeki afyon ticaretinden kaynaklanıyor...
* Dünya maden üretiminde yüzde 12.5 ile en büyük paya sahip olan Rio Tinto'nun Türkiye yakın tarihindeki yeri ise 1978 öncesine uzanmakta. Şirket, 1978 öncesine kadar Türk Borax adlı firmasıyla bor madenlerinin yüzde 80'nini kontrolü altında tutmaktaydı. 1978'de özel sektöre ait bor işletmelerinin ruhsatları iptal edilince Rio Tinto'nun adı da, Ortadoğu politikası doğrultusunda yaptıkları da unutulmaya başlamıştı.
* Rio Tinto yine gündemde. Anatolia Mineral Development Ltd. -ki altın, gümüş, çinko, bakır gibi madenlerin aramasını yapmaktadır- Rio Tinto firmasınındır. Doğu Karadeniz'de altın arayan Cominco ile de ortak... Şirketin soyağacı tabii ki bu kadarla kısıtlı değil... Bu, Rothschilds'den Türkiye'de de faaliyet gösteren Citicorp, HSBC'ye kadar uzanan yabancı bankaların ortaklıklarına kadar dallanan büyük bir ağaç.
* Günümüzde bor, alternatif bir enerji kaynağı olarak görülmekte, yakıtı bor olan araçlar üretilmekte; bor füzyon reaktörlü enerji santralları kurulmaktadır. Örneğin ''The New Jersey Genesis Project'' doğrultusunda Millenium Cell firması bor bazlı bataryalar, bor hidrit yakıt pilleri yapmaktadır .
Aslında, Türkiye'nin aynı süreci yakalamaması için hiçbir neden yok. İş ki, Rio Tinto'nun cazibe alanı Türkiye özel kesimini de etkilesin. Kaldı ki, Endüstri Bölgeleri Yasasıyla Maden Yasası'nın birçok maddesi işlevini yitireceğinden bor ürünleri globalizmin en kârlı sektörü haline gelecek.
Ne var ki söylentiler, bor madenlerinin özelleştirilmesine Rio Tinto'nun da karşı olduğunu; asıl hedefinin devlet eliyle işletilen madenlerin pazarlaması olduğu yönünde! Kim bilir, belki de uyduruyorlardır.
Rio Tinto hakkında bilgiler antimai.org sitesinden alındı.(NK)