Benim feminist yolculuğum 33 yıl önce bugünlerde başladı. Tabii adı konmamış hali çok eskilere, çocukluğumdaki feminist isyanlara (ve belki de annemin, büyük annelerimin, büyük büyük annelerimin çok daha eskilere giden isyanlarına) dayanıyor ama kendime feminist demeye cesaret etmem 1992 Mart’ının ilk günlerinde oldu. Nasıl mı oldu? Hikayesi şu posterde saklı:
23.5 yıllık dolu dolu bir (feminist) akademik yolculuğun ardından Aralık ayında Sabancı Üniversitesi’nden ayrıldım, Ocak’ta da 30 küsur yıllık arşivimin ve yüzlerce kitabımın yer aldığı ofisimi boşalttım.
Neler neler çıkmadı ki o arşivden! Beni şaşırtan, heyecanlandıran, çok mutlu eden onlarca belge, kitap, fotoğraf geçti elimden ama kalbimin en hızlı çarptığı an bu posteri bulduğum andı! Tek bir görselde o kadar çok hikaye saklı ki – benim ve onlarca Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin feminist olma hikayesi!
Haftalar süren zorlu hazırlıkların ardından, Boğaziçi Üniversitesi tarihinin (bildiğimiz) ilk 8 Mart etkinliği 2 Mart 1992’de başladığında, bir arkadaşımız hariç hiç birimiz kendimize feminist demiyorduk.
Kendi adıma konuşayım: Kadınları da kapsadığını düşündüğüm demokrasi ve insan hakları mücadelesinde yer alıyordum ve kadınlar için ayrı örgütlenmeye, feminizme gerek var mı diye sorguluyordum.
Etkinliğin son gününde ise artık içimde feminist kelebekler uçuşmaya başlamıştı ve yerimde duramıyordum. Ne güzel ki o kelebekler sadece benim içimde uçuşmuyorlardı! Hayatımı dönüştürecek Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu o hafta doğdu – olağanüstü feminist ebelerin elinden!
Beni feminist yapan bu haftanın ve Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu’nun bendeki hikayesini sevgili Aksu Bora ve Asena Günal’ın derledikleri 90’larda Türkiye’de Feminizm kitabına 2002 yılında yazmıştım. İyi ki yazmışım taze taze! O zaman taze gelmiyordu tabii – 30 yaşımdan taa 20 yaşıma bakıyordum – ama aradan geçen 23 yılın ardından insanın zaman algısı değişiyor işte. Ve yeni katmanlar ekleniyor hikayelerimize.
Bu yazıda Şirin Tekeli katmanını aralamak istiyorum. Üstelik, feminist olma yolculuğumda bana 33 yıldır eşlik eden Şirin Tekeli’yi anmak için harika bir sebebim var: sevgili Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu’nun Şirin Tekeli Ödülü’nü alan araştırmacıların makalelerinden derledikleri Alışın, Her Yerdeyiz! Mahcup Feministlerden Feminist Aktivistlere kitabı (Dipnot, 2024). Ama bu kitaba (ve ödüle) geçmeden önce Şirin Tekeli’nin bendeki izlerinden ve bize bıraktığını düşündüğüm feminist mirastan biraz bahsetmek istiyorum.
Şirin Tekeli’nin Feminizmi ve Boğaziçi Üniversitesi
2017’de ölümünün ardından Şirin Tekeli’ye yazdığım açık mektupta, ona şöyle seslenmişim:
“1992 Mart ayı itibariyle artık feminizm beni derinden dönüştüren bir yolculuğun adıydı. Ve, aynen Aksu Bora’nın yazdığı gibi, benim için sen feminizmin ilk adıydın. Herkesi kucaklayan, tüm kadınlara ve kadınlık hallerine – en güçlü itirazlarını yaparken bile – sevgiyle yaklaşan, zorlu hayat süreçlerinde kimseyi yargılamayan, tam tersine her sözü ve duruşuyla cesaret, heyecan ve ilham aşılayan, bulunduğu ve kurduğu her alanı koca bir ‘davet’ alanına dönüştüren olağanüstü bir feministtin, etrafına ışık ve cesaret saçıyordun.
Seni tanır tanımaz Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’nde gönüllü çalışmaya, gazete arşivlerini taramaya başladım. Duvarları sanat eserleriyle ve sıcak aydınlatmalarla süslenmiş Kadın Eserleri Kütüphanesi, kapısı herkese açık, heyecanlı sohbetlere gebe, davetkar bir mekandı ve ben taramalarımın bitmesini her seferinde heyecanla bekliyordum ki seninle konuşabileyim. Feminizmin ne olduğunu ve olabileceğini, o sırada heyecanla okuduğum onca kitaptan daha çok, bu kısa sohbetlerimizde senden öğrendim. Senin feminizmin cesaret, heyecan, sevgi ve saygı demekti. Yapmaya, kurmaya, herkesi kapsamaya, bir araya getirmeye, dayanışmaya, dönüştürmeye odaklanan bir feminizm. Ve ben bu feminizmden çok heyecan duydum, hala çok heyecan duyuyorum!”
33 yıl sonra Kadın Eserleri Kütüphanesi’ndeki sohbetlerimiz içimde hala çok canlı ve hala çok heyecan duyuyorum Şirin Tekeli’nin feminizminden ve bende bıraktığı izlerden. Bu izleri şöyle özetlemişim 2017’de:
“Geriye dönüp baktığımda her bir yaş ve yaşam dönümümde, senden bana başka türlü bir bilgelik aktığını görüyorum. 20’li yaşlarımda nasıl bir feminizm sorusuna sende yanıt bulmam; 30’lu yaşlarımda feminizmin genişleyen sınırlarında hep birlikte nasıl genişleyebileceğimizi, feminizmi farklı mücadelelerle nasıl örebileceğimizi tekrar tekrar keşfederken yanımda seni bulmam; 40’lı yaşlarıma gelirken kadın dayanışmasının hayati önemini kendi acılı süreçlerimde deneyimlerken yine yanımda seni bulmam, bu süreçte kendini cömertçe paylaşman ve bana verdiğin cesaretle güçlenmem; ve şimdi 40’lı yaşlarımın ortalarında, sahiplenmeden alan açabilmenin inceliklerini öğrenmeye çalışırken ana ilham kaynağımı yine sende bulmam... Binlerce yıllık kadın bilgeliği, bütün zorlukları ve bedelleriyle birlikte, sende vücut bulmuş, binlerce kadına akmış, her birimize cesaret, güç, umut, heyecan ve yaşam sevinci aşılamış gibi hissediyorum. Bu kadınlardan biri olmak büyük bir ayrıcalık ve mutluluk.”
Bu mektuba kaldığım yerden devam etsem şunları yazardım:
50’li yaşlarımın ortalarına yaklaşırken, dünyada ve Türkiye’de akademinin, siyasetin ve feminizmin içinden geçtiği bu zor zamanlarda, yine senin hikayene ve feminizmine dönüyorum.
1980 askeri darbesini takiben YÖK’ün kurulmasıyla birlikte üniversiteden ayrılmana, feminist bilgi üretiminin üniversite dışında da mümkün olabileceğini göstermene, ve kendi yazdıklarınla yetinmeyip feminist bilginin derlenebileceği, paylaşılabileceği, çoğaltılabileceği Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’ni yaratmış olmana dönüyorum mesela… Bu kısacık hikayede en az üç kıymetli miras saklı: Akademik özgürlüklerden (bütün bedellerini göze alarak) ödün vermeme halin, feminist araştırma alanını üniversite dışına doğru genişletmen ve feminist kurumsallaşmaya verdiğin önem ve emek.
2014’te Meral Akkent’le birlikte düzenlediğimiz “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu” konferansının açılış konuşmasında üniversitelerdeki “kadın çalışmaları”na dair oldukça karamsar bir tablo çizmiştin: “Son yıllarda, hem üniversite öğrencisi kadınların sayısında ciddi artışlar olduğunu, hem de pekçok üniversitede ‘kadın araştırmaları’ bölümlerinin etkin bir faaliyette bulunduklarını izliyorum. Ama içeride ne değişti? Onu bilemem. Zira Maçoluk, çok güçlü bir ideolojik tavır olduğu gibi, bana kalırsa, okumuş, diplomalı, akademik titr sahibi erkeklerin maçoluğu, sıradan erkeklerinkine fark atar; baskın çıkar.”
Karamsarlığında haklıydın. Seni kaybettiğimiz 2017 yılı aynı zamanda büyük emeklerle kurulan kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları programlarının birbiri ardına gelen KHK’larla boşaltılmaya başlandığı yıl oldu. Ardından “toplumsal cinsiyet” kavramına saldırılar başladı ve birbiri ardına isim değişiklikleri geldi. Kadın ve toplumsal cinsiyet yerine artık “aile” merkezlerimiz ve programlarımız var. Akademik özgürlüklerin ise hem üniversite dışından gelen müdahalelerle hem içeriden yaşadığımız çürümeyle her geçen gün altı daha bir boşalıyor. Üstelik son günlerde benzer bir sürecin dünyanın dört bir yanında da yaşandığına tanık oluyoruz. İsrail’in soykırım ve savaş politikalarını eleştiren, Filistinlilerle dayanışmak isteyen öğrenciler, öğretim üyeleri, öğrenci kulüpleri binbir türlü saldırı ve sınırlamayla karşı karşıya kalıyorlar.
Evet çok zor zamanlardan geçiyoruz. Tam da bugünlerde senin zor zamanlarda attığın cesur, yaratıcı, yapıcı adımlardan alacağımız çok ders ve ilham var. Akademik özgürlükleri ilkesel olarak savunmanın bireysel ve kolektif yollarını bulabilecek miyiz? Geriye dönüp baktığımızda anlatacağımız hikayemiz ne olacak? Birlikte yaratma, dayanışma, iyiliği çoğaltma hikayeleri mi anlatacağız, yoksa bireysel ve kolektif alanda kötülüğü sıradanlaştırma, baskının, sansürün, otosansürün uygulayıcı, uygulatıcısı, sessiz tanığı olma hikayeleri mi?
Bu sorulara en net ve gururlu yanıtı verecek arkadaşlarımız şüphesiz Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ve öğrencileri. Ben bu yazıyı yazarken onlar “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşcesine” durdukları 1033. sessiz eylemlerini yapıyorlar, aralarındaki farkları zenginlik olarak görmenin bilgeliği ve gücüyle, akademik özgürlük, özerklik, liyakat ve dayanışma için her geçen gün daha da derinlere kök salarak bize geleceğin ormanını hazırlıyorlar. Bu kararlı mücadele ve dayanışma başka bir akademinin ve Türkiye’nin mümkün olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor bize. Öğrenciler ve öğrenci kulüpleri de bu hikayenin, bu ormanın vazgeçilmez parçaları olduklarını her fırsatta hatırlatıyorlar.

Mart 1992’de organize ettiğimiz 8 Mart etkinliği posterinde dört kulübün ismi var: Uluslararası İlişkiler Kulübü, İşletme ve Ekonomi Kulübü, Fotoğrafçılık Kulübü ve Müzik Kulübü. 1990’ların başında benim de parçası olduğum kulüpler arası dayanışmanın Boğaziçi’nde oldukça uzun bir tarihi var.
Ama Şubat 2021’de BÜLGTİ+ (Boğaziçi Üniversitesi Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks ve Artı Çalışmaları Kulübü) ve BÜKAK’ın (Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü) kapılarının mühürlenmesinin ardından gösterilen dayanışma, Türkiye’de herhangi bir alanda kolay kolay göremeyeceğimiz bir eylemlilik örneği olarak hafızalarımıza kazındı. Neredeyse bütün kulüplerin kendi logolarını gökkuşağı renkleriyle donatarak ve “bir kulüpte değil, her yerdeyiz… hepimiz LGBTİ+’yız” diyerek ortak bir duruş sergilemeleri kapsayıcı kesişimsel siyasetin en güçlü ifadelerinden biri olarak tarihe yazıldı.

Fotoğraf: Ayşe Gül Altınay, Şubat 2021 / Boğaziçi Üniversitesi
Seni ‘Kadın Günleri’ kapsamında 4 Mart 1992’de misafir etmiştik – BÜKAK ve BÜLGBTİ+’nın paylaştığı bu odanın hemen üstündeki Kırmızı Salon’da. Ben başta olmak üzere pek çok öğrenciye derinden dokunduğun konuşmanda feminist bilgi birikiminin ve kurumsallaşmanın önemini anlatmış, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’nden bahsetmiştin. Biz de bu etkinliğin ardından BÜ Kadın Grubu’nu kurmakla kalmamış, Kadın Çalışmaları Kulübü olarak kurumsallaşma adımları da atmıştık ama kulüp dilekçemiz hızla reddedilmişti. BÜKAK’ın kuruluşu 8 Mart 2000 imiş. Yani, Boğaziçi Üniversitesi, ilk 8 Mart etkinliğinden ancak 8 yıl sonra kadın çalışmaları kulübüne kavuşabilmiş. Bardağın dolu yanı, BÜKAK’ın 25 yıldır üniversitenin en aktif, en yaratıcı, en canlı kulüplerinden biri olması, aynı zamanda toplumsal cinsiyet çalışmalarının ve feminist bakış açısının – 2021’den bu yana devam eden etkileyici dayanışmanın da gösterdiği gibi – tüm kulüplere yayılmış olması.
Ne yazık ki tüm üniversiteler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin yaygınlaşması ve üniversitelerde de kurumsallaşmasıyla birlikte kendilerine varoluş ve dayanışma alanı açmaya çalışan feminist ve LGBTİ+ öğrenciler ve kulüplerinin nefes alma ve hareket etme alanları son yıllarda daraldıkça daralıyor. Tabii bu daralmayı mümkün kılan, aralarında feminist akademisyenlerin de olduğu pek çok öğretim üyesi ve yöneticinin, görmezden gelmekten sansür ve otosansür mekanizmalarına doğrudan destek vermeye uzanan geniş bir yelpazede “kötülüğün sıradanlığı”na teslim olmuş olması. Tam da burada senden ve akademik özgürlükleri ve feminist dayanışmayı merkezine alan kararlı duruşundan öğreneceğimiz çok şey var, sevgili Şirin.
Bir Feminist Dayanışma Eylemi olarak Şirin Tekeli Ödülü
2017’deki mektubumu sonlandırırken Şirin Tekeli’nin yaşayan mirasına dikkat çekmişim:
“Benim için ve eminim binlerce kadın için, sen hep var olacaksın! Gıyabında seninle yürümeye, senden öğrenmeye, senden güç almaya devam edeceğiz…”
Aynen de böyle oldu, oluyor. Ve bunun en somut sonuçlarından biri şu anda elimde: Alışın, Her Yerdeyiz! kitabı. SU Gender (Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi) olarak 2017’de başlattığımız Şirin Tekeli Araştırma Ödülü’nü (teşvik ödülleri dahil) geçtiğimiz 8 yılda 46 kişi almış. 46 birbirinden değerli feminist araştırma! Benim de önce SU Gender Direktörü şapkamla, sonra da jüri üyesi olarak 2017-2022 arasında parçası olduğum bu kıymetli ödül, Türkiye’de feminist araştırma alanının daraldığı bir dönemde (üniversite bağlantısı olsun veya olmasın) tüm erken dönem feminist araştırmacıları desteklemek üzere geliştirildi.
Bu ödülü tasarlarken ve hayata geçirirken kendimize tekrar tekrar şu soruları sorduk: Bir ödülü “feminist” yapacak olan nedir? Feminist bir ödülün daha iyi hikayesi nasıl olur?
Ayrıştırıcı, belli bir tür bilgi üretimini önceleyen, rekabetçi bir ödül anlayışı yerine birleştirici, kesişimsel, dayanışmacı bir anlayış benimseyerek, herhangi bir sıralama yapmadan, jürinin ödül ve teşvik kategorisine uygun gördüğü tüm araştırmalara ödül vermeyi seçtik.
Birinci yıldan başlayarak da bir önceki yılın ödül almış tüm araştırmacılarının yeni ödül sahipleriyle biraraya geldiği, Şirin Tekeli ile yakından çalışma fırsatı bulmuş akademisyen ve arkadaşlarının etkileyici giriş konuşmaları yaptıkları bir güne yayılmış bir konferans ile açtığımız dayanışma ve paylaşım alanını genişlettik.
Bu buluşmalarda hepimizi çok duygulandıran etkileşimler ve paylaşımlar yaşandı; araştırmacılar arası yeni işbirlikleri, yeni araştırma fikirleri doğdu.
Şunu da söylemem lazım: Bu çerçevede bir feminist ödül anlayışının gelişmesinde 2010’dan bu yana düzenlediğimiz Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü ve konferanslarında yaşadığımız deneyimlerin büyük bir rolü oldu. Çok erken kaybettiğimiz ve çok özlediğimiz sevgili arkadaşımız Dicle’nin dayanışmacı ruhu ile Şirin Tekeli’nin dayanışmacı ruhu “feminist ödül” anlayışımızın ana rehberleri ve ilham kaynakları oldular.
Son birkaç yılda Türkiye ve yurtdışında katıldığım feminist konferanslarda Şirin Tekeli Araştırma Ödülü’nü almış araştırmacıların etkileyici sunumlarını dinledikçe ve bu ödülün onlarda yarattığı güçlendirici, cesaretlendirici etkiyi gördükçe içim tekrar tekrar şükran doluyor – Şirin Tekeli başta olmak üzere, bu ödülü mümkün kılan herkese.[1] Ve ona yazdığım sözü hatırlıyorum: “Gıyabında seninle yürümeye, senden öğrenmeye, senden güç almaya devam edeceğiz…”
Alışın, Her Yerdeyiz!
Bu kolektif yürüyüşün en kıymetli ödüllerinden biri birkaç ay önce Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu’dan geldi: Alışın, Her Yerdeyiz! Mahcup Feministlerden Feminist Aktivistlere (Dipnot 2024) derlemesi. Ödül almış 12 yazarın 11 araştırma makalesinden oluşan bu etkileyici kitap, üç bölümden oluşuyor: Yeni Ekonomik Düzen/sizlikte Kadın-Erkek İlişkilerinin Değişimi, Dilde ve Edebiyatta Feminist Alanın İnşası, Değişen ve Değişmeyen Aktivizm Biçimleri. Ekolojiden tarihe, ağır ceza mahkemelerinden halı tezgahlarına, ders kitaplarından yaylalara, üniversitelerden aileye, türler arası ilişkilerden erkekliğe çok geniş bir yelpazede birbirinden etkileyici, güçlü, yaratıcı analizlerden oluşan bu derlemenin bir makalesi (Yonca Güneş Yücel ve Gözde Orhan’ın “Feminist Bir Atılım Olarak Çeviri: Yazko Kadın Dizisi”) bizi aynı zamanda Şirin Tekeli’nin kişisel arşiviyle buluşturarak Türkiye feminist ve çeviri tarihine çok özel bir pencere açıyor.
Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu, kitabın giriş yazısında (“Şirin Tekeli’nin İzinde: Mahcup Feministten Feminist Aktiviste”) 5Harfliler’de yayınlanan Esen Özdemir - Şirin Tekeli söyleşisinden yola çıkarak Şirin Tekeli’nin kendi deyimiyle “mahcup feminist”ten Türkiye’de feminist hereketi şekillendirecek bir feminist aktiviste dönüşme yolculuğunu ele alıyorlar. Bu yolculuk bireysel olduğu kadar kolektif bir yolculuk da... Bu etkileyici kitabın gösterdiği gibi, feminist aktivistler kadar feminist araştırmacılar da her yerde, her alanda fark yaratıyorlar! Ve bu fark, aynen Şirin Tekeli’nin hayat hikayesinde olduğu gibi, varolan kurumların çöktüğü yerde, elele veren kadınların ve LGBTİ+ların açtıkları dayanışma alanlarında yeni hayatlar buluyor.
Uzun yıllar toplumsal cinsiyet çalışmalarının üniversitelerde gelişmesine, köklenmesine hizmet verdikten, çok sayıda öğrencinin ve Türkiye akademisinin ufkunu açtıktan sonra barışa imza attıkları için üniversite dışında hayatlarını sürdürmek zorunda kalan Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu da, Şirin Tekeli gibi, feminist dayanışma, mücadele, yaratıcı ifade ve kolektif yaratım alanları açmanın en güzel örneklerini sergiliyorlar; Eşitlik için Kadın Platformu’ndan (EŞİK) Aramızda Derneği’ne, Gazete Duvar’dan bianet’e, Feminist Tahayyül dergisinden Feminist Bellek’e pek çok feminist mecrada yazmaya, örgütlenmeye, dayanışma ağları örmeye, genç araştırmacı ve aktivistleri desteklemeye devam ediyorlar.
Funda Şenol’un sürdürdüğü bir de Mor Rota feminist şehir yürüyüşleri var ki feminist hafıza ve hikaye anlatıcılığına yepyeni sayfalar açıyor. Alışın, Her Yerdeyiz! bu çoklu varoluşun getirdiği deneyimlerden ve bilgelikten de beslenerek ortaya çıkmış bir derleme.
Son yıllarda feminist harekette çok kullanılan bir söz var: “Kadın kadının yurdudur.” Feminist yolculuk, kendimizin ve birbirimizin yurdu olmayı öğrenme yolculuğumuz.
Her birimizin feminist yolculuğu biricik, kolektif yolculuğumuz ise tek kelimeyle büyüleyici. Funda ve Sevgi, benim için bu yolculuğun en sahici, en güçlü ifadelerini temsil ediyorlar – keza, ödülün geliştirilmesi ve sürdürülmesinde büyük emeği olan Hülya Adak, jüri üyesi olmakla kalmayıp editoryal sürece de destek veren Ayşe Öncü ve kitabın son okumasını yapan Özge Ertem ve Tuğba Yıldırım da. Sizlerin ve her bir makale yazarının emeği, yüreği, aklı ve cesaretiyle ortaya çıkan Alışın, Her Yerdeyiz!’in 33 yıl önce Şirin Tekeli’yle başlayan feminizm yolculuğumda şimdiden özel bir yeri var. Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık! Şirin Tekeli’nin hepinize sımsıkı sarıldığını ve en güçlü ifadelerle kutladığını hayal ediyorum.
Bu kadar çok kullanmamdan da anlamışsınızdır, kitabın ismine bayıldım! Onunla bitireyim: Aktivizmden akademiye, ekrandan sokağa, yerden göğe, alışın, her yerdeyiz!
TIKLAYIN - Şirin Tekeli bianet yazıları
(AGA/EMK)
Kaynakça:
Altınay, Ayşe Gül (2002) “Bedenimiz ve Biz: Bekaret ve Cinselliğin Siyaseti” 90’larda Türkiye’de Feminizm içinde, der. Aksu Bora ve Asena Günal. Istanbul: İletişim, s.323-343.
Şenol, Funda ve Sevgi Uçan Çubukçu (2024) Alışın, Her Yerdeyiz! Mahcup Feministlerden Feminist Aktivistlere. İstanbul: Dipnot Yayınları.
[1] Ödülü destekleyen İsveç Konsolosluğu ve Sigrid Rausing Vakfı’na, ödülün çatısını oluştururken deneyimlerinden ve görüşlerinden çok şey öğrendiğimiz kurucu jüri üyeleri Ayşe Öncü, Deniz Kandiyoti, Fatmagül Berktay, Sibel Irzık ve Yeşim Arat’a, pandemi döneminde ödülü canlı tutan, yeni kaynak mekanizmaları yaratan ve ödül almış makalelerden bir kitap derleme fikrini geliştirerek hayata geçmesi için büyük emek veren dönemin SU Gender Direktörü Hülya Adak’a, bu kitabı derlemeyi kabul ederek tüm zorluklara rağmen sonuna kadar canla başla çalışan ve hepimize büyük bir hediye veren Funda Şenol ve Sevgi Uçan Çubukçu’ya, ödül ve kitabın hazırlık süreçlerini koordine eden Begüm Acar’a ve kitabın ayrıntılı okumasını yaparak dil bütünlüğünü sağlayan Özge Ertem ve Tuğba Yıldırım’a özel bir teşekkür borçluyuz diye düşünüyorum – hem ödülün benim tanık olduğum ilk 5 yılındaki emekleri için, hem de Alışın Her Yerdeyiz! kitabı için.