* Fotoğraf: Sivil Sayfalar
Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilim ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Cuma Çiçek'in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
(Çiçek beyanını 19 Eylül tarihindeki duruşmada sundu. Mahkeme, beraat kararı verdi.)
Sayın Başkan, Sayın Heyet Üyeleri,
11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna açıklanan “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metne imza attığım için, savcılık tarafından yüzlerce meslektaşım gibi terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararında gerekçeleri ayrıntılı şekilde izah edildiği üzere, söz konusu metne attığım imza ifade özgürlüğü kapsamındadır ve isnat edilen suçlamayla bir ilgisi yoktur. Devlet ve hükümet politikalarını eleştiren bir metin hiç kuşkusuz eleştirilerin konusu olabilir. Bununla birlikte, dava konusu olmaması gerekir.
Ne yazık ki şahsımın da içinde olduğu yüzlerce akademisyen, ayları bulan siyasi ve toplumsal bir linçten sonra, yargılanmayla karşı karşıya kalmıştır. Neredeyse dört yılı bulan bu yargılama sürecinin, sadece ifade özgürlüğü konusunda değil, aynı zamanda Türkiye’nin siyasi tarihi içerisinde de önemli bir vaka olarak yer alacağını hatırlatmak isterim.
Sayın Heyet Üyeleri,
Söz konusu metni Kürt meselesinin diyalog ve müzakere yöntemleriyle çözümünü savunmak, vatandaşların barış içerisinde yaşama hakkına sahip çıkmak için imzaladım. Yaşam hakkı ihlali başta olmak üzere, çatışma döneminde meydana gelen yaygın insan hakları ihlallerine dikkat çekmek istedim.
15 Aralık 1978 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oy birliğiyle kabul edildiği ve teyit edildiği üzere, “her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkında sahiptir”.
Uppsala Üniversitesi Barış ve Çatışma Araştırmaları Bölümü verilerine göre, 2013-2015 Çözüm Sürecinde 40 kişi yaşamını yitirmiştir. Buna karşın, Çözüm Sürecinin bitmesiyle birlikte, 2015-2018 yılları arasında toplam 3.572 kişi hayatını kaybetmiştir. İçişleri Bakanlığı verilerine göre ise can kaybı 10 binin üzerindedir.
Birleşmiş Milletler, Mazlum-Der, İnsan Hakları Derneği gibi yerel ve uluslararası kuruluşların raporlarına göre, kentlerde meydana gelen çatışmalar yaklaşık 500 bin vatandaşın yerinden edilmesine neden olmuştur.
Çözüm Sürecinin gösterdiği üzere, barış içerisinde yaşama şansı varken ve bu herkes için bir hak iken, önünü alamadığımız çatışmalar bugün Suriye kriziyle birlikte çok daha çetrefilli hale gelmiş, herkes için karanlık ve belirsiz bir tablo ortaya çıkarmıştır.
Çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası üzerine çalışan bir akademisyen olarak hatırlatmak isterim ki son iki yüzyılda beş kıtada 122 ülkede meydana gelen çatışma vakalarının gösterdiği üzere, Kürt meselesi ve ondan kaynaklı kimlik temelli çatışmaların güvenlik politikalarıyla ve şiddet araçlarıyla çözülmesi mümkün değildir.
Güvenlik politikaları ve şiddet araçları çoğunlukla sorunun ötelenmesine ve çok daha ağır bir şekilde yeniden ortaya çıkmasına neden olur.
Dünya deneyimleri gibi Kürt meselesinin iki yüz yıllık tarihi ve 1984 yılından bu yana devam eden çatışmalar da bu durumu teyit ediyor. Bunu görmek ve anlamak için asgari bir öğrenme becerisine ve kapasitesine sahip olmak yeterlidir.
Bu durum sadece bireyler için değil, kurumlar için de geçerlidir. Bugün, yüzlerce meslektaşımla birlikte yargılandığım bu dava gösteriyor ki Türkiye’de sadece sivil ve askeri bürokrasinin değil, siyaset kurumunun da öğrenme becerisi oldukça sınırlıdır. Bu sınır, ne yazık ki, hayatlarımıza mal olmaktadır.
AK Parti hükümeti, 2012 yılından bu yana, Filipinler Devleti ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) arasında süren kimlik temelli çatışmaların sonlanması için İngiltere, Japonya ve Suudi Arabistan ile birlikte arabuluculuk yaptı ve uluslararası silahsızlanma komisyonuna başkanlık etti. Neredeyse elli yılı bulan çatışmalar, Türkiye’nin de katkılarıyla 2019 Ocak ayında sonlandı.
Türkiye, Filipinler’de meydana gelen çatışmaların diyalog ve müzakere yolu ile sonlanması için arabuluculuk yaparken, Kürt meselesini güvenlik politikaları ve şiddet araçlarıyla çözmeye çalışıyor.
Kentlere taşan, içinde 300’den fazla kadın, çocuk ve yaşlının olduğu binlerce can kaybına ve yüzbinlerce zorla yerinden etmeye neden olan çatışmalar karşısında herkesin susmasını ve onaylamasını bekliyor.
Kürt meselesinin barışçıl demokratik yollarla çözümünü dert edinmiş, konuya dair bilgi üreterek katkı sunmaya çalışan bir akademisyen olarak binlerce insanın hayatına mal olan çatışmaları onaylamam veya desteklemem söz konusu olamaz.
Annelerin, çocukların cenazelerinin günlerce sokakta bekletilmesine, buzdolaplarında saklanmasına karşı susamam, susarak rıza gösteremem.
Sonuç olarak, savcılığın tüm suçlamalarını reddediyorum. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metni imzalayarak, Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası ve bölgesel sözleşmenin yanı sıra, Anayasa ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkımı kullandım.
Kürt meselesinin barışçıl demokratik yollarla çözümünü savundum ve vatandaşların barış içerisinde yaşama hakkına sahip çıktım.
Tüm bu gerekçelerle beraatimi talep ediyorum. (CÇ/TP)