Yaşar Üniversitesi'nden Prof. Dr. Deniz Özdemir'in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 29. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Başkan ve Sayın heyet üyeleri,
11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna açıklanan 'Bu suça ortak olmayacağız' başlıklı metin dolayısı ile “terör örgütü propagandası yapma” iddiasıyla açılmış olan dava nedeniyle bugün karşınızdayım.
Hayatı boyunca vergisini kuruşu kuruşuna ödeyen, trafik cezası dâhil hiçbir suç işlemeyen, şiddet karşıtı bir vatandaş olarak bir ağır ceza mahkemesinde yargılanmanın şaşkınlığını yaşıyorum. Dilim sürçerse affola...
Bu davadan yargılanan ve her biri başka konularda uzman olan meslektaşlarım, daha önce Cumhuriyet Savcısı İsmet Bozkurt tarafından kaleme alınan iddianamedeki hukuki ve mantıksal hataları ayrıntılı bir şekilde özetlediler. Ben bu konudaki değerlendirmeyi avukatlarıma bırakarak kısaca neden bu metne onay verdiğimi söylemek isterim.
Sadece bir not olarak iddianame dosyasında Emre Erciş’e ait kişisel hezeyanlarını paylaştığı bir metin var. Sanırım bir haber sitesinin “özel haberi”. Yaklaşık 10 sayfalık bu internet çıktısında 78 farklı kişinin, çeşitli farklı kombinasyonlarla ilişki şemaları içerisinde adı geçiyor.
Yazar bu kişilerin “etki ajanı” olduğunu iddia ediyor. Ben bu 78 kişiden birisi değilim. Bu 78 kişinin çoğunu basından bilmekle birlikte HİÇBİRİSİNİ kişisel olarak tanımıyorum. Herhangi bir ilişkim yok. Bu yazı ne sebeple, bana karşı neyin delili olarak, dosyamda bulunuyor anlamış değilim. Emre Erciş adını da ilk defa bu dosyada gördüm. İnternetten baktım; Kendisinin halen 23. ACM’de MASAK raporuna göre FETÖ terör örgütü üyesi şahıslarla para trafiği olduğu iddiası ile yargılandığını öğrendim. Ben bu şahsı da tanımıyorum. Benimle ilişkisi olmayan iddialarının dosyamda olmasını çok yadırgadım.
Benzer şekilde talimat aldığım iddia edilen Bese Hozat’ı da tanımam. Talimat olduğu söylenen metni ilk kez dosyada gördüm ama çok küçük puntolarla basılmış kötü bir fotokopi olduğu için okuyamadım. Halen ne dediğini bilmiyorum ama ben kendimi biliyorum.
Çok küçük yaşlardan itibaren kendi kararlarını kendi özgür iradesi ile veren bir insan olarak herhangi bir otoriteden emir almakla ilgili hep bir sorunum oldu. Kendi akıl süzgecimden geçirip kendi mantığımla onaylamadığım hiçbir şeye körü körüne uyabilen bir insan değilim. Talimat aldığım ve bir talimat ile bu metne destek verdiğim iddiasını da kesinlikle reddediyorum.
Bu metine onay vermek benim için bir vicdan meselesidir. O dönem İzmir’de çalışıyor ve yaşıyordum. TV ve yazılı basında izlediğim, okuduğum haberler, sosyal medyada gördüğüm fotoğraf ve tanıklıklar yüreğimi dağlıyordu. Özellikle Silopi’de öldürülüp, cansız bedeni bir hafta sokaktan alınamayan Taybet İnan’ın oğlunun gazetelere gönderdiği mektubu [1] okuduktan sonra uzun süre sevdiğin insan yaralı iken seyretmenin, cansız bedenine kedi, köpek vs. gelmesin diye nöbet tutmanın ağırlığını düşündüm. Kendi konforlu hayatımdan utandım.
Aynı günlerde internette gezinirken karşıma çıkan bu metni içindeki kelimeleri çok da önemsemeden belki bu konuda bir adım atılmasına vesile olur umudu ile onayladım. Bu onay Taybet İnan’ın oğlu Mehmet İnan’a acınızı paylaşıyorum demenin bir yoluydu benim için. Bunu da yapmasam kendi insanlığımdan utanırdım.
Söz konusu metni, başta yaşam hakkı olmak üzere herkesin insanca yaşama, eğitim, sağlık hizmetlerine ulaşma, ölülerini kendi inançları doğrultusunda gömme haklarının savunusuna inandığım için imzaladım.
Metinde, genel itibariyle, ülkede yaşanan silahlı çatışmalar ve ilan edilen sokağa çıkma yasakları eleştirilmekte, yasakların uygulandığı yerlerdeki anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği tespiti yapılmaktadır. Ayrıca devlete uyguladığı politikalardan vazgeçmesi, sokağa çıkma yasaklarını kaldırması, insan hakları ihlali suçlarının faillerinin tespit edilerek cezalandırılmaları, sokağa çıkma yasakları ve gayri insani muameleler nedeniyle mağdur edilen yurttaşların zararlarının giderilmesi istenmektedir.
Metin “şiddet içermeyen”, “şiddete çağırmayan”, “cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemleri teşvik etmeyen, meşru göstermeyen” bir barış çağrısıdır.
Bu bir düşünce beyanıdır. Söz konusu metne ülkemizde barış içinde ve insancıl koşullarda yaşama hakkının tesis edilmesi için bütün çabaların gösterilmesi amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, uluslararası sözleşmeler ve bu özgürlüğü tanıyan diğer yasalar ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklere dayanarak imza attım.
Ben bir akademisyenim, barış içinde yaşamak, bilimsel çalışmalarımı huzurlu ve özgür bir ortamda yapmak istiyorum. Düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün demokrasinin gereği olduğuna, ülkenin bütün sorunlarının şiddetle değil, demokratik tartışmalarla çözülebileceğine inanırım.
Yukarıda açıkladığım gibi, söz konusu metni, ifade özgürlüğüm kapsamında kalan eleştiri hakkımı kullanarak onaylarken, herhangi bir suç kastı taşımadım. Kimseden talimat almadım, şiddet çağrısı yapmadım, hiçbir örgütün propagandasını yapmadım.
İsnat edilen suçlamayı kabul etmiyorum. Derhal beraatimi talep ediyorum. (DÖ/TP)
[1] “Cansız bedeni yedi gün sokak ortasında kalan anneye mesaj”, 4 Ocak 2016 Cumhuriyet Gazetesi haberi: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/458038/Cansiz_bedeni_yedi_gun_sokak_ortasinda_kalan_anneye_mesaj.html