Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Arş. Gör. Hazal Halavut'un Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Hakkımdaki suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini barış istediğim için imzaladım.
İddianame, hiçbir suç unsuru barındırmayan imzamıza bir suç yakıştırabilmek için argümanlarına 1980’li yıllardan başlamış. Aynı şekilde 80’li yıllardan başlayarak barışın tehlikeli bir kelime hâline gelişinin tarihini anlatmak da mümkün.
Yine de, kırk yıldır, bu tehlikeyi göze alan sayısız insan barış istemeye devam etti bu ülkede. Tarifi ve telafisi mümkün olmayan bedeller ödediler bunun karşılığında.
Çoğumuzun etki gücüne hiç inancı olmadığı hâlde attığı imzayı, bir barış davasına dönüştürerek bizleri de bu tarihe eklemiş oldunuz. Bu imzayı neden attığımıza değil, neden imza atmak dışında bir şey yapamadığımız sorusuna cevap vermemiz gerekecek bir gün.
2015 yazında sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte başlayan süreçte Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de ve Silopi’de yaşananları asla tam olarak bilemeyeceğiz. Ama sınırlı kaynaktan ulaşabildiğimiz bilgiler bile 2015 Ağustos’undan, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metninin ortaya çıktığı 2016 Ocak’ına kadar geçen beş aylık sürede korkunç bir şiddet hafızası oluşturmaya yetti.
Metinde sıralanan ve sonlandırılması talep edilen insan hakkı ihlalleri, savcılığın öne sürdüğü gibi teröre, örgüte, propagandaya filan değil, bu hafızaya dayanıyor. Yargılamalarımızın başladığı Aralık 2017 tarihinden bu yana dinlediğiniz pek çok akademisyen, dava dosyalarında sundukları raporlarla belgeledi bu ihlalleri.
Yine pek çok akademisyen Silopi’de ölü bedeni 7 gün sokakta kalan Taybet İnan’dan, Cizre’de evinin avlusunda vurulan ve annesinin bedenini üç gün derin dondurucuda tutmak zorunda kaldığı 10 yaşındaki Cemile Çağırga’dan, evinde yaralanan bir kadına yardım etmek üzere giderken keskin nişancılar tarafından kafasından vurulan Cizre Devlet Hastanesi çalışanı Aziz Yural’dan, hafızalara kazınan tekil örneklerden bahsettiler beyanlarında.
Ben de bütün bu raporları okuyarak, bölgeden gelen haberleri takip ederek, tek tek isimlerle ve olan bitenle sarsılarak imzaladım metni. Ama hafızamda yer eden başka şeyler de oldu.
İddianame, metinde yer alan insan hakkı ihlallerinin gerçeği yansıtmadığını öne sürerek, bu ihlaller üzerinden devlete barış çağrısı yapmanın devleti karalama ve terör örgütü propagandası yapma maksatlı olduğunu iddia ediyor.
Delillere değil varsayımlara dayanan bu suçlamanın hukuki boyutunu avukatım yanıtlayacak. Benimse Cumhuriyet savcısına yöneltmek istediğim bir soru var. Kendisi iddianameyi hazırlarken Polis Özel Harekat (PÖH) ve Jandarma Özel Harekat ‘ın (JÖH) sosyal medya hesaplarına hiç baktı mı acaba?
Çünkü gerçeği yansıtmadığını ileri sürdüğü bu insan hakkı ihlallerinin çoğunu 2015 Ağustos-2016 Ocak tarihleri arasında PÖH, JÖH ve bunlara bağlı sosyal medya hesapları gün gün belgeledi.
Belki iddianameyi düzenleyen Cumhuriyet savcısı o günlerde bölgede neler olup bittiğini bildiren az sayıda medya organına güvenmiyordur. Ama polise ve jandarmaya güveneceğini tahmin ediyorum.
Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de yaşananların boyutlarına dair benim kişisel olarak fikrimin oluşmasına sebep olan ve hafızamdan kazınmayan görüntülerin tamamı sosyal medyada JÖH ve PÖH hesaplarının paylaşımlarıyla önüme düştü.
İçim kaldırmadığı için takip etmediğim bu hesapların zafer nidalarıyla paylaştığı yanmış, parçalanmış cesetler, işkence görüntüleri, boşaltılmış evlerin yatak odalarında, çekmecelerden, sandıklardan çıkarılmış kadın iç çamaşırlarının fetih coşkusuyla sergilendiği hatıra fotoğrafları Twitterda ve Facebookta binlerce kez paylaşıldı. Bir kısmı sonradan kaldırılmış bile olsa mahkemeniz, geriye dönük bir aramayla bu fotoğrafların, belgelerin tamamına ulaşabilir sanırım.
Boşaltılmış mahallelerdeki duvar yazıları ise hâlâ pek çok PÖH ve JÖH hesabının kapak fotoğrafı olduğundan, onları aramaya bile gerek yok. Özel harekatın önlerinde poz verdiği “Kurdun dişine kan değdi, korkun!”, “Türk’e biat etmek zorundasın” “Türk’ün gücünü göreceksiniz”, “Ya sev, ya terket” gibi duvar yazıları manzaranın bir yüzü.
Diğer tarafta boşaltılmış evlerin yatak odalarında maskeli, silahlı özel harekatçıların aynaya çizdikleri kalplerle çektirdikleri “Aşk Yüksekova’da başka yaşanıyor”, “Oğlan evi geldi, kız evi nerede?”, “Kızlar geldik, yoktunuz” hatıra fotoğrafları yer alıyor.
Aylarca süren bu yazılamalarda kendini dışa vuran Türklük ve erkeklik bileşiminin, “karşı tarafa” nasıl yönelebileceğini tahmin etmek zor değil. Harekatçılar arasında en popüler duvar yazılarından biri olan “Türksen övün, değilsen itaat et” sözü, Türk olmayan herkesin karşı taraf olduğunu, evlerini terk etmek zorunda kalmış kadınların eşyalarıyla, iç çamaşırlarıyla yapılan “tecavüz şakaları”, kadınların nasıl bir tehdit altında olduğunu anlatmaya yetiyor.
Bir feminist olarak, bulunduğum pek çok alanda savaşın, çatışmanın, bu şiddet ortamının en çok kadınları vurduğunu yıllardır duydum, dinledim, okudum, hatta konuştum. Ama iyi bildiğimi düşündüğüm bu durumun kare kare fotoğraflanarak, daha ânın içindeyken fetih hatırasına dönüştürüldüğüne tanık olmamıştım daha önce.
Barış bildirisini imzalamamın altında yatan sebepler, bu davanın varsayımlara dayalı iddianamesinin aksine, özel harekâtçıların belgelere dayalı sosyal medya arşivinde bulunuyor.
Söyleyeceklerimin bu davanın seyrine bir etki etmeyeceğini biliyorum. Şimdiye kadar görülen davalar ve verilen kararlar bunu ispat etmeye yetti. Bu nedenle sözümü uzatmayacağım.
Barış, bu ülkedeki herkes ama en çok da kadınlar için, çok acil ve hayati bir ihtiyaç olduğu için imzaladım metni.
Barış talebimi bulunduğum her alanda, elimdeki bütün araçlarla ifade etmekle sorumlu olduğuma inandığım için imzaladım. 2009-2014 arası süreçte çözüm, demokrasi, barış kelimeleri devlet katlarında da kullanılırken aldığımız kısa nefesi hatırladığım için imzaladım.
Hakkımdaki suçlamaları reddediyor, beraatimi istiyorum. (HH/TP)