Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Felsefe Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Zeliha Burcu Acar'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti
Öncelikle yapılan suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Benim için barış bildirisinin amacı, yaşanan olaylar sırasında sivillere karşı yapılan hak ihlallerini eleştirmektir. Bu amaç bir bakıma bildirinin dar anlamlı amacıdır. Bu bildiriden daha geniş boyutlu anlamlar da çıkarılabilir.
Ülkemizde istenilen şekilde olmadığı takdirde kimsenin bahsetmesine onay verilmeyen bazı konular vardır. Bunlardan biri de malum “Kürt sorunu”dur.
Kürt sorunu farklı boyutları olan çok ciddi toplumsal ve siyasal bir sorundur. Bu konuda farklı öneriler dile getirilebilir. Bu öneriler siyaset alanında tartışılır. Ama bunların burada tartışılması ve hukuki bir müeyyide haline getirilmesi akıl dışı bir durum ve vakit kaybıdır.
İktidara gelen kim olursa olsun çözüm arayışını, diyaloğu müzakere desteklerim. Zaten bildiride dile getirilen taleplerden biri de müzakere aşamasına geri dönülmesidir. Bu bağlamda iddianameyi yazan savcının da belirttiği gibi bildirinin yazılanların ötesinde bir anlamı daha vardır.
Ama tabi ki iddianamenin yazarı ile bu anlam konusunda farklı görüşlerimiz var.
Bence geniş anlamı içerisinde bu bildirinin temel amacı; bilimsel çalışmalar yapan ve herhangi bir baskı altında kalmadan özgürce düşünme, belirli sorunlar ve konular hakkında yeni ve daha ufuk açıcı fikirler öne sürme ve bunu yaparken cesur, yenilikçi ve açık davranma sorumluluğu olan benim gibi akademisyenlerin kendi ülkelerindeki yakıcı ve can alıcı bir sorun hakkında fikrini beyan etme çabasıdır.
Bu fikir de Kürt sorununun şiddet dışında yöntemlerle çözülmesi fikridir.
Benim gibi felsefe ya da diğer sosyal bilimler alanında çalışan insanlarsanız düşünmek, zaman zaman iktidardakiler de dahil olmak üzere çoğu insana karşıt bir şekilde de olsa bu düşündüklerinizi ifade etmek zorundasınız.
Uzun bir zamandır ilk defa benim ülkemde akademisyenlere devam etmekte olan bir sorun hakkında fikirleri soruldu (her ne kadar bu sorunun sorulma ortamını kendileri yaratmış olsa da) ve onlar da fikrini beyan etti. Ki yapılması gereken de budur.
Fikirlerini sunarken de herhangi birisinin istediğini söylemek zorunda değildirler. Çünkü akademisyenler doğru bildiklerini ifade etmek ve olaylara yeni bakış açıları getirmek konusunda da sorumluluk taşır. Zira tez ya da makale yazarken bizden istenen en temel şey orijinal bir fikir öne sürmektir.
Kendi duruşmam dışında sadece birkaç arkadaşın duruşmasını izleyebildim. Çoğunlukla imzacı arkadaşların savunmalarını gazete haberlerinden takip ettim. Arkadaşım diyorum ama büyük çoğunluğu önceden tanımışlığım yoktur.
Metnin kamuoyuna açıklanmasından sonra imzacılara yönelik hedef gösteren tutumlar, gözaltılar, tutuklamalar, ihraç süreçleri yaşanırken de hiçbir zaman bildiriyi yazanın kim olduğunu sormadım ki bence bu çok önemli de değildir.
İmza atanların arasından kendi bölümümde ve fakültemde olanlar dışındakilerle imza sonrasında tanıştım. O yüzden devlete karşı örgütlü olarak bir suça katılmış olduğum iddiası yersizdir.
Ben şu an Mersin’de yaşıyorum. En son OHAL Komisyonu’na başvurumu vermek için Mersin Valiliği’ne başvurdum. Farkındayım ki bütün devlet daireleri ve valiliklerin etrafı şu an dikenli tellerle çevrili ve aşırı güvenlik önlemleri altındadır.
Bu görüntü ve fiili durum devlet ve vatandaşları arasındaki sınırlar açısından çok şey anlatmaktadır. Böyle olmaması gerekir. Güvenlik güçleri, valilikler gibi yönetim birimleri ve diğer insanlar arasındaki uçurum Kürt sorunu çözülmedikçe derinleşmektedir.
Barış bildirisi bir anlamda da bu duruma itiraz etmektir. Geniş anlamları diye kastettiklerimden bir diğeri de budur.
Benim referans aldığım, esinlendiğim ve fikirlerimi yönlendirirken etkilendiğim yer sadece bilim ve felsefedir. Her zaman da böyle olacaktır.
Benim ve aralarında çok değerli anayasa profesörlerinin de dahil olduğu pek çok akademisyenin bu yargılamalar, suçlamalar ve hatta cezaevine girmek de dahil olmak üzere cezalandırmalar sırasında yola gelip rehabilite edileceğimize sizler de inanmıyorsunuzdur.
Kitaplar aynı kitaplardır, bilim ve felsefe aynı ufuk açıcı ve aydınlatıcı temeller doğrultusundadır. Kim ne derse desin ve nasıl bir ceza uygun görülürse görülsün bu fikirler bizim kafamızdadır. Değiştirmemizi beklediğinizi sanmıyorum.
Üstelik sizlerin de “fikirleri yargılayanlar” bu durumuna düşmekten memnun olduğunuzu da sanmıyorum. Eğer bildiriyi imzalayan arkadaşlarımın ve benim cezaevine girmemizle sorunun çözüleceğine gerçekten inanıyorsanız ona göre karar verirsiniz. Bir çözüm olacaksa hepimiz cezaevine girelim.
Diğer yandan bu durumdan kurtulmak da hepimizin elindedir. Hukuk ve ülkemiz için daha yararlı ve daha iyi bir şey yapmak istiyorsanız bu duruşmanın sonunda verilecek karar bellidir.
Benim önüme sivillerin öldürülmesini eleştiren ve Kürt sorununun şiddetle çözülmesini kınayan bir bildiri geldi. İnternette gazete okurken karşılaşmıştım. Bildirinin benim için ifade ettiği fikirleri doğru bulduğum için imzaladım.
Benim için bildirinin en geniş ve en nihai anlamlarını anlamaya çalıştım. İmzaladım ve halen de buna katılıyorum.
Bir devletin kuruluş ya da kendisini devam ettirme çabalarına anlam veriyorum. Ancak bu çabalar sırasında yapılan hak ihlallerine hak vermemi kimse bekleyemez. Aynı zamanda kendi anayasal hakkını, dilini koruma ve var olma çabasına da anlam veriyorum.
Bence Kürtlerin herhangi bir ülkede, Türkiye’de, Suriye’de, Irak ya da İran’da diğer vatandaşlar gibi haklar kazanması, dillerini ve kendilerini yaşatmaya ve farklarını korumaya çalışırken mücadele etmesi yapılması gereken bir şeydir. Ama dikkat ederseniz devletin kendini kurma ve koruma çabası da onun içerisinde yaşayan halkların kendini var etme çabası da şiddet içerebilir. Ama ben bu çabaların kesinlikle şiddete başvurulmadan çözülmesinden yanayım.
Daha doğrusu bir devletin kendi sınırları içerisinde yaşayan bütün halkların haklarını savunması gerektiğine inanıyorum. Olaya bu şekilde bakıldıkça da şiddet dışında daha rasyonel, barışçıl ve geniş kapsamlı çözümler getirilebileceğini düşünüyorum.
Bu bildiride hiç kimse için bir şiddet çağrısı yapılmamıştır. Hiç söylemediğim bir şey için “neden tersini söylemedin” gibi bir soruya da artık yanıt vermek istemiyorum.
Ayrıca şu an üzerinde çok konuşulan beka sorunu için de şöyle söylemek istiyorum. Benim ülkemde ya da herhangi bir ülkede Kürtlerin diğer insanlar gibi yaşamak için hak kazanmasını ülkemin bekası için bir sorun olarak görmüyorum.
Tıpkı diğer insanlar gibi herkesin anayasalar çerçevesinde yaşamaya, siyaset yapmaya ve dilini yaşatmak için çaba göstermeye hakkı vardır.
Bence bu mesnetsiz ve dayanaksız, sadece benim kafamın içinde yer alan fikirleri okuyabildiğini iddia eden birisi tarafından yazılan iddianame ile bana dava açılması ve hatta bazı akademisyenlerin şu an cezaevinde olması ülkemin bekası için daha önemli bir sorundur.
Çünkü zaman zaman hukuka aykırı davrananların bile söylediği gibi hukuk hepimize lazımdır. Beraber yaşamamızın koşuludur. Benim burada yazılan suçlamalarla bir ilgim olmadığını bizzat iddianameyi yazan savcının kendisi ve buradaki mahkeme heyeti de bilmektedir.
Özgeçmişimin incelenmesi ve bugüne kadar yaptıklarım bunu kanıtlayacaktır. O yüzden beraat kararlarımızın ülkemin bekası için çok daha anlamlı olacağına inanıyorum.
Ben 1981 doğumluyum. Çocukluğumdan beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılan “temizlik operasyonları” haberleri ile büyüdüm.
Kürt sorununun çözümü için “temizlik” kelimesinin kullanılmasından hep rahatsız olmuşumdur. Hiçbir devlet kendi vatandaşlarına karşı böyle bir tavır almamalıdır. Yasal temsilcilerinin cezaevinde olması ve bugün gelinen durum şiddeti geri çağırabilir. Ama olmaması gerekir. Şiddet hiçbir koşulda desteklenmemelidir.
Bir ülkede ne çoğunluk olan ne de azınlıkta olan halklar için sadece şiddete yönelik çağrılar anlamsızdır, tehlikelidir ve temelinde içeriği boş ve son çare olarak kullanılmaya mahkum çözüm yöntemleridir. Çaresizlik ve acizlik de ne kendi ülkeme, ne herhangi bir halka ne de genel olarak herhangi bir insana yakıştırabildiğim bir durum değildir.
Bunun dışında kendi bölümüm felsefeye dair bir şey söylemek istiyorum. Biz her zaman teori ve pratik ya da gerçeklik ya da onu yansıttığını iddia eden fikirler arasındaki çelişki konusuyla uğraşmışızdır.
Benim bu konuda genel olarak savunduğum iddia çok fazla vurgulanan, soyutlanan ve deneyimdeki ya da asıl yaşanan olaylardaki kökenlerinden koparılıp yüceltilen iddiaların hiçbir işe yaramadığı ve boş konuşmalardan ibaret olduğu iddiasıdır.
Mesela bu bitmek bilmeyen soruşturma sırasında birçok kez ifade verdim. Bana her zaman aynı sorular soruldu; “PKK bir terör örgütü müdür?”, “yanıt vermek istemiyorum” dediğimde de, ömrümde terörle uzaktan yakından bir ilişkim olmadığı halde malum suçlamalarla karşılaştım. Ama daha önemlisi şudur ki yukarıdaki can alıcı soru, ne yazık ki hem maddi hem de manevi anlamda can alıcı olan bu soru hiçbir şey ifade etmemektedir. Soruyu soran herkesin niyetinden şüphe ediyorum.
Buradaki herkes de biliyor ki bu soru beni suçlu göstermek için soruldu. Benim ülkemin böyle bir sorunu ve böyle bir tarihsel gerçekliği vardır. Adı geçen örgüt bu gerçekliğin bir parçasıdır. Sorun çözülmediği sürece de bu böyle kalacaktır.
Ben onun yaşaması için destek vermiyorum, ben sorunun çözülmesi ve şiddetten başka bir yöntemle çözülmesi için destek veriyorum. Bildiriyi imzalamamın sebebi de budur.
Zaman zaman iktidar partisi adı geçen örgütle ilgili görüşme yaptığında takdir toplarken benim bu konuda söylediğim her şey aleyhime delil olarak kullanılmaya çalışılmaktadır.
Önemli olan bir şeyin adının ve sıfatlarının ne olduğu değil, içeriği ve deneyimle olan bağlantısıdır. Bu bağlamda Türk devleti kötü müdür? Kürtler savaş yanlısı mıdır? Türk ulusu iyi midir? gibi sorular ne zaman sorulsa ve ne zaman bunlarla ilgili bir genellemeye başvurulsa ben şüphe ederim.
Kesin yanıtlardan ziyade soruların ve kavramların gerçek hayatta nereye düştüğüyle ilgili bir karar vermeye çalışırım. Hiçbir insan, hiçbir halk, ya da hiçbir savaş hiçbir zaman tamamen iyi, tamamen kötü, tamamen şanlı ya da değersiz olmaz. Bunların hepsini bizim yaptıklarımız ve yapacaklarımız belirler.
Tek bir gerçeklik vardır. İnsanlar kavga, dövüş, savaş, barış, istikrar, karmaşa, sevgi, saygı, nefret her nasıl adlandırırsanız adlandırın hiç bitmeyen ilişkiler içerisindedir. Bunları dönüştürmek, daha iyi hale getirmek, daha kötü hale getirmek, kendi kendimizi ve diğer insanları insanlıktan uzaklaştırmak ya da daha onurlu ve güzel yaşamak bizim elimizdedir.
Bu yüzden artık bu boş sorularla vakit kaybetmeyelim. Zira hiçbir işe yaramıyorlar ve ne zaman bir tıkanıklık ya da benim biraz önce söylediğim gibi hiç kimseye yakıştıramadığım bir acizlik ve çaresizlik durumu olsa bu gereksiz genellemelere başvuruluyor.
Öte yandan herkesin ama herkesin muhalefete ve eleştirilmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Pek çok siyaset bilimcisinin de söylediği gibi, iktidar herkesin dengesini bozar. Bu sadece siyaset konusunda değil günlük hayatımızdaki her türlü ilişki için de geçerlidir.
Eğer şu anda iktidarda pek çok konuda aynı benim gibi düşünen bir iktidar partisi olsaydı ben yine de eleştirmeye devam edecektim. Bu her zaman karşıt görüşlü olmaya çalışma çabası değil, aksine var olan sorunları çözme ve genel olarak ilişkileri daha iyi hale getirme çabasıdır.
İlerleme, çaresizlik ve acizlikten kurtulma çabasıdır. Hayatta kalma çabasıdır. İnsanlar toplum içerisinde yaşayan varlıklardır. Sosyaldirler ve iletişim var olmalarının önemli bir parçasıdır.
Hiç kimse kendi başına yalnız kalıp, aşırı derecede bir güce sahip olduğuna inanıp başına buyruk yaşayamaz ya da karar alamaz. Almamalıdır. Bu buyruk altında yaşayanları olduğu kadar iktidar sahibini de gerileştirir. Kendi gerçekliğini görmesine engel olur.
Benim işim her zaman olduğu gibi olaylara farklı bir gözle bakmaya çalışmak, doğru bildiğimi, farklı bir kapı açacağını ya da çözüm getireceğini düşündüğüm şeyleri savunmaktır. Bilindiği gibi felsefenin anlamı bilgiyi ve düşünmeyi sevmektir.
Bu düşündüklerimin de her zaman iktidar partisi ya da insanların büyük bir kısmı ile aynı olacağına dair bir garanti veremem. Ben ifade özgürlüğü kapsamında kendi düşündüklerim doğrultusunda bir bildiri imzaladım ve yine o doğrultuda savunma yapmaya çalıştım.
Kesinlikle şiddeti savunmak ve yalnızca Türkiye Cumhuriyeti devletini dışarıya kötü göstermek amacıyla bir imza atmadım.
Bundan sonraki hayatımda da sevdiğim işi yapmaya, eleştirmeye ve doğru bildiğimi dile getirmeye çalışacağım. İddianamede yer alan hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum ve beraatimi talep ediyorum. (ZBA/TP)