Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümünden Arş. Gör. Can Irmak Özinanır'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 28. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Barış İçin Akademisyenler tarafından hazırlanan ve şiddetin son bulmasını talep eden “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladığım için karşınızdayım. Yine aynı bildiri gerekçe gösterilerek 7 Şubat 2017 tarihinde mesleğinden ihraç edilmiş bir akademisyenim.
Bildiriyi ifade özgürlüğünün bir parçası olarak, insanlar ölmesin diye imzaladım. İnsanların ölmemesini yurttaşı olduğum, tüm yurttaşlarını korumakla görevli olan devletten istemenin doğal olduğunu düşünüyorum.
İddianame bildiri ile bir terör örgütünün hamiliğine soyunduğumuzu ve şiddet ve cebir içeren yöntemleri meşrulaştırdığımızı iddia ediyor.
Oysa amaç şiddetin son bulması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin zaten kısa bir süre önce yürüttüğü bir süreç olan çözüm sürecine geri dönülmesiydi. Hiçbir örgütün propagandasını yapmadım.
İddianamede bildiriyi “talimat üzerine” imzaladığımız iddia ediliyor. Bu suçlama özgür düşünceyi, bilimin gelişmesi için özgür bir ortamın varlığını ve bilim insanının bağımsızlığını savunan insanlara yöneltilebilecek en gerçekdışı suçlamadır. Talimat alan, biat eden insanlar olsaydık şu anda karşınızda olmazdık.
Üniversite yöneticilerinin baskılarına boyun eğmiş, çok değer verdiğimiz mesleğimize ihanet etmiş, bilim üretmenin artık mümkün olmadığı kurumlarımızda çalışmaya devam ediyor olurduk.
Herhangi birinden talimat aldığım iddiasını, çalışma hayatı emekten, barıştan, doğadan yana özgür bir üniversite inşa etme mücadelesi içinde geçmiş bir Eğitim Sen üyesi olarak hakaret addediyorum. Bildiride imzası bulunan meslektaşlarımın da çalışmalarına ve çalışma hayatındaki tutumlarına bakıldığında kimseden ama hiç kimseden talimat almayacaklarının kolaylıkla anlaşılacağını düşünüyorum.
İddianamede Dayanışma Akademileri ile ilgili bölüm üzerinde durmak istiyorum. İddianamede, “Bildiriye imza attıkları için haklarında idari işlem başlatılan veya ihraç edilen akademisyenler ‘Dayanışma Akademisi’ adı altında dersler vererek kamuoyu ile birlikte mensup oldukları üniversite öğrencilerini Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti aleyhine kışkırtmışlardır” denilmektedir.
Dayanışma Akademileri mesleği hukuk dışı yollarla ellerinden alınmış olan insanların bilgi üretmeye devam etmek için, insanlık tarihinin en yaratıcı ve umut verici eylemi olan dayanışmaya başvurması dışında bir şey değildir.
Kışkırttığı tek şey gelecek için piyasa veya devletten gelen baskılardan, akademinin katı hiyerarşisinden uzak, özgür bir akademik dünya umudu olabilir.
Şaşırtıcı gelebilir ama barışı, emeği, haklarını savundu diye ihraç edilen, haklarında davalar açılan akademisyenler hâlâ umut etmeye devam ediyor ve bu umuda sarılmaya devam edecek.
İddianamenin ruhunu veren kelime “sözde” kelimesidir. İddianame boyunca defalarca kullanılan bu sözcük buradaki iddiaların tümünü belirtmek için kullanılabilir çünkü akademisyenler itham edildikleri şeylerin hiçbirini gerçekleştirmemiş, toplumsal barışı, yaşam hakkını ve ifade özgürlüğünü savunmak dışında hiçbir şey yapmamışlardır.
Niyet okumaya dayalı ithamlar ile hakikate ulaşılamaz. Akademisyenlerin görevi hakikatin peşinden koşmak ve onu tüm veçheleri ile görmeye, göstermeye çalışmaktır.
Hakikate tamamen farklı bir kostüm giydiren bir iddianame ile hakikatin önüne geçilemez çünkü her zaman ünlü masaldaki gibi kralın gerçek kıyafetini görecek bir çocuk ortaya çıkacaktır.
İsnat edilen suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum ve beraatımı talep ediyorum. (CIÖ/TP)