Kırıkkale Üniversitesi'nden ihraç edilen siyaset bilimci Yrd. Doç. Dr. Fuat Özdinç'in Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti.
Bugün burada 11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna açıklanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalamam nedeniyle yargılanıyorum. Savcılık makamı bundan dolayı benim TMK 7 2 maddesi kapsamında ceza almamı istiyor. İddia, benim bu bildiriye imza atarak terör örgütü propagandası yaptığım şeklindedir. İddianameyi okudum, tüm suçlamaları biliyorum.
İddianameyi ve suçlandığım maddeyi ilk okuduğumda doğrusunu isterseniz şaşırdım. Neden şaşırdığımı anlatarak savunmama başlamak istiyorum. Ben bir siyaset bilimciyim ve ana ilgi alanım devlet kuramıdır.
“Devlet” dediğimiz olgu politik-teorik uzamdaki yerinize bağlı olarak tanımlanan bir kavram. Ancak esas olarak şunu söyleyebilirim: Genel olarak insanlık tarihi ve modem devletin kuruluş süreçleri toplumun ya da yurttaşların siyasal iktidarlar karşısında kendilerine hak ve özgürlük alanları açmasının tarihidir.
Bu mücadelelerin bir ürünü de modem ceza düşüncesidir. Modem ceza hukuku düşüncesinde, bilindiği gibi, yurttaşların devleti yönetenler karşısında en önemli kazanımlarından biri kanaatler karşısında kanıtların yükselişidir.
Yargılayanların kanaatlerinin yargılama sırasında kanıtlar lehine önemsizleşmesi anlamına gelir bu. Yani yargılayan makamlar veya kamu adına suçlayanlar, yargıladıkları kişiler hakkında işlediklerini iddia ettikleri suçlarla ilgili kanıtları göstermelidir.
Suçlama, fiil ile doğru orantılı olmalıdır. Sözün özü, suçlayan makam bu suçun işlendiğinin açık kanıtı/kanıtlarını sunmalıdır. Ancak suçlandığım iddianame ile ilgili olarak diyebileceğim şey, bu kanıtların gösterilemediği ve metnin bir kanaatler manzumesi olduğudur.
Beni savunurken avukatımın bu kanaatleri hukuki düzlemde en iyi şekilde göstereceğinden eminim. Benim savunmamda asıl vurgulamak istediğim konu, bu kanaatler ortaya konarak atfedilen suçu işlemediğimi, bunun bir suç olmadığını ifade etmektir.
Bu noktada şunu belirterek başlamak isterim, iktidarı elinde tutan hükümetin ve kamu görevlilerinin faaliyetlerini düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde eleştirmek demokratik sistemlerde bütün yurttaşların hakkıdır. Benim tüm yaptığım budur, bu hakkı ve özgürlüğü kullanmaktır.
Çünkü 2015 yılında Diyarbakır’da ve diğer il ve ilçelerde uygulanan sokağa çıkma yasaklarının, yaşanan insan haklan ihlallerinin, can kayıplarının olduğu bir ortamda hükümet politikalarının eleştirilmesi gerektiğini düşünüyordum. Bunun için de uluslararası insan haklan hukuku ve anayasa tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkımı kullanmaktan başka bir şey yapmadım.
Sorumlu bir yurttaş ve sorumlu bir siyaset bilimci, bir bilim insanı olarak bunu yapmamdan doğal bir şey olamaz.
Yurttaşlar kendi ülkelerinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle, anayasayla, yasayla güvence altına alınmış bir haklarını kullandıkları için suçlanamamalıdırlar; yargılanamamalıdırlar.
Hükümetler ya da devletler herhangi bir alanda şu ya da bu politikayı uygulayabilirler. Ancak buna karşı hem yurttaşların bu politikalara karşı eleştirel duruşunun güvence altında olmasının hem de aynı zamanda uygulanan politikaların demokratik düzene, insan haklarına, genel yasalara, taraf olunan uluslararası sözleşmelere uymasının gerekliliği söz konusudur.
Eğer ki bunların ihlal edildiği durumlar ortaya çıkarsa, hükümet politikalarının ya da devlet görevlilerinin evrensel insan haklan ve hukukun gereklerine uyması gerektiği konusunda ifade özgürlüğünü kullanmak, elbette yurttaşların kullanabileceği bir hak ve özgürlüktür. Dahası devletin hak ihlali yaptığını söylemek ve eleştirmek suçun ve cezanın konusu değildir, aksine bir bilim insanı olarak benim hakikati söyleme sorumluluğumun konusudur.
Hakkımda yazılan iddianame kanaatler üzerine kurulmuştur diyorum. Kanaat üretiminin önemli bir unsuru olan terör kavramı ise içerik açısından nesne merkezli değildir, özne merkezlidir ve bu yüzden de belirli bir somut içerikle tanımlanması çok zordur.*
Dolayısıyla böylesi bir iddianamede suç ve kanıt, suç ve niyet, suç ve suçlayanın kanaati bulanıklaşmıştır. Bu iddianamenin kanaatler üzerinden yükselişi ise hem dönemin ruhu ile hem de savcılık makamının tercihi ile ilgilidir.
Bildiri sonrasında yaşadıklarım, bu kanaat üretiminin ne kadar etkili olduğunu ve başka hak ihlallerine zemin hazırladığım göstermiştir. Bu bildiriyi imzaladıktan sonra çalıştığım üniversitede çok yoğun bir baskı gördüm, kapıma beni hedef gösteren yazılar asıldı, hakkımda kampüs içerisinde ve çevredeki mahallelerde bildiriler dağıtıldı.
Öyle ki üniversitenin güvenlik görevlileri bir defasında, benim bir talebim olmadan odama gelip fakülte binasında güvenliğimin olmadığını, beni koruyamayacaklarını söyleyerek dışarı çıkarıp üniversitenin misafirhanesine götürdüler.
Bir yıl kadar bir tecrit ortamına yaşadığımı söyleyebilirim. En sonunda da KHK ile çok sevdiğim mesleğimden uzaklaştırıldım. Şimdi de yine bu kanaat üretiminin bir sonucu olarak yargılanıyorum.
Sözün özü, ben bu bildiriyi yaşanan çatışmaların ve ölümlerin, insan haklan ihlallerinin bitmesine bir katkım olur umuduyla, anayasal güvence altındaki ifade özgürlüğümü kullanarak imzaladım, iddianamede belirtilen suçlamayı reddediyorum. Beraatimi talep ediyorum. (FÖ/TP)
* Kadir Cangazbay, Globalleş(tir)me Terörü, Odak Yayınları, Ankara, 2003, s. 97.