Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü'nden Öğr. Gör. Ayşegün Soysal'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Savunma yapmamı gerektirecek bir suç işlediğimi düşünmüyorum ama 17 yıldır devlet üniversitesinde çalışan bir kamu görevlisi olarak barış talebimi savunuyorum.
Hangi kelimelerle olursa olsun barış istemenin terör örgütü propagandası yapmaya nasıl dönüştüğünü anlayamıyorum.
Kızının cenazesini dondurucuda saklayan anne, vurulup ölen annesinin cenazesini sokaktan alamayan evlat gibi haberlerin yarattığı vicdani muhasebeyle internette karşıma çıkan bu metni imzaladım.
Çok farklı metinler hazırlanabilirdi hiç kuşkusuz ama imzalarken benim için önemli olan bir an önce kalıcı barış için ses çıkartma ihtiyacı oldu.
Hepimiz aynı gerekçeyle yargılanıyoruz ama her birimiz duygularımızı, düşüncelerimizi farklı kelimelerle anlatıyoruz.
Bu birbirinden farklı beyanlarda farklı hayat hikâyelerini de dinledim, okudum. Geçen hafta bir kitap karıştırırken babamın fotoğrafıyla karşılaşınca kendi ailem ve tarihimi tekrar düşündüm.
Babam Prof. Dr. Hüseyin Soysal zor şartlarda öğretmen ağabeylerinin çabalarıyla ve elbette bu ülkenin kaynaklarıyla okumuş, akademiye katılmıştı. İstanbul Üniversitesi Yer Bilimleri Fakültesinin kurulması için çabalamış ancak fakülte 12 Eylül sonrasında kurulan YÖK tarafından ülkedeki diğer yer bilimleri fakülteleri ile birlikte kapatılmıştı.
Bu fakültelerdeki bölümler birçok üniversitede yeni oluşturulan Mühendislik Fakülteleri bünyesine alınmıştı. Babam da, fotoğrafını kitabında gördüğüm yazar da rotasyon uygulamasıyla Elazığ’a gönderilmişti.
Yeni açılan fakültelerin de hocaya ihtiyacı var denerek başlatılan ve savunulan bu zoraki uygulama birçok akademisyen için sürgüne dönüşmüş, babamı çok üzmüş, sağlığını da bozmuştu.
En çok üzüldüğü ise İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencilerini bırakarak geldiği Elazığ’da öğrenci olmamasıydı.
Öğrenen ve öğreten insanlarımız üzerinde bu tip uygulamalar ne yazık ki ülkemizde yeni değil ama bu nedenlerle sürekli insan ve zaman kaybediyoruz.
Bütün bu farklı akademisyenleri barış talebi bir araya getirdi. Ben de bu ülkede barış içinde bir arada yaşama özlemi ve bir yurttaş sorumluluğuyla bu metni imzaladım. Şiddetin her türlüsüne her zaman karşı olan biri olarak terör örgütü propagandası yapma suçlamasını reddediyorum.
Süren mahkemelerin yargılanan bizler, avukatlarımız ve yargılayan sizler açısından zaman ve emek kaybı, ülke açısından ise hukuk ve demokrasi kaybı olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca bu uzayan ve genişleyen süreç bize barış talebimizi, işini, hatta hayatını kaybeden meslekdaşlarımızı da hatırlama, hatırlatma görevi ve fırsatı tanıyor.
Ayrıca şimdiye kadar verilen kararlara bakınca en azından hala mesleğini yapabilenler için üzerimizde beş yıllık bir kontrol süreci oluşturulduğunu görüyorum.
Bu durum üniversitelerdeki tüm öğretim elemanları ve öğrenciler üzerinde baskı oluşturulmaktadır. Halbuki üniversiteler düşüncelerin özgürce ifade edilebilmesi gereken kurumlar olmalıdır.
Suçlamaları kabul etmiyorum, beraatimi talep ediyorum. (AS/TP)