Şehir Üniversitesi'nden okutman Akın Tek'in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Bugüne kadar meslektaşlarım iddianameye dair beyanlarında örnek savunma metinleri sundular. Tekrara düşmemek adına doğrudan alıntılamayı çok isteyeceğim birçok beyan var aralarında.
Ancak kişisel savunmamı yapmakla yükümlü olduğumu hissettiğim için ben de kendi beyanımı sunacağım.
Kendin için ya da başkası için hak aramanın neredeyse hep “dış güçlerle iltisaklı olmak” anlamına geldiği ülkemde, ister başörtüsü için, ister çalışma şartlarına itiraz için, ister kendi dilinde eğitim için sesinizi yükseltin, sözünüze kulak kabartılması ihtimali, hain ilan edilme ihtimalinizden azdır.
Gizli hedefiniz, güzelim ortamı bozup hükümet düşürmektir, demokratik hakkını kullanmak falan bahanedir. Bu peşin hükümlerle hizaya çekilirsiniz, sözünüz bastırılır, şeytanlaştırılırsınız.
Bütün bu risklerin bir tanesini bile aklımdan geçirmeden, bir taraftan da kimsenin umrunda olmayıp geçiştirileceği hissini de taşıyarak, bu bildiriye imza atmamın sebebi vicdanımın kaldıramayacağı görüntülerle, haberlerle, tanıklıklarla karşılaşmış olmamdır.
Ulusal ve uluslararası basında, gazetelerde, tv haberlerinde ve sosyal medyada ortaya çıkan bu görüntüler benim imzamın tek nedenidir. (Bu haber görüntülerini ekte sunuyorum. Ekler: [1], [2], [3], [4].
Ancak iddianameye bakılırsa egemen bir devletin hukukla bağlı olduğunu vurgulayan, yöredeki halkın temel insan haklarına sahip çıkan, siyasal iktidarın yeniden barış sürecine dönmesini talep eden bu bildiriyi talimatla imzalamışım. Bunu hakaret sayıyorum.
Onurlu bir erkek olarak şu yaşıma kadar tek bir kişiden talimat aldım, o kişi de eşimdir. Salondaki evli erkekler beni anlamışlardır. Onun dışında talimat almak tabiatıma aykırıdır. Bu imzada danıştığım tek merci aklım ve vicdanımdır.
Zaten kim olduğunu iddianameden öğrendiğim bir kişiden talimat alamayacağım açıktır. İddianame bu kişinin yaptığı açıklama ile bildirinin ortaya çıktığı sürecin peş peşeliğine vurgu yapıyor, demek ki diyor bu açıklamayı duyup harekete geçtiler.
Eğer bu bir kanıtsa herkes herkesi herhangi birinden herhangi bir zamanda talimat almakla suçlayabilir.
Bunlar bir yana, kanunsuz suç ve ceza olmaz kuralını göz ardı eden bir iddianame ile karşı karşıya olduğumuzu vurgulamak gerekir:
Bu iddianamenin sevk maddesi 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu (TMK), 7/2. maddesidir:
“Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Ancak dava konusu olan bildiri incelendiğinde herhangi bir örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin meşru gösterildiği ya da övüldüğü veya bu yöntemlere başvurmanın teşvik edildiği tek bir satır bile bulmanız mümkün değildir, zira bildiride herhangi bir örgütün adı bile geçmemekte, ima yoluyla da olsa cebir, şiddet ve tehdit içeren herhangi bir eylem meşru gösterilmemekte, övülmemekte ve teşvik edilmemektedir.
Aslında davanın düşmesi için bu açıklama bile yeterli olmalıdır. Ancak iddianame, ülkeyi küçük düşürmek, yabancı kamuoyunu yanlış yönlendirmek, egemen bir devlete gözlemci çağırmak gibi eylemleri bir konjonktür anlatısı ile sunuyor ve bunları kanıt göstererek yine sevk maddesi ile alakasız bir suç isnat etmeye çalışıyor.
Bildiride geçen kolluk kuvvetlerinin görev tanımları dışında şiddete başvurduğu, süresiz sokağa çıkma yasaklarının insanların yaşam hakkı dahil birçok temel hakkına engel olduğu iddiaları hak ihlali izlemeye yönelik çalışmalar sonrası çeşitli ulusal ve uluslarası hak örgütlerinin, insan hakları kurumlarının raporlarıyla tespit edilmiştir (Söz konusu raporlar avukatım tarafından dava dosyasına sunulacaktır).
O günden bu yana devlet kurumları tarafından aksi yönde bir bilgi ya da belge sunulmamıştır. Sonuç olarak bildirideki talepler somut, yalanlanmamış bilgilere dayanmaktadır. Bunları Türkiye ve dünya ile paylaşmak suç oluşturmaz.
Bunun yanında bildirinin çağırılmasını talep ettiği gözlemciler bir manda yönetiminin teftiş elemanları değil, Türkiye’nin de egemen bir devlet sıfatıyla altına imza attığı uluslararası sözleşmeler uyarınca hareket eden insan hakları gözlemcileridir.
Türkiye Cumhuriyeti bu gözlemcilerin davet edilmesi ile egemenlik haklarından feragat etmiş sayılmaz, sadece uluslararası sözleşmelere uygun davranmış olur.
Nitekim süreç sırasında ve sonrasında bu yetkililer devlet tarafından davet edilmiş ve görevlerini ifa etmişlerdir. Nitekim Şubat 2017 tarihinde açıklanan BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından hazırlanan ayrıntılı rapor, bu sürecin sonucunda hazırlanmıştır.
Bildiri metninde geçen bazı ifadelerin sertliği, iddianamede sıkça suçlamanın üzerine bina edildiği bir başka zemin olarak kullanılmakta. Ancak bu argüman da bizi sevk maddesinden tamamiyle alakasız bir yere götürüyor.
Eleştiri dilinin serttliği ilgili kanun maddesinde belirtilen bir suç olarak geçmemektedir. Ayrıca, AİHM’nin 7.12.1976 tarihinde alınmış olan Handyside/Birleşik Krallık kararına göre, “ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir.”
Yani kullanılan kelimelerin eleştirel dozu bu davanın suç isnad etme malzemesi ya da argümanı olarak kullanılamaz.
Bildirinin, vatandaşı olduğum Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden siyasal iktidarın emrindeki kolluk kuvvetlerinin, sivil yurttaşların başta can güvenliği olmak üzere temel haklarını ihlal eden şiddet yöntemlerini eleştirdiği açıktır.
Bildirinin, Anayasanın 26. maddesinde tanınan “herkesin düşünce ve kanaaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak yayma hakkı”na istinaden ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir metin olduğu da açıktır.
Bu sebeplerle, barış talebinde bulunan bu bildirinin bir suç unsuru taşımadığının, modern bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarıyla belirlenmiş temel hakları kullandığının tespit edileceğine inanıyor ve beraatimi talep ediyorum. (AT/TP)
Ekler:
[1] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150909_cizre_hastane
[2] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/buyurun-cizre-30059080
[4] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150913_cizre_cemileninolumu_hatice_kamer