İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Raşit Tükel’in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metne bir öğretim üyesi ve insan olarak bilim ve düşünce özgürlüğü kapsamında imza attım.
Cumhuriyet Savcısı’nın bana yüklediği “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasını reddediyorum.
Attığım imza, ülkemizde barış içinde, insancıl ve sağlıklı koşullarda yaşam hakkının tesis edilmesi, bunun için hukuk içinde bütün çabaların gösterilmesi, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülebilmesi, devlet tarafından barış içinde yaşama hakkının sağlanması isteğinin dile getirilmesidir.
Yirminci yüzyılda dünyada ne yazık ki silahla çatışmalarla doğrudan ya da dolaylı olarak ilintili 190 milyon ölüm meydana gelmiştir. Bunların yüzde 85-90’ı sivil ölümleridir.
Bu çatışmalar, doğrudan etkilerinin yanında, sağlık ve halk sağlığı hizmetlerini aksatma, çevreye zarar verme, yerinden edilmiş kişilerde sorunlara yol açma, insan hakları ihlalleri, şiddeti arttırma gibi nedenlerle biz hekimlerin ilgi ve çalışma alanına girmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü Sağlığın Sosyal Belirleyenleri Komisyonu, çatışma bölgelerinde su başta olmak üzere çevrenin tahrip edildiğini, tarımsal üretimin olumsuz etkilendiğini, insanların göçe zorlandığını, anne ve çocuk ölümleri başta olmak üzere ölümlerin arttığını, aşılama vb. koruyucu hizmetlerin kesintiye uğradığını belirtmektedir.
Türk Tabipleri Birliği’ndeki görevim nedeniyle Güneydoğu Anadolu bölgesinde sokağa çıkma yasaklarının oluşturduğu halk sağlığı sorunlarını bizzat yerinde gözlemleme imkanına sahip oldum.
18 Eylül 2015 tarihinde Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı olarak benim de içinde yer aldığım, TTB Merkez Konseyi, TTB Aile Hekimleri Kolu, Diyarbakır Tabip Odası Yönetim Kurulu ve Adli Tıp Uzmanları Derneği üyelerinden oluşan yedi kişilik bir TTB Heyeti olarak, Cizre’ye, dokuz gün süren sokağa çıkma yasağının hemen ardından sağlık alanına ilişkin değerlendirmeler yapmak üzere bir ziyaret gerçekleştirdik. O dönemde yayımladığımız raporda şu görüşlere yer verildi:
“Ortaya çıkan yıkım, su kirliliği başta olmak üzere bazı çevre sağlığı sorunlarına yol açmıştır. Vatandaşın temiz su içme ve kullanma olanaklarının su tanklarının ateş edilerek delinmesi nedeniyle ortadan kalkmış ve alternatif olarak sağlıksız suların tüketilmesinin sonucu, ilçede mide-barsak enfeksiyonlarında artış görülmüştür.
“İki yaşında bir çocuğun, ishale bağlı dehidratasyondan öldüğü şüphesi vardır.
“İlçede bulunan diyaliz hastaları ilk 4 gün boyunca diyaliz hizmetine ulaşamamıştır. Dokuz gün boyunca doğumların çoğu evde olmuş, kadınlar kendi kendine ya da sağlık personeli olmayan kişilerin yardımıyla, hijyenik olmayan ortamlarda doğum yapmışlardır.”
“Bu dönemde gerçekleşen erken doğum, ölü doğum, düşük ve doğumsal anomali vakaları verilerinin önümüzdeki günlerde ortaya çıkması beklenmelidir.
“Yaşanan çatışma ortamında bebek beslenmesi, anne sütü alımı ve mama kullanan bebeklerde mamaya erişmeyle ilgili sorunlar ve bunların oluşturduğu ileriye dönük sıkıntılar, aile sağlığı merkezlerince (ASM) yapılacak izlemlerle ortaya konacaktır.
“Elektrik kesintileri nedeniyle aşıların bozulması, ayrıca ASM’lerin çalışmaması nedeniyle 20 güne uzayan bir sürede aşılama hizmeti verilmemiştir. Bu durum, özellikle Hepatit B ve BCG aşılamasının yapılmasında aksamalara yol açacaktır.
“Ayrıca, ilçedeki olağan zamanlarda da görülen kızamık hastalığının salgın yapmasından endişe duyulmalıdır. Yaşanan bu afet benzeri olay nedeniyle, çevre ve yaşam koşullarının bozulduğunu da düşündüğümüzde, çocuklar arasında menenjit olgularının ortaya çıkmasından endişe duyulmalıdır.
“İlçeyi ziyaret ettiğimiz sırada artmış olduğu belirtilen ishal olgularının önümüzdeki günlerde daha artması ve salgın yapması muhtemeldir.”
Sağlık sadece klinik düzeyde tanımlanamaz. Hastalıkların tedavisi kadar, sağlığın çevre koşullarıyla, yaşanılan ortamla ilişkisinin her fırsatta vurgulanması gerekiyor. Hekimler olarak, insan yaşamını ve sağlığı her türlü kavramın önüne, her şeyin merkezine koyuyoruz.
İnsan sağlığına ve dolayısıyla yaşamına zarar veren her şeyi, hekimliğin doğasına aykırı ve kabul edilemez buluyoruz.
Ben de bu değerlerin bir gereği olarak, yaşamım boyunca gerek hekim olarak gerekse meslek örgütüm TTB’de aldığım görevler sırasında, insanların nitelikli bir sağlık hizmetine erişmeleri, bebeklerin aşılanması, iyi beslenebilmesi, gebelerin sağlıklı koşullarda doğum yapabilmesi, kronik hastalıkları olanların tedavilerinin kesintiye uğramaması için çaba harcadım.
Yukarıda sözünü ettiğim raporda da belirtildiği gibi, çatışma dönemlerinde sağlık hizmetlerine erişim aksamakta, bebekler aşı olamamakta, böbrek yetmezliği olan hastalar diyaliz hizmetine ulaşamamaktadır.
Çatışma dönemlerinde ölümler sadece ateşli silahlara bağlı olarak ortaya çıkmamakta, çatışma ortamının oluşturduğu olağandışı durum, ateşli silahlara bağlı olmadan da sivillerin ölümlerine neden olmaktadır. Kimi zaman beslenme yetersizlikleri, kimi zaman sağlık hizmetlerine erişememe bunun nedenidir.
Söz konusu bildiriyi, işte böyle bir ortamda, devletin, her türlü çatışma durumunda insan haklarının korunması için gereken önlemleri alma ve bu hakların kullanılmasını engelleyen koşulları ortadan kaldırma ve barış içinde bir yaşamın tesis edilmesi yükümlülüğünün olmasından dolayı, ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturan ve en çok da sivillerin zarar gördüğü çatışma sürecini sona erdirmek üzere adımlar atması talebiyle imzaladım.
Barış talebini içeren eleştirel düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağını biliyorum. Bu nedenle beraatime karar verilmesini talep ediyorum. (RT/TP)