Günümüz dünyasını anlama çabasında öncelikle şu iki sorudan başlamak, önemli bir adım oluşturur:
1980'lerden bu yana dünyada demokratik değerlerde, siyasi ve akademik ahlakta, kültür ve sanatta ne ölçüde olumlu gelişmeler yaşandı? Bir başka deyişle bu 45-50 yıllık dönemde, insanlık ve uygarlık sürecinde daha ileri bir aşamada mıyız?
İkinci soru ise Sosyalist Blok yıkıldığı zaman dünyanın daha barışçıl olacağı, toplumların refahının daha bir artacağı, özgürlüklerin küresel anlamda yaygınlaşacağı gibi beklentiler oluştu. Çünkü sosyalizm-kapitalizm sistemleri arasında uzlaşmaz çelişkinin bir ucunu oluşturan Sosyalist Blokun varlığı silahlanma yarışını tahrik eden, yerel çatışmalara kaynaklık eden, dünyada demokrasinin yaygınlaşmasının önünde engel oluşturan, bütün bunların bir sonucu olarak da bir kısım ekonomik değerlerin heba edilmesi yoluyla toplumların refahını engelleyen bir odak olarak anlatılıyordu. Sosyalizm (daha geniş anlamda sol) karşıtlarının temel söylemi böyleydi.
Sosyalist Blokun çöküşüyle dünyanın rahatlayacağı beklentisi pompalandı.
80'lerden bu yana geldiğimiz yer neresidir? Üstelik Sosyalist Blok da yıkılalı 33 yıl oldu!
40-50 yıldan bu yana dünyada işlerin nasıl gittiğine dair birçok kaynaktan biri de Amin Maalouf'un "Uygarlıkların Batışı" adlı deneme kitabıdır.
Maalouf bir gazeteci ve iyi bir romancıdır. Bu kitabında akademik bir inceleme ve teorik lafızlardan ibaret bir dil kullanmasa da gazetecilik üslubu ve romancılığının insanı içten saran üslubuyla tarihimizin bu kesitine sanki bir mersiye yazıyor.
Nostalji
Maalouf'un "Uygarlıkların Batışı" kitabını okurken, kendisinin de dediği gibi baştan sona hep bir nostalji tınısının olduğunu görüyoruz.
Ancak "Eskiden daha iyiydi" demeyi sevenlerden olmadığını da açıklıyor. Bu duygu atmosferini, çoğunlukla 1960-1980 arasında gençlik dönemini yaşayanlar daha iyi anlar.
Nostalji sözcüğünün kökeni Yunanca olup "geriye, eve dönmek" ve "acı" anlamındadır. Aynı zamanda geçmişteki yaşama duyulan sevgi ve özlemi de ifade eder. Aslında bu her iki özellik birbirini tamamlar; geçmişteki yaşama duyulan sevgi, hüzünle yad edilir.
İnsan yaşlandıkça çocukluğuna döner ve genellikle gençlik dönemi, kendine altın çağ gibi görünür. Burada sevgi ve hüzün bir aradadır.
İnsanın yaşlanmasının düşün dünyasına olan bu 'doğal' etkilerinin ürettiği nostalji duygusunun bir diğer kaynağı da insanın yaşadığı olumsuz koşullardır. Yaşama sevincinin düşmesi, insanın umudunun çöküşünü de beraberinde getirir. Yarına umutla bakamayan insan, hayatı değerli ve yaşanılır kılan şeyleri yitirmenin duygusuyla bir iç çöküş yaşar.
Bu durumda ise geçmişe duyulan özlem, büyük bir acıyla yoğrularak nostaljiye rengini verir.
Günümüzde birçoğumuz böyle duyguları hüzünle taşıyoruz. Bu duygulanım geçmişin daha iyi olduğu üzerine değil, bugünün kötü olduğu üzerinedir. Maalouf'un 2019 yılında yazdığı kitabında da aynı anlamlandırmalar var.
İki fotoğraf
Maalouf'tan yapacağım şu uzun alıntı, dönemden zihnimize kimi zaman ince bir hüzün, kimi zaman ferahlatıcı bir yel gibi düşmekte. Bu parçayı salt bir nostalji ürünü olarak okumamak gerek. Aslında kötü gidişat için yapılan bir saptama.
Yazar şöyle diyor:
"Tamamen siyasal yanın dışında, XX. yüzyılın önemli bir bölümünde hâkim olan ve benim de Beyrut'ta bizzat gördüğüm entelektüel ve kültürel atmosferi de hatırlamakta yarar var. Örneğin Hartum Üniversitesi'nde, Musul'un bahçelerinde veya Halep kahvelerinde erkek ve kız üniversite öğrencileri arasında yaşanmış olabilecek tartışmaları düşünüyorum; bu gençlerin ellerinden düşürmedikleri Gramsci'nin kitaplarını, oynadıkları veya alkışladıkları Bertolt Brecht piyeslerini, Nazım Hikmet veya Paul Eluard şiirlerini, içlerini kıpır kıpır yapan devrimci şarkıları, tepki verdikleri olayları-....- düşünüyorum. Ve bütün bunlardan da fazla, Afgan ya da Yemenli kız öğrencilerin altmışlı yılların fotoğraflarında hala ışıldayan gülümsemelerini derin bir nostaljiyle düşünüyorum. Sonra bugün aynı yerlerde, aynı sokaklarda, aynı amfiteatrlarda dolaşanların küçücük, kasvetli, hüzünlü ve çelimsiz evreniyle karşılaştırıyorum." (64)
Maalouf'un iki döneme ait üniversitelerden, kültürden ve özellikle kız çocuklarının fotoğraflarından söz etmesi, iki farklı zihniyet dünyası arasındaki devasa farka işaret ediyor.
Maalouf'un bu duygu yüklü ve biraz da nostalji kokan satırları, 2012 yılında yayınlanan "Doğu'dan Uzakta" romanını hatırlatıyor. Ana teması yüzleşme olan bu romanda da bir arkadaşının cenazesi nedeniyle Paris'ten Beyrut'a gelen ve orada 1976'lı yıllardan arkadaşları ile karşılaşmalarını anlatan roman kahramanı, Maalouf'a çok benzemektedir.
Maalouf'un yazı dünyası bize yüreğinin hep bir Akdenizli, hep bir Lübnanlı yerelliğiyle çarparak evrenselliğe ulaştığını gösteriyor.
Uygarlık kaybının göstergeleri
Tarih düz bir çizgi üzerinde akmaz. Aydınlanmanın bir ürünü olan ilerlemeci tarih anlayışı, tarihin düne göre daha iyiye doğru geliştiğini, bunun geri döndürülemez olduğunu ileri sürer. Halbuki geriye doğru baktığımızda elbette bir ilerleme var ama bu süreçte geriye doğru düşmeler de var. Bu geriye düşüşü özellikle demokratik değer alanında görüyoruz.
Bu kadar kısa sürede teknolojide baş döndürücü gelişmeler oldu. Günlük yaşamı daha kolay kılan birçok araç gereç icat edildi. Ancak zihniyetimiz bu gelişmeyle aynı hızda gelişmedi.
Yazar bu geri kalış konusuna "Komünist ütopya okyanus çukurlarına gömülürken, kapitalizmin zaferine eşitsizliklerin edepsizce zincirlerinden boşanması eşlik ediyor...ama insani düzlemde, etik düzlemde ve hiç kuşkusuz siyasal düzlemde bu durumun bir batış olduğu inkâr edilemez." (15) açısından yaklaşıyor.
Sorunun kaynağı olarak görülen Sosyalist Blokun çökmesine ve üretim teknolojilerindeki müthiş gelişmelere rağmen dünyada hâlâ ekonomik krizleri, çevrenin alabildiğine tahribatını, yaygın yerel savaşları, radikal İslamcılığın yıkımlarını, dünyada artarak devam eden diktacı sistemleri ve demokrasinin beşiği Avrupa'nın bizatihi kendisinin bu değerlerden uzaklaştığını görüyoruz.
İnsanlık tarihinin umut verici deneylerinden biri olan AB'nin bugün kendisinde belli bir hayal kırıklığı yarattığını belirten yazar, bu değerler erozyonuna "...sarhoş bir gergedan nezaketiyle sağa sola çarpıp duran Batı kibri" diyor.
Maalouf, Batılı devletlerin kendi değerlerini bol keseden harcamalarının, evrensel ilkeleri kendi hırsları ve açgözlülükleri adına sinsice araçsallaştırılmasının, en gerici ve karanlık güçlerle ittifak kurmalarının, devletlerden daha zengin küçük bir hipermilyarderler sınıfının ortaya çıkışına, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin korkunç ve yıkıcı boyuta ulaşmasına neden olduğunu, bunun da dünyamızda büyük bir ahlaki iflası ortaya çıkardığının altını çiziyor.
"Uyuşturucu kaçakçılarına öğretmenlerden fazla hayranlık duyulan bir mahallenin toplumsal çürüme odağı haline geldiği...parasal açıdan kazançlı işlere toplumsal açıdan yararlı işlerden daha çok değer verildiğinde, bunun yıkıcı sonuçlarını engellemek imkansızlaşır. Yurttaşların tüm davranışları bu durumdan etkilenir." (155)
Bu dramatik tespitlerin ve yurttaşlara sirayet eden sistemdeki çürümüşlüğün ülkemizde de yoğun olarak yaşandığını görüyoruz.
(HŞ/AÖ)