Kucaklaşma
Sanat, içinde var olup geliştiği toplumu yansıtmayı, toplumsal çelişkileri ve sorunları sergilemeyi yüzyıllar boyunca adeta bir görev haline getirmiş; çeşitli imgeler, semboller aracılığıyla, farklı biçem ve biçim denemeleri yoluyla toplumsal katmanlar arasındaki çelişki ve çatışmaları aktarmaya özen göstermiştir. Çünkü sanat hem estetik hem de etik değerlerden oluşan ve yaşayan sonsuz bir bütündür.
Sanatçı, yaşadığı dönemi dile getirirken, tanıklıklarını, yaşantılarını ve gözlemlerini dönüştürerek, yapıtının dokusuna sindirir; böylece kalıcı bir toplumsal bellek oluşturmaya da özen gösterir. Belleksiz toplumlar, şimdiki zamanı geçmişe bağlayan zamansal/sanatsal zincirin halkalarından yoksun oldukları için ne yaşanan ânı anlamlandırıp yorumlayabilir ne de geleceği kurgulamayı başarabilirler. Belleksiz bir toplum, eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur. Hiç unutmamalıyız; unutursak yok olur, siliniriz tarih sayfalarından.
Çiçekler Yasak
Sanat, estetik kalıcılık düzleminde, toplumsal kırılma noktalarını, bu kırılmaların bireylerdeki etki ve izlerini dillendirir; toplumsal belleğin inşasına ve güçlenmesine katkıda bulunur. Dönem-toplum-birey arasındaki sarsılmaz diyalektiği, estetik formlar üzerinden ifade ederek, geçmişte yaşanan toplumsal olayların genç kuşaklara aktarımına öncülük eder. Sanatın tanıklığı ve sonsuza akışı içinde dillendirilen bireysel ve toplumsal gerçekler, gelecek kuşaklara yol gösterir ve onlara ufuk açar. Toplumsal olaylardan, acılardan sonuçlar çıkarılması, geçmişin muhasebesi ve gerçeklerle yüzleşilmesi bu bağlamda büyük bir önem taşır. Yaşananlarla yüzleşmeyen, geçmişini silen, unutan belleksiz toplumlar hep aynı travmayı yaşarlar tarih sahnesinde. Sürekli yinelenen travmalar da o toplumların “makus talihi” haline gelir. Bu nedenledir ki Turgut Uyar, Büyük Saat‘teki dizelerinde durmaksızın “unutmamanın” altını çizer, anımsama/ direnme süreçlerinin kapısını her daim açık tutar:
“Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam/diyor birisi yineliyorum/
hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın/insan nasıl direnir başka/
hiç unutma”
George Santayana ise şöyle seslenir insanlığa: “Geçmişi hatırlayamayanlar, onu bir kere daha yaşamak zorunda kalırlar.” Geçmişin unutulmaması, onunla yüzleşilmesi; travmaların aşılmasını sağlar, toplumu ve bireyleri sağaltır; hataların yinelenmesini önleyerek toplumu ileriye taşır.
Görüşçüler
Bu noktada, unutmama / hatırlama süreçlerinde ve belleğin inşasında, sanatın olağanüstü gücü ve değeri karşımıza çıkar. Sanatçılar, yapıtlarında toplumsal dönemi estetik formlarda işleyerek, gerçekleri ve yaşanmışlıkları geleceğe miras olarak bırakan kişilerdir.
Kısacası, toplumsal/ tarihsel olayların aydınlanması, unutulmaması ve tanıklıkların yeni kuşaklara aktarılmasında sanatın gücü ve önemi yadsınamaz. Bu aktarımlar ve tanıklıklar, zaman içinde toplumu ve bireyleri dönüştürecek; her türlü adaletsizlik, baskı, şiddet, işkence ve kötülüğe karşı güçlü bir direniş mekanizması oluşturacaktır. Unutmak; toplumsal açıdan zayıf düşmek ve giderek yok olmak anlamına geliyorsa, unutmamak da egemenlere, baskıcılara direnmek, boyun eğmemek, karşı koymak, onlarla mücadele etmek, sonuçta giderek güçlenmek ve var olmak anlamına geliyor.
Ressam-yazar Alime Mitap’ın sıra dışı resimleri, bize sanatın toplumsal belleği inşa etme gücünü bütün gerçekçi tonlarıyla kanıtlıyor. Her biri yüreğimize kazınan, iç dünyamızda sessiz fırtınalar koparan figürlerden, renklerden, çizgilerden oluşuyor Alime Mitap’ın resimleri. Çünkü bu resimler, Türkiye toplumun yaşadığı en önemli kırılmalardan, en büyük acılardan biri olan 12 Eylül darbesinde yaşanan gerçekleri dile getiriyor. Darbenin, birey yaşamında yarattığı o büyük ve korkunç yıkıma resim sanatı içinden bakıyor.
Alime Mitap, yaşadıklarını resim sanatına dönüştürme sürecini şöyle anlatıyor: “12 Eylül’den birkaç ay sonra arkadaşlarımızla birlikte gözaltına alındık. Altmış gün Ankara’da DAL denilen işkence merkezinde, bir hücrede kaldım. Geceyle gündüzü ayırt edemediğimiz bir yerdi. Orada ne kadar kaldığımı, cezaevine sevk edilirken düzenlenen tutanaktaki tarihten anlayabilmiştim. DAL’da, siyasi tutuklulara yapılan işkencelere tanık oldum. Daha sonra Mamak Askeri Cezaevi’ne sevk edildim. Toplam on dört ay süren tutsaklığımın ardından salıverildim. Çıktığımda oğlum iki buçuk yaşındaydı. Sonradan Mahkeme’de beraat edecektim ancak eşimin tutsaklığı sürdüğü için cezaeviyle (görüşçü olarak) bağlantımız devam etti. Görüşe her gidişimizde birçok üzücü olaya tanık oluyorduk. Bunları içime sindiremiyor; anlatmak, şikâyet etmek, başkalarıyla paylaşmak gereğini duyuyordum. Bu duygular içindeyken, 1986’da çocukluktan beri ilgi duyduğum resme yöneldim. Kadir Ata ve Fahir Aksoy atölyelerinde çalıştım bir süre. Hocalarımın beni yüreklendirmesiyle, resim yapma konusunda cesaretim arttı. Belleğimdeki sahneleri tuvale aktarmaya başladım. Bir yıl içinde Eylül Karanlığından sergisini oluşturacak olan tablolar ortaya çıktı.”
Yıllar önce yazdığım gibi, “12 Eylül’e direnmenin, ona karşı çıkan sanatsal protestonun ilk seslerinden biriydi sanatçı- ressam Alime Mitap’ın sesi. Yürekli bir kadının; çağdaş bir aydının, sanatla direnmesinin ne denli etkili olduğu görüldü. 1988’de yükseldi bu ilk çığlık. Öylesine derin, öylesine güçlü bir yankı buldu ki sergiyi yüzlerce insan izledi. Daha sonra tablolar, yurt içinde ve yurt dışında, aralarında BM İnsan Hakları Bürosu’nun da bulunduğu birçok kişi ve kurum tarafından, 12 Eylül’ün belgeleri olarak koleksiyonlara alındı. Sergideki resimler bir kataloğa ve Eylül Karanlığından adlı kitaba dönüştürüldü.”
Yıllar içinde iki kez baskısı yenilenen bu unutulmaz kitabın üçüncü basımı, 12 Eylül darbesinin kırk üçüncü yıldönümünde Notabene Yayınları’nca gerçekleştiriliyor. Bu yeni basım için Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’ın yazdığı önsöz dikkatimizi çekiyor: “Alime Mitap’ı kutlarken özellikle şunu vurgulamak gerek, belirsiz bir dönemi yansıtmayı yeğledi, kaç çocuk, kaç erkek, kaç kadın bu katliama kurban gitmiştir, bilmiyoruz. Tek dileğim böyle bir karanlık dönemin tekrarlanmamasıdır!” diyor Nermin Abadan Unat. Ayrıca Vedat Günyol, Ragıp Zarakolu, Gülten Akın, Günseli Kaya, Bülent Habora, Şeyhmus Diken ve daha birçok aydın, yazar, sanatçı ve sosyalistin, bu sergiye ve resimlere dair yazıları, sözleri ve yorumları, kitaba farklı bir düşünsel boyut kazandırıyor.
Her resim sessiz bir çığlığı çoğaltıyor kendi içinde. Demir parmaklıklar, dikenli teller, gözetleme kuleleri... Tutsakların içinde yaşadığı katı ve sert duvarlı mekânlar ve havalandırma boşlukları hayata damgasını vuruyor. Figürler ön planda. Portrelerde acının, derin bir kederin anlatımları var. Bekleyişleri de resmetmiş Alime Mitap. Sabrın kozasını ören kadınlar, analar, babalar, eşler, kardeşler, çocuklar…Yüzleri çizgilerle dolu yaşlı kadınlar. Acı ve hüzünle gölgelenen hayatlardan kesitler. Sessiz bir isyanı da çoğaltarak yüreğinde, sakin ve sabırla bekleyen, dalgın, düşünceli, endişeli yüzler; kederin iki büklüm ettiği mazlum ve masum insanlar. Küçük bir çocuğun görüşme gününde içerideki babasına götürdüğü bir demet papatya. Bembeyaz papatyalardan yaşama yansıyan içtenlik, güzellik ve sevginin sessiz sözcükleri…
DAL'da dayak
Alime Mitap, bizzat yaşadıklarını, tanık olduklarını, gözlemlediklerini, her biri bir “çığlık resim”, “hüzün resim”, “keder resim” olan yapıtlarında dile getiriyor. Elinde babasına papatya götüren küçük çocuk, ressamın kendi çocuğu ile birlikte yaşadığından esinlenerek çizdiği bir resim mesela. Bu resimlerin hiçbirinde yapaylık yok. Gerçekliğin en içe işleyen anlatımları, içtenliğin en insanca halleri var her birinde. Her resim, toplumsallığın çerçevelediği bireysel bir dram veya bir trajediye dikkatimizi çekiyor; her resim ayrı bir insan hikâyesi taşıyor renkleri ve çizgilerinde. İdamlıkların yakınları, acı haberler, kayıplar… İnsanlardan arta kalan hüzün dolu eşyalar; birkaç kitap, gözlük, ayakkabı, saat…İşkencenin, şiddetin en insanlık dışı boyutlarının görselliğin içinde sezdirilmesi…Hem içeridekilere uygulanan fiziksel işkenceler hem de dışarıdan görüşmeci gelen tutuklu yakınlarına reva görülen psikolojik işkenceler…Karanlığa düşmüş, yolunu yitirmiş bir insanlık yer alıyor resimlerde.
Solgun pastel renkler kullanıyor Alime Mitap. Hüznü, acıyı, kederi, bekleyişleri, sabrı bu pastel renklerle ince ince dokuyor adeta. İnsan yüzlerindeki kederi okuyoruz; görselliğin dili yüreğimizin diliyle buluşuyor bir anda. Yaşlı analar, babalar, kadınlar, kötülüğün acımasızlığında boğulmamak için mücadele ediyorlar. Her biri kırsal kesimden gelen, yoksulluğu, çaresizliği ve tedirginliği üstlerinde bir giysi gibi taşıyan insanlar…
Kavuşmalar da resimlerde. Mesela, birbirine sarılan ana ile oğulun resmi öyle derin duygularla dolu ki… Bakınca gözlerimiz yaşla doluyor. “Kucaklaşma adlı yağlı boya çalışmamdan son derece etkilenen Uğur Mumcu, sergi boyunca birkaç kez gelip bu tabloyu, yalnız başına, sessizce, uzun uzun seyretmişti” diyor Alime Mitap.
Görüşçü Anne
Gözleri bağlı tutuklular, sorguda çok parlak ışığa maruz bırakılan gençler…Gözleri bağlanınca nerelere götürüldüğünü bilemeyen gözaltı insanları. DAL adlı yerde tutuklulara çektirilen korkunç acılar… İnsanlıktan çıkmış acımasız ama acınası kişiler…
Resimlere baktıkça bir kez daha vicdan ve adalet arayışı içine giriyoruz. Adaletsizlikler, başkaldırı duygusu yaratıyor içimizde. Tutuklanan, gözaltına alınan, işkence gören o idealist insanların çoğu, ülkesini ve gelecek güzel günleri düşündükleri için pek çok acıyı, yoksunluğu göze aldılar. Daha özgür, daha mutlu, daha uygar bir ülke ve toplum hayal ettiler. Kendi yaşamlarını ülkenin geleceğine adadılar. Sonuç ne yazık ki büyük bir hüsran oldu.
Geçmişte darbe yaşayan Latin Amerika ülkelerinde çekilen acılarla da kardeş acılar hepsi. Evrensel acılara tanık oluyoruz resimlerde. Pablo Neruda, ülkesi Şili’nin zor ve karanlık günlerinde diyordu ki: “Acılardan daha büyük hiçbir yer yoktur/ Bir tek evren var/ O da kanayan bir evren”
Picasso’nun, İspanya İç Savaşını kendine özgü resim tarzıyla dillendirdiği Guernica tablosu, soyutlanmış bir gerçekliğin içinden en derin insanlık acılarına bakmamızı ve onları anlamamızı sağlayan büyük bir yapıttır. Daha önce de belirttiğimiz gibi sanat, çağına tanıklık ederken tarihe not düşer, toplumsal belleğe katkı sağlar. Alime Mitap, sanatsal soyutlamaya yönelmeden, doğrudan doğruya gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor. Onun realist tablolarının ve desenlerinin her biri, aynı zamanda bir insanlık durumunun ve evrensel bir acının anlatımı.
Yağmurdan Sonra
Alime Mitap, tutuklu yakınlarının sabırlı bekleyişlerini öyle bir görselleştirmiş, öyle bir resmetmiş ki hüzün ve kederden oluşan o yürek yangınını derinden duyumsuyoruz. Yalnızlığın, sahipsizliğin, çaresizliğin izleri okunuyor resimlerdeki yüzlerde. Keder, yaşlı ana babaların omuzlarını çökertmiş. Ancak, kederin izleri asla kaderciliğe dönüşmüyor; bir şekilde inanç ve umutlarını da koruyor insanlar. Figürlerin duruş ve ifadelerinden, içlerinde kök salan umudu duyumsuyor, seziyoruz. Dayatılan insanlık dışı koşullara direnen, kötülüğe boyun eğmeyen genç kadın figürleri, umudun, aydınlığın simgesi olmuş durumda. Yaşananları kabullenmeyişleri, sorgulamaları ve mücadeleci tutumları, resmin içinden dışa doğru yansıyor, insanlığı ve dünyayı ışıldatıyorlar.
Sonuçta, renkler, şekiller, çizgiler, figürler ve imgeler aracılığıyla faşizme, işkenceye, baskıya, şiddete, kötülüğe direnmenin başka bir adı Alime Mitap’ın yapıtları. O nedenle Alime Mitap’ın resimlerini içeren Eylül Karanlığından adlı bu unutulmaz kitap hem tarihe tanık olmanın hem de egemen güçlerle mücadelenin haklı onurunu taşıyor.
*Alime Mitap, “Eylül Karanlığından”, NotaBene Yayınları, İstanbul, 2023.
*Havalandırmada
(HS/AS)