Bugün yürürlükte olan Türkiye mevzuatında, ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin yasal çerçeve oldukça geniş. Hal böyle olunca yasaklar da…
Ancak bu yazıda özellikle güncelliğini koruyan, uygulamada sansür olarak nitelendirilebilecek bant daraltma uygulaması, 5651 sayılı İnternet Yasası, Türk Ceza Kanunu’nun 217/A maddesinde düzenlenen ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu’ (dezenformasyon) ve etki ajanlığı düzenlemeleri değerlendirilecek.
Günümüzde özellikle ana akım medyanın muhalif görüşlere ilişkin dışlayıcı tutumu düşünüldüğünde çevrimiçi ifade özgürlüğünün özellikle bu görüşler için oldukça önemli ve hatta tek alan olduğunu söyleyebiliriz. Tam da bu nokta özellikle hükümetin hukuku araçsallaştırarak çevrimiçi ifade özgürlüğü hakkına ilişkin bant daraltma ve 5651 sayılı Kanun’un uygulamasından bahsetmek gerek.
Bant daraltma keyfiyeti
İlk olarak; yakın dönemde Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.’ye (TUSAŞ) yönelik saldırıyı, 6 Şubat depremlerini ve İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıyı hatırlayalım. Hemen ertesinde sosyal medya platformlarına giremediğimizde başımıza gelen ‘bant daraltma’ uygulamasıydı.
Bu uygulama, 09 Kasım 2016 tarihli 6757 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle doğrudan kabul edilerek kanunlaşan 15 Ağustos 2016 tarihli 671 sayılı KHK ile 5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) yetkisi ve idarî yaptırımlarıyla ilgili 60. maddesine eklenen 10. paragrafında düzenleniyor.
Madde uyarınca; Cumhurbaşkanlığı milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak gerekli gördüğü tedbirleri alıp BTK’ye bildirir ve BTK Başkanı da Cumhurbaşkanlığı tedbirlerine ilişkin kararını derhal işletmecilere ve erişim sağlayıcılara bildirmekle yükümlüdür.
İşletmeciler ve erişim sağlayıcıları da Cumhurbaşkanlığı kararının gereğini, kararın bildirilmesi anından itibaren en geç iki saat içinde yerine getirilmelidir. Aynı maddenin devamında doğrudan idare tarafından alınan ve uygulanan kararın 24 saat içinde hâkim onayına sunulanacağı ve hâkimin 48 saat içinde kararını açıklayacağı ve aksi halde kararın kendiliğinden kalkacağı düzenlemiş olsa da uygulamada idare tarafından keyfi bir şekilde kısa süreli uygulamalarda kullanılan bu bant daraltma tedbirinin hâkim onayına gerek kalmadan işlemin kaldırıldığını görüyoruz.
Dolayısıyla kısa süreli bant daraltma uygulaması tamamen şeffaflıktan uzak bir şekilde yürütülüyor ve bu uygulamadan ancak ilgili sosyal medya platformuna giremediğimizde haberdar oluyoruz.
Yukarıda örneklerinden bahsettiğimiz saldırı ve deprem gibi kamusal ilgiyi haiz konularda gazetecilerin haberlerine ilişkin verileri topladığı ve paylaştığı, yurttaşların ise düşündüklerini özgürce ifade ettikleri ve bilgi edindikleri X, YouTube, Instagram, Facebook, TikTok ve Telegram gibi platformlara bütün olarak keyfi şekilde bant daraltma tedbirinin uygulanmasının temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması prensiplerine aykırı olduğunu ve OHAL düzenlemesine dayanan bu uygulamanın sansürün boyutlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Bir yılda 43 bin haber
İkinci olarak; 5651 s. Kanun’un uygulaması özellikle İnternet haber siteleri açısından sansürün bir başka boyutu olarak mutlaka değerlendirilmesi gereken bir başka alan.
5651 s. Kanun’un; Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki görüşmelerinde de üzerinde durulduğu ve daha sonrasında gerekçesinde de yer alacağı üzere Anayasa’nın “Ailenin Korunması” başlıklı 41. maddesine atıfla çocukların İnternette yer alan içeriklerden korunması amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir.[1] Buna rağmen 5651 s. Kanun’un yürürlüğe girdiği yıldan günümüze kadar olan uygulamasında kanunun amacınınım bu olduğunu söylemek pek mümkün değil.
Kanun’un asıl amacını ise İfade Özgürlüğü Derneği’nin “Engelli Web 2023 Türkiye’de Adaletsizliğin Sembolü: Sulh Ceza Hakimlikleri ve İnternet Sansürleri” raporuna baktığımızda görebiliyoruz. Rapora göre 2023 içinde 240 bin 857 alan adı ve web sitesi erişime engellendi. 2023 sonu itibarı ile Türkiye’de toplam 953 bin 415 web sitesi ile alan adı yasaklı.[2]
Türkiye’de erişime engellenen web sitesi sayısı 1 milyonu aştı
Bu kanun yürürlüğe girdiği ilk günden bu yana birçok haber ve içeriğin erişime engellenmesine karar verildi. Yine aynı rapordan:
5651 sayılı Kanun’un ‘İçeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi’ başlıklı kişilik hakları hakkındaki 9. maddesi kapsamında erişime engellenen toplam 43 bin 769 haber adresi (URL) ve haber siteleri tarafından silinen veya kaldırılan 38 bin 145 haber adresi (URL) olduğu ve bu haberler 582 farklı sulh ceza hakimliği tarafından verilen 7 bin 663 farklı kararla erişime engellendiği…[3]
Rapordaki örneklerden[4] de anlaşıldığı üzere 5651 s. Kanun’un 9. maddesi uyarınca Sulh Ceza Hakimliklerinden erişimin engellenmesi ve/veya içeriği çıkarılması[5] kararlarını talep edenlerin arasında siyasetçiler, bakanlar, kamu görevlileri ve hatta kamu kurumları bulunuyor.
Dolayısıyla kişilik hakları uyarınca yine idare ve idari kurumlar tarafından aldırılan duruşmasız ve beyan alınmaksızın alınan ve uygulanan bu kararların sansürün bir başka boyutu olduğunu söyleyebiliriz.
5651 s. Kanun’un 9. maddesi yürürlükte olduğu ilk günden bugüne kadar binlerce haber ve içerik ilgili Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından hiçbir gerekçe sunulmadan erişime engellenmiştir ve benzer şekilde sulh ceza hakimliğine yapılan itirazlar reddedilmiştir.
Uygulamadaki bu tutum sebebiyle yurttaşlar ve İnternet haber siteleri Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur ve Anayasa Mahkemesi tarafından bir dizi karar verilmiştir. Son olarak ise Anayasa Mahkemesi’nin 11.10.2023 tarihli ve E. 2020/76, K. 2023/172 sayılı kararı ile 5651 sayılı Kanunun 9. maddesi iptal edilmiştir ve bu karar uyarınca 5651 sayılı Kanunun 9. maddesi 10.10.2024 tarihinde yürürlükten kalkmıştır.[6]
Her ne kadar kanunun diğer maddeleri halen daha yürürlükte olsa da Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı sayesinde sansür aracı halinde uygulanan bu tedbirin Anayasaya aykırılığı da hukuken tespit edilmiştir.
Bilginin paylaşılmasının cezalandırılması
Üçüncü olarak; Türk Ceza Kanunu’nun 217/A maddesinde düzenlenen “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” (dezenformasyon) düzenlemesi 7418 s. Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun uyarınca 18 Ekim 2022 tarihli ve 31987 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu madde ise aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
Madde 217/A - (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Madde metnini doğrudan yer vermenin okurlar açısından daha yararlı olduğu kanaatindeyim, çünkü bu düzenlemeden haberdar olan yurttaşların ve özellikle basının haberlerini aktarırken mutlaka akıllarına gelecek bir düzenleme olduğu açık.
Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi kapsamında hazırlanan Rapor’da madde metnin hukuki çerçevesi oldukça kapsamlı bir şekilde aktarılmıştır.[7]
Düzenlemede yer alan ucu açık kavramların içinin doldurulması ve özellikle kamunun takip ettiği ve gazetecilerin haberlerine yer verdiği her bir bilgi açısından böyle bir denetim ve ceza mekanizmasının bu madde ile mümkün kılındığını söyleyebiliriz.
Tam da bu sebeple yasa daha yürürlüğe girmeden “sansür yasası” olarak anılmaya başlanmış ve yukarıda bahsettiğimiz birçok kanun maddesine ilişkin uygulama gibi sansürün bir aracı haline geleceği belirtilmiştir.
Gerçekten de bu durum Venedik Komisyonu tarafından bu maddeye ilişkin yayınlanan Rapor’un sonuç kısmında değerlendirilmiştir. Rapor’da; “gerçeğe aykırı bilgi” açısından Türkiye’deki mevcut hukuk mevzuatında TCK’nin 217/A maddesinde yer alan ulusal güvenlik, kamu düzeni ve emniyetine karşı suç gibi kavramlara ilişkin birçok düzenlemenin zaten mevcut olduğu ve bu düzenlemenin mevcut mevzuat düşünüldüğünde ifade özgürlüğüne yönelik olası tehditlere ve keyfi kısıtlamalara daha fazla açık hale getirdiği ve bu düzenlemenin acil bir sosyal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığın belirtilmiştir.
Ek olarak, dezenformasyonun bazı hafif biçimlerinin, halihazırda mevcut mevzuat kapsamında olmasa bile diğer düzenlemelerde var olduğunu belirtilmiştir.[8] Özellikle uygulamada sansürün önemli bir boyutu olarak nitelendirilerek gazeteciler ve yurttaşlar için bir otosansür etkisi yaratması, basit bir tabirle “bir bilginin paylaşılmasının cezalandırılması” anlamına gelen bir düzenlemenin varlığından da kaynaklanmaktadır.
Bu düzenleme hakkında kanunilik prensiplerini taşımadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne Anayasa’ya aykırılık itirazında da bulunulmuştur fakat Anayasa Mahkemesi 8 Kasım 2023 tarihli kararında ise “Demokratik toplum özgür ve özgün düşüncelerin varlığı ile gelişir. Özgür ve özgün düşüncelerin varlığı ise ancak sağlıklı bir bilgi akışının sağlanmasıyla mümkün olabilir.” şeklindeki değerlendirmeleriyle talebi reddetmiş olsa da kanunda yer alan maddenin suça ilişkin unsurlarını açıklamış ve suçun nasıl oluşacağına ilişkin önceki içtihatlarına atıfla değerlendirmelerde bulunmuştur.[9]
Özellikle kararın 19. paragrafında gazetecilere yönelik görünür gerçeklilik kavramına ilişkin içtihadını hatırlatarak gazetecilerin bir savcı gibi doğruluğundan emin olarak haberlerinde bilgilere yer veremeyeceklerini belirterek haberin aktarıldığı dönemde bilgilerin görünen gerçeğe uygun olması şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla bu madde yürürlüğe girdiğinden beri uygulamada birçok gazeteciye yönelik olarak belli hukuki süreçlerin başlatıldığını ve bu gazetecilerin çoğunun hükümete yönelik eleştirilerin yer aldığı haberler üzerinde toplandığı değerlendirildiğinde ise özellikle basına yönelik sansürün bir başka boyutunun da bu düzenleme olduğunu söyleyebiliriz.
Peki ya etki ajanlığı
Dördüncü ve son olarak; gündemde oldukça tartışılan ve özellikle sivil toplumu kriminalize etme riski taşıyan etki ajanlığı düzenlemesi, sansürün boyutları incelemek açısından oldukça önemli.
Bu düzenlemenin TBMM Adalet Komisyonu görüşmeleri sonrasında 34 sivil toplum kuruluşu “etki ajanlığı” düzenlemesinin yer aldığı kanun teklifinin reddedilmesine ilişkin açıklama yayınlamıştır.[10]
Bu açıklamada teklifin meşru sivil toplum faaliyetlerini suç olarak nitelendirildiği, kanun maddesinde yer alan ifadelerin aşırı geniş, muğlak ve suistimallere açık olduğu, kanunilik ve öngörülebilirlik prensiplerini sağlamaktan uzak olduğu ve sivil toplum ve insan hakları savunucuları üzerinde caydırıcı etkisi olacağı belirtilmiştir.
Gerçekten de Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında defalarca değerlendirdiği üzere ifade ve basın özgürlüğü hakkı açısından devletin bir yükümlülüğü de bu hakların layıkıyla kullanılması için gerekli ortamı ve güvenceyi sağlamasıdır.
Diğer bir ifade ile statükoyu savunmak demokratik toplumlarda ifade özgürlüğünün hakkıyla ve layıkıyla sağlandığı anlamına gelmemekte tam tersine muhalif görüşlerin, hükümeti eleştiren ifadelerin ve haberlerin özgürce tartışılabildiği ortamlar bu hakkın layıkıyla kullanılabildiği anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak tüm bu uygulamaların ifade ve basın özgürlüğü hakkına yönelik sansürün iki boyutu olduğunu söyleyebiliriz. İlk boyutu doğrudan bireylerin ve gazetecilerin ilgili düzenlemeler sebebiyle karşı karşıya kaldıkları hukuki süreçler diğeri ise bu maddelerin ilgili kanunlarda olmasının dahi bireylerin ve gazetecilerin otosansüre itilmesine neden olmasıdır. Buna da bir nevi riskin sebep olduğu bir caydırıcı etki ve otosansür diyebiliriz. Diğer bir ifadeyle, yazının başlığında da yer aldığı şekilde “ifade edemediklerimizin” tüm bu düzenlemeler açısından sansürün en önemli noktalarından birisi olduğunu söyleyebiliriz.
Queer ve Açık Radya'ya bir atıf
Sözlerimi bitirmeden; MUBI Fest İstanbul 2024'ün açılış filmi Queer'i Kadıköy Kaymakamlığı'nın yasaklamasına da değinmek istiyorum.
Gerçekten de Queer'e uygulanan bu sansür tekil bir örnek değil, buna karşı duruş diğer sansür uygulamaları açısından da oldukça önemli.
Tam da festival ekibinin açıklamasında da yer verdiği şekilde bu sansür uygulaması, sanatsal ifade ve basın özgülüğüne haksız bir müdahale teşkil ediyor. Ayrıca bu bireysel değil toplumsal bir mesele.
Son olarak mücadeleye dair bir hatırlatmayı da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun lisansını iptal etmesi sonrası yayınını durdurmak zorunda kalan Açık Radyo için olmalı, bir kez daha belirtilmeli ki: "Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo susturulamaz!"
[1] Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, cilt:156, 99’uncu Birleşim, 4 Mayıs 2007 Cuma, s.93.
[2] Engelli Web 2023: Türkiye’de Adaletsizliğin Sembolü: Sulh Ceza Hakimlikleri ve İnternet Sansürleri, Yaman Akdeniz- Ozan Güven, s.2.
[3] ibid, s.85.
[4] İbid.
[5] 5651 s. Kanun
[6] Anayasa Mahkemesi’nin 11.10.2023 tarihli ve E. 2020/76, K. 2023/172 sayılı kararı
[7] Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma Suçu (TCK M.217/A): Ceza Hukukuna İlişkin Değerlendirmeler” İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi, Dr. Öğr. Üyesi Aras TÜRAY, Arş. Gör. Aslı Ekin YILMAZ, Arş. Gör. Eşref Barış BÖREKÇİ ve Arş. Gör. Yalım Yarkın ÖZBALCI, 2022.
[8] Venedik Komisyonu, CDL-PI(2022)032-e, Türkiye - Urgent Joint Opinion of the Venice Commission and the Directorate General of Human Rights and Rule of Law (DGI) of the Council of Europe on the draft amendments to the Penal Code regarding the provision on “false or misleading information" - Issued persuant to Article 14a of the Venice Commission’s Rules of Procedure, 7 Ekim 2022, Türkçe için bkz. (https://d.barobirlik.org.tr/2022/venedikkomisyonu.pdf).
[9] Anayasa Mahkemesi 2022/129 E., 2023/189 k. 8/11/2023, R.G.Tarih-Sayı : 23/2/2024-32469.
[10] https://kaosgl.org/haber/etki-ajanligi-duzenlemesi-mesru-sivil-toplum-faaliyetlerini-suc-kapsamina-aliyor