"Kadın bulmak zor iştir" diye başlayıp, "kadın arıyorum" diye biten bir yazıya nasıl bir muamelede bulunmak lazım gelir? Önce okumak, bir daha okumak... Sonra önemsememek köşe başlarını tutan adamların bir türlü yetinmeyişlerini, hep daha fazla kendilerinden söz etmenin yollarını bitmek bilmeyen bir inatla arayıp buluşlarını... Ve birden öfkelenmek sonra... Hasan Bülent Kahraman kadın arıyor!!!
Canını yakmayacak bir kadın... Ona bakacak, yemek yapacak bir kadın... Ne istense onu yapacak bir kadın... Şefkatli bir kadın... Çile çekecek bir kadın... Evde yapılması gereken işlere vakıf bir kadın...
Ev işleri için ücretli çalıştırılan kadınlar, Kahraman'ın yazısı boyunca "bir kadın türü", "annemin kadını, "eve girip çıkan bu kadınlar", "Ayşe Kadıoğlu['nun]... elindeki kadınlar", "yabancı kadın", "bu kadınlar" olarak işaret edilmekte. İlk sorudur: Kahraman'ın yana yakıla aradığı bu 'kadın'ın bir adı/sıfatı yok mudur? Görünen o ki; 'kadın' - ki annenindir; eldedir, elindedir; eve girip çıkan ama yine de yabancı kalandır - olarak işaretlenen beden, tanımsız/tarifsiz/tarihsiz/deneyimsiz ve bununla birlikte beceriksiz/tembel/cahildir. Fakat bu tarif(leme)leri yalnız başına değil, tariflemeyi yapanın kendisini nasıl anlattığıyla beraber okumanın önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Böyle bir yol, meselenin sadece 'bir kadın türü'nü anlatmak değil de, kendine benzemeyeni tanımlayarak kendi başkalığını vurgulamak olduğunu göstereceğe benziyor. Gerçekten de, Kahraman'ın kendisine dair 'yüksek tahayyüller'i 'aşağıdakiler'in sıfatı bol adı hiç kadınlarının tarifinde hayat buluyor. 'Kadın arayan' - can yakmayacak... yemek yapacak... ne istense onu yapacak... ve şefkatli... ve çile çekecek - Kahraman... Kars'ta, İstanbul'da, Marmaris'te evi olan... Çocukluğundan beri evinde 'kadını' eksik olmayan... Sadece evi değil, 'evinin kadınları'yla mahrem anıları olan... Binlerce kitabı olan... Sürekli çalışan... Gömleği, çorabı pek kıymetli... Gündelikçi kadınlar üzerine ilk yazıyı yazan... Yani... zengin, bilgili, çalışkan, titiz, akıllı...
Bilenler bilir - Hasan Bülent Kahraman hala 'ilk' ve 'biricik' olduğunu iddia ededursun - Aksu Bora "Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası" adını verdiği kitabında aynı evin içinde karşılaşan iki farklı kadının hangi ikilikler yoluyla birbirlerini tariflediklerini ve aynı zamanda kendi öznelliklerini bu ikili karşıtlıklar yoluyla nasıl kurduklarını anlatır. Bu 'inşa hikayesi'ndeki belirlemelerden biri, orta sınıftan kadının ev içinde ücretli olarak istihdam ettiği kadını cahil, kaba, geri, pis, çirkin, yoksul olarak tanımlarken aslında kendi sınıf aidiyetini [yeniden] ürettiği üzerinedir. Ötekine dair her atıf, iki farklı kadın arasındaki sınırı belirginleştirir. Kentin orta sınıf kadını, cahil/kaba/geri/pis/çirkin/yoksul olmayandır.
Kendi evini ve evindeki gündelik hayatı bize anlatan Kahraman'ın hikayesi tam da bu sebeple bilindik bir hikayedir. İki farklı sınıfın, Necmi Erdoğan'ın ifadesiyle 'aşağı sınıflar'la 'yüksek tahayyüller'in, aynı mekanda nasıl buluştuğuna ve bu 'buluşma hikayesi'nin 'yüksek tahayyül' tarafından nasıl anlatıldığına dair bir hikayedir anlatılan. 'Yüksek tahayyül', tedirgin ve rahatsız olmuştur. "Eve girip çıkan bu kadınlar"ın 'kaçınılmaz' varlığı, bir sınıfa başka bir sınıfın varlığını hatırlatmaktadır aslında; adı anılmayanın işaret ettiği eşitsizlik, altasıralanmışlık, yoksulluk Kahraman'ı tedirgin etmektedir. 'Tehlikeli sınıf', evin içinde: "Bu kadınlar kimlerdir, kimleri eve sokuyoruz? Herhangi birisinin bir uyuşturucu işi olsa, farkında olmadan sizi de bulaştırsa..."; üstelik ütü 'beceriksiz' elinde, pek kıymetli gömlek ve çorapların başındadır!
Kahraman'ın anlattıkları, Bora'nın iki hem uzak hem yakın kadın arasındaki sınıfsal farkın üretilmesine dair anlattığı deneyime denk düşse de; taraflardan birinin erkek olması, beceriksiz/tembel/cahil 'kadın'ın dışlanma deneyiminin içine erkeğin işçi kadına dair cinsel fantazilerinin de dahil olmasına yol açmış görünmektedir. Bora'nın belirttiği üzere; orta sınıftan kadınlar, yoksul/işçi kadınların "tehlikeli ve yıkıcı... kontrolden çıkmış" cinselliklerinin tam karşısında "nazik, kırılgan ve güçsüz" bedenler olarak kendi cinselliklerini kurarlar. Fakat görünen o ki; Kahraman için işçi kadınların bedeni ötelenecek bir şey değil; aksine, "bazı genç kızlar, orta yaşlı kadınlar"la ortak öyküsü olan 'erkek kahraman'ın en fazla dokuz yaşında olduğu 'mahrem' öykülerinin nesnesidir. Erkek Batılı özne Doğulu öteki'ne ne yaptıysa, orta/üst sınıfın 'yüksek tahayyül'ü de 'aşağıdakiler'e onu yapmaktadır: Örtülü ve muğlak ifadeler yoluyla kulağımıza cinsel bir 'sır' fısıldanmakta; ve sonrasında, bu sırra dönük spekülasyon yapılabilmesine uygun bir alan yaratılmaktadır. Zira 'öteki' zaptedilmiştir; bu zaptın öyküsünün 'gizemli' kalması, zapt edenin 'şan'ını yürütmek gayesiyle olsa gerektir.
Güzeldir... Şiirdir: "kısarak seslerini, sözlerini eksilterek / eğerek başlarını / yeraltından usulca çıkıyorlar / mor yemenileri ve turuncu hırkalarıyla / ... çorak kentlerimizi bahçeye dönüştürüp / solgun daha solgun daha solgun / uçuyor yüzleri geceye kadar". Seslerini kısıyorlarsa... Eksiltiyorlarsa sözlerini... Eğiyorlarsa başlarını... Ama yine de geç geliyorlarsa işe, 'midem bulanıyor', 'geç kaldım', 'uzaktan geldim' diyerek gidiyorlarsa erkenden Kahraman'ın "dünyanın bir ucu" dediği ama bir dolu insanın dünyası olan 'kent kenarları'na, birşeyleri birşeylerin içine sokuyorlarsa, söz dinlemiyorlarsa, basıp gömleği, çorabı hepsini bir arada yıkıyorlarsa, ütüyü yapmıyorlarsa istenildiği gibi... ve mideleri bulanıyorsa... Bu bir sır... yalnızca "büyük efendinin karşısında yerlere kadar eğil[en]" akıllı köylünün bildiği...
_______________________________________
Not:Yazı boyunca atıf yapılan çalışmalara kaynak verilmemesi, Hasan Bülent Kahraman belki merak eder de ücretli ev emeği üzerine yazılan makale ve kitapları bulup/okuyup binlerce kitabına dahil eder diyedir.
* Meral Akbaş, ODTÜ Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi