Bizimle de barışabilir misiniz artık?

Barışa duyduğum özlemin ve hasretin bu denli yoğun olduğu günlerde, barış üzerine yazmak beni heyecanlandırıyor. Nereden başlayacağımı, ne yazacağımı tam olarak kestiremiyorum. Bu yüzden hislerimin ve hatıralarımın beni sürüklediği yere kadar yazacağım.
Gerçekten özledik barışı konuşmayı. Barışı konuşmak, hissetmek, onun gerçekleşebileceğinin hayalini kurmak bile tarifsiz bir duygu… Uzun zaman oldu, barışa olan inancımı kaybedeli. 2015’ten sonra barışın mümkün olduğuna dair umutlarımı yitirmiştim. O yıldan itibaren yaşanan acılar öylesine büyük ki, hangi barış bu acıları unutturabilir diye kaygılanıyorum. Ancak son dönemde yapılan barış görüşmeleri içimde yeniden bir umut yeşertti.
2013-2015 yılları arasında yaşanan barış, çözüm ve diyalog süreci biz gençler için büyük bir umut olmuştu. O dönem üniversite öğrencisiydim ve hayatımın en mutlu, en umutlu, en özgür ve en güvende hissettiğim iki yılını geçirmiştim.
Bir daha aynı güveni hissedebileceğim günler gelir mi bilmiyorum, ama bunu çok istiyorum. O yıllar, barışa en çok yaklaştığımız zamanlardı. Ölüm haberlerinin azaldığı, gözaltı ve tutuklama furyalarının yaşanmadığı, sorunların diyalog yoluyla çözülebildiği, demokratik ve kitlesel eylemlerin yasal olduğu, anayasal haklarımızı savunabildiğimiz bir dönemdi. Üstelik o yıllarda, bugünkü kadar derin bir ekonomik kriz ve korkunç seviyelere ulaşan zamlar da yoktu. Barış konuşuldukça, barış için adımlar atıldıkça hayat kalitemizin arttığını, gerçekten nefes alabildiğimizi hissettiğimiz zamanlardı o güzelim yıllar.
Barış için çalışmak
Günümüzde, hiç beklemediğim bir anda barış gündeminin konuşulmaya başlaması yeniden umutlarımızı artırdı. Her ne kadar kaygılarımız fazla olsa da barışın sağlanması adına atılacak adımlara pozitif yaklaşmak, zararımıza değildir. Bu süreci savunmak, atılacak adımlara destek olmak, barışa katkıda bulunmak ve barış için çalışmak en temel görevimiz olmalı.
Her şeyin yanında, barışın sesinin bu kadar gür çıktığı bir dönemde LGBTİ+'lar nerede, diye sormak istiyor insan. 10 yıl önce de barışı konuşurken LGBTİ+'ları görmeyenler, duymayanlar bugün yine LGBTİ+'ları görmezden duymazdan gelecek mi, merak ediyorum. “Barış herkes” için diye avazımız çıktığı kadar bağırıyorken söz konusu LGBTİ+'lar olunca neden LGBTİ+'larla yan yana, omuz omuza durmayı barışmayı göze almıyorsunuz? 2012 yılındaki Diyarbakır 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde mevcut iktidar ve Kürt hareketi arasındaki barışın gerçekleşmesi şiarıyla gerçekleşen mitingde, mitinge katılan bir grup LGBTİ+fobik LGBTİ+'lara "sizi bu mitingde istemiyoruz, halkımızın ismini karalıyorsunuz" diyerek korkunç bir saldırı gerçekleştirmişti. O saldırıda LGBTİ+ arkadaşlarımız yaralanmış; ancak yine de her türlü saldırıya rağmen buradayız, bu alanda ve kentin her yerindeyiz, barışı istiyoruz iradesiyle saldırılara varlığıyla meydan okumuşlardı.
Varlık mücadelesi değil miydi yürüttüğümüz mücadele? Kürtler on yıllardır yaşamak için varolmak için mücadele yürütmüyor mu? On yıllardır ulusal kimliklerinden kaynaklı asimilasyon ve yok etme saldırılarına karşı mücadele eden bir kesim nasıl olur da LGBTİ+'ların varlık mücadelesi karşısında saldırıyla karşılık verebilir? Ezilenin ezileni ezmesi çelişkisini sanırım ömrüm boyunca anlayamayacağım. Burada bir genelleme yapmıyorum tabii ki. Kürt halkı topyekûn LGBTİ+'lara karşı, diye bir argüman da üretmiyorum. O mitingde LGBTİ+'lara saldıranlara karşı LGBTİ+'ları koruyan ve saldırılara karşı duran, bizimle yan yana olanlar yine Kürtler’di. Sadece burada üzerine düşündüğüm konu, o gün o mitingde yıllardır savaş halinde olduğu bir kesimle barışma iradesiyle oraya gelen grubun LGBTİ+'ları görünce saldırması korkunç bir nefreti gözler önüne seriyor.
“LGBTİ+'lara uygulanan ayrımcılık son bulsun”
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’daki 8 Mart mitinginde, beyaz tülbentli bir anne, “LGBTİ+'lara uygulanan ayrımcılık, şiddet, taciz ve mobbing son bulsun” yazılı bir döviz taşıyordu. Bu anı fotoğraflayan kadın muhabir ise günlerdir hedef gösteriliyor; bedeni üzerinden korkunç sözler sarf ediliyor, ölüm tehditleri alıyor. Üstelik bu olay, bir kadın gazetecinin yalnızca mesleğini icra ettiği, üstelik kadınlar gününde yaşandı. Tekrar etmek gerekiyor: Bir kadın gazeteci, sırf işini yaptığı için, kadınlar gününde hedef gösterildi, linç edildi ve ölüm tehditleri aldı. Döndüm, tekrar fotoğrafa baktım. Fotoğrafın üzerinde yazan cümle dünyanın en meşru, en haklı ve en doğru talebiydi: “LGBTİ+'lara uygulanan ayrımcılık, şiddet, taciz ve mobbing son bulsun.”
2015 İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü günü, Taksim’in bütün sokakları bariyerlerle kapatılmıştı. Hiç beklenmedik bir şekilde Valilik, yürüyüşü yasaklamış; gün boyunca ve gece geç saatlere kadar Taksim’in dört bir yanında LGBTİ+’lara yönelik polis saldırıları gerçekleşmişti. 2015’ten bu yana, İstanbul ve pek çok şehirde LGBTİ+ Onur Yürüyüşleri yasaklı şekilde kutlanıyor; yüzlerce LGBTİ+ bu kutlamalarda işkenceyle gözaltına alınıyor. Barış sürecinin bitmesiyle birlikte ilk saldırılardan biri LGBTİ+’lara oldu. O güne kadar özgürce kutlanan Onur Yürüyüşleri yasaklandı, LGBTİ+’lar kriminalize edildi. Bugün ise yeni çıkacak Anayasa ile LGBTİ+’ların kimliklerini yaşamalarının dahi suç haline getirileceği konuşuluyor. İşte tam da bu yüzden, barış hiç olmadığı kadar elzemdir.
Gerçek barış
LGBTİ+'lar yıllardır kimliklerini gizlemek zorunda bırakılıyor; yalnızca cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskıya, şiddete, ayrımcılığa ve katliamlara maruz kalıyorlar. Bir LGBTİ+ bireyin sadece kendi kimliğiyle var olmak istemesi, önce ailesi, sonra mahalle arkadaşları, okul idaresi, öğretmenleri, okuldan arkadaşları, iş hayatı ve iş arkadaşları tarafından ayrımcılık ve dışlanmayla karşılaşmasına neden oluyor. En temel haklardan biri olan barınma hakkına dahi erişemiyor, ev bulamıyor. Bu yüzden sayısını bile bilemeyeceğimiz kadar çok LGBTİ+ intiharı yaşanıyor—ve hepsi politiktir.
Barışı konuşurken LGBTİ+'larla barışmayı nereye koyacağız? Yıllardır yaşam alanlarından dışlanan LGBTİ+'larla nerede ve ne zaman bir araya geleceğiz? Unutulmaması gereken bir gerçek var: LGBTİ+'lar olmadan gerçekleşen hiçbir barış, gerçek barış değildir. Eğer barış konuşulacaksa, bu toplumun tüm ezilen kesimleriyle bir araya gelmek şarttır. Şimdi, her zamankinden daha fazla yan yana olmaya, toplumun her kesimiyle kucaklaşmaya, acılarımızı birlikte hafifletmeye ve barışı birlikte inşa etmeye ihtiyacımız var. Gerçekten çok yorulduk artık. Bizimle de barışabilir misiniz?
(EK/TY)