Bahar Ekinoksu: Mitler, ritüeller ve yeniden doğuş

Bahar ekinoksu, karanlık ve aydınlığın göz göze geldiği ve zamanın çizgisel akışının ritüellerle kesintiye uğradığı; toplumların mitsel kökleriyle bağ kurarak, yeniden doğuşun kıyısında kolektif başlangıçlara hazırlandığı eşiği simgeler.
Bu eşik, yalnızca göksel bir olgu değil; insanın ruhsal dünyasında ve toplumsal belleğinde de yankı bulan kadim bir hatırlatmadır: Her karanlık, içinde ışığı; her durgunluk, içinde dönüşümü taşır.
Ekinoks (özellikle ilkbahar ekinoksu), Kuzey Yarımkürede 21 Mart civarında gerçekleşir ve bu tarihte gece ile gündüz eşitlenir. Bu astronomik olay, doğada ışık ve karanlığın dengesi olarak tezahür ederken, sembolik boyutta “denge”, “dönüşüm” ve “yeniden doğuş” temalarını ön plana çıkarır.
Antropolog Arnold van Gennep (1909), geçiş ritüellerini incelediği Les Rites de Passage adlı eserinde, toplumsal veya bireysel geçişin üç aşamadan oluştuğunu ifade eder: ayrılma (separation), eşik (limen) ve yeniden bütünleşme (reincorporation).
Ekinoks, bu “eşik” zamanın doğadaki karşılığı olarak düşünülebilir; kışın karanlık ve durağan evresinden, baharın ışık ve canlılık evresine geçişi temsil eder. Victor Turner (1969) ise van Gennep’in kuramsal çerçevesini genişleterek, “liminalite” kavramını toplumsal ritüellerin dönüştürücü gücünün merkezine yerleştirir.
Turner’a göre liminal dönemler, “ne önceki statüye ne de sonraki statüye ait” olan, topluluklar ve bireyler için kimliklerin çözülüp yeniden kurulduğu aradalık zamanlarıdır. Bahar ekinoksu, bu liminal momentumu güçlü biçimde içeren doğal bir fenomen olarak hem bireysel hem kolektif düzeyde yenilenme potansiyelini somutlaştırır.
Semboller
Ekinoks, insanlık tarihinin en kadim mitlerinde ve dinsel ritüellerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Newroz (Kürtçe), Nowruz (Farsça), Nevruz (Türkçe), Navruz (Özbekçe), Kuzey Avrupa geleneklerinde Ostara, Hindu kültüründe Holi gibi bahar bayramları “kışın karanlığından baharın aydınlığına geçiş” teması ile farklı kültürlerde kutlanmaktadır. Mitlerde de sıklıkla karşımıza çıkan “ölüm ve yeniden doğuş” motifinin yıl içerisindeki zaman karşılığı bahar ekinoks dönemidir.
Mitolojik anlatılar, doğanın döngüsel ölümü ve dirilişi ile insanın ruhsal dönüşümleri arasında paralellik kurar. Örneğin Antik Yunan mitolojisinde, Persephone’nin yer altı dünyasından çıkarak annesi Demeter ile tekrar bir araya gelmesi, doğanın canlanışını ve baharın gelişi ile özdeşleştirilir.
Bir diğer örnek, Zerdüştlükteki Ateş kültüdür; baharın gelişiyle yakılan ateşler, bir yandan eskiyi arındırır, diğer yandan yeniye kapı açar. Farklı kültürlerde farklı semboller aracılığıyla ifade edilse de baharın gelişi “yenilenme” fikrini pekiştirir.
Zerdüştlük inancında ateş, Ahura Mazda’nın aydınlığını ve hakikatini sembolize eder. Bu nedenle Zerdüştlükteki ibadet mekânları olan ateş tapınakları (Ateşgah), kutsal ateşin sürekli yanmasını sağlamak üzere tasarlanmıştır. Ateş, Zerdüşt düşüncesinde hem kötülüklerden arındıran bir unsur hem de Tanrı’nın nuruna aracılık eden bir sembol olarak görülür (Boyce, 2000).
Bu anlayış, baharın gelişiyle birlikte yakılan ateşler, bir yandan eski yılı ve onunla gelen sıkıntıları geride bırakmayı (arınmayı), diğer yandan “yeni gün”e yani umut ve bereket dolu bir geleceğe kapı açmayı temsil eder. Kutlamalarda ateş üzerinden atlama veya ateş etrafında toplanma gibi ritüeller, toplumların kışın soğuk ve karanlık günlerini geride bırakarak baharın aydınlığına hazırlanmasını ve kolektif bir enerji paylaşımını simgeler (Frazer, 2009).
Ateşin ve ışığın sembol dilinde taşıdığı anlamlar olan arınma, aydınlanma, yeniden doğuş farklı toplumlarda değişen mitolojik öykülerle birleşse de “karanlıktan aydınlığa geçiş” ve “canlanma” düşüncesini vurgular.
İnsanlığın ortak hafızasındaki yeri
Antropolog Claude Lévi-Strauss (1962), mitlerin ve sembollerin, insanın doğayı anlamlandırma ve ona düzen verme çabasının bir yansıması olduğunu belirtir.
İnsan, doğanın döngüselliğini gözlemleyerek, kendi toplumsal yapısına da benzer formları uyarlar. Bu süreçte semboller hem doğayı anlatmaya hem de insan psişesindeki karanlıkta kalan yönleri dile getirmeye hizmet eder.
Bahar ekinoksu bu açıdan, “doğanın uyanışı” temasını kolektif bir bilince taşırken, toplumun kendi dönüşüm ihtiyacına da model sunar.
Kışın karanlığı, yoksunluk ve durgunluk, “ölüm” metaforuyla eşdeğer tutulabilirken; bahar ise yaşamın geri dönüşü, umut ve bereketi simgeler. Bu sembolik anlatım, dini ritüellerde, masallarda, efsanelerde ve hatta modern kutlamalarda varlığını sürdürür.
Gennep’in (1909) tarif ettiği ayrılma, liminal (eşik) ve yeniden bütünleşme evreleri, ekinoks ritüellerinde de kendini gösterir. Kışın durağanlık hissi, ekinoksla birlikte bir “eşik” deneyimine dönüşür; doğanın yeniden canlandığı bahar ise insan topluluklarına tazelenme, umut ve “yeniden bütünleşme” vaat eder. Turner (1969) ise bu liminal evrenin “communitas”[1] kavramı üzerinden işleyen dönüşümünü vurgular.
Ekinoks döneminde gerçekleşen şölenler, törenler ve ortak kutlamalarda, katılımcılar gündelik rollerinden ve hiyerarşik statülerinden “geçici” olarak azad olur; böylece farklı inançlar, yaş grupları veya sosyal katmanlar ortak bir coşku alanında kaynaşma imkânı içinde var olur.
Bu “geçici” kaynaşma, Turner’ın belirttiği üzere, toplumu hem dönüştüren hem de birleştiren bir enerji taşır: Mevsimin canlanma gücüyle insanların içsel yenilenme arzusu birleşir ve kolektif bilinçdışı[2] düzeydeki “yeniden doğuş” arketipi[3] toplumsal bir şölene dönüşür.
Böylesi şenlikler, yalnızca doğanın döngüsüne biyolojik uyum sağlamaktan ibaret değil; aynı zamanda ruhsal ve sembolik bir “eşikten geçme” anlamını içerir. Yüzyıllar boyunca Holi’de renklerin coşkuyla saçılması, Ostara’da toprağa tohum ekilmesi, Pers, Kürt ve Türk mitolojilerinde Nowruz/Newroz/Nevruz ateşlerinin yakılması veya Musevi geleneğinde Purim’in kutlanması gibi kolektif ritüeller, “yeniden başlamaya” dair ortak umudu besler.
Bu pratikler hem bireysel hem de toplumsal bellekte, karanlığın içinden ışığa doğru yapılan yolculuğun, bir başka deyişle “ölüm ve diriliş” döngüsünün her bahar yeniden hatırlanmasını ve kutlanmasını sağlar.
“Kutsal Zamanın” yeniden üretimi
Mircea Eliade (1907-1986), The Sacred and the Profane adlı eserinde, ritüellerin “kutsal zaman”ı[4] yeniden canlandırma işlevine vurgu yapar. Eliade’ye göre, mitik anlatılarda ve ritüellerde her tekrar, aslında “ilk yaratılış anı”na veya “mitsel zaman”a geri dönüşü simgeler.
Bu bakışla, bahar ekinoksunda gerçekleştirilen ritüeller, doğanın ilk canlanışını, evrenin ilk yaratılış momentindeki “hayatın doğuşunu” yeniden sahneye koyar. Başka bir deyişle, evrenin veya toplumun geçmişteki kozmik düzeninin “bugün” içinde yeniden yaşanması, topluluğa güçlü bir ruhsal tazelenme duygusu kazandırır.
Eliade’ye göre “kutsal zaman,” sıradan veya profan zamandan[5] farklıdır ve ritüel esnasında katılımcılar, zamanın dışına çıkarak adeta mitsel bir boyuta geçiş yaparlar. Bahar ekinoksu ritüelleri, bu anlamda, doğanın kendini yenilediği o “kutsal zamanı” deneyimleme fırsatı sunar. Toplum, kendi mitsel köken hikâyelerine geri dönerek, kendi birliğini ve sürekliliğini pekiştirir (Eliade, 1987).
Mitolojiden kolektif bellek inşasına
Campbell’ın “kahramanın yolculuğu” şablonuna göre, her mitolojik anlatıda kahraman, karanlık, zorlu veya kaos dolu bir evreden geçerek yeni bir bilince ve düzene ulaşır. Kürt mitolojisinde anlatılagelen Demirci Kawa efsanesi, buna örnek olabilir: Zalim Dehak’a karşı ayaklanan Kawa, ateşi bir özgürlük nişanesi olarak yakar ve toplumu zulümden kurtarır; esaret altındaki halk, kolektif bir kahramanlık yolculuğu yaşar.
Bu anlatıda, Campbell’ın “tanıdık dünyadan ayrılma, zorlu sınavlar ve dönüş” modelinin izleri net biçimde görülür: Toplumsal dönüşüm/diriliş ve özgürlük arzusu etrafında şekillenir.
Demirci Kawa’nın zulme karşı yaktığı ateş, Kürt halkının kolektif belleğinde[6] sadece bir mit değil; inkâra, asimilasyona ve baskıya karşı oluşturulan direnişin ve varoluşun simgesi haline gelir. Her bahar ekinoksunda yeniden yakılan bu ateş, toplumsal bellekte “karanlıktan aydınlığa” geçişin politik ve toplumsal bir hatırlatıcısıdır aynı zamanda.
Eliade’nin kutsal zaman kavramıyla birlikte düşünüldüğünde ise, karanlıktan aydınlığa, zulümden adalete ve durağanlıktan direnişe geçişin sadece tarihi olaylarda değil, her yıl kutlanarak döngüsel ritüel anları olduğunu söylemek mümkün.
Sonuç: Doğanın döngüsünden yeniden doğuşa
Tüm bu döngüler, mitolojik anlatılar ve ritüel pratikler, insanlık tarihinin ortak hafızasında kök salan evrensel bir bilgeliğe işaret eder gibidir: her karanlık dönem, potansiyel olarak bir dönüşüm ve yeniden doğuş sürecini de içinde taşır.
Bahar ekinoksu, doğanın ve insan topluluklarının döngüsel yenilenme kapasitesini simgesel düzeyde görünür kılar. Karanlık ve ışığın eşitlendiği bu eşikler hem bireysel hem kolektif düzlemde yeni başlangıçlara zemin hazırlamayı; geçmişin karanlıkta kalan yanları ile yüzleşmeyi, mevcut zorlukların aşılmasını ve geleceğe yönelik yeniden yapılanmanın mümkün oluşunu hatırlatır.
Ve belki de en önemlisi, hiçbir karanlığın sonsuza dek sürmeyeceğini; en karanlık noktadan sonra aydınlığın doğduğunu bize yeniden gösterir. Hâfız-ı Şîrâzî’nin dediği gibi: “Sevin ey gam, çünkü gecenin sonunda sabah olur.” (Divân-ı Hâfız)[7] Tüm bu döngüler, adaletin zulme, aydınlığın karanlığa galip geleceğini hatırlatır; bireysel ve kolektif düzeyde umutla direnişe çağırır.
(MK/EMK)
Kaynakça
Boyce, M. (2000). Zoroastrians: Their religious beliefs and practices (2nd ed.). Routledge.
Campbell, J. (2008). The hero with a thousand faces (3rd ed.). New World Library.
Eliade, M. (1987). The sacred and the profane: The nature of religion (W. R. Trask, Trans.). Harcourt Brace Jovanovich.
Frazer, J. G. (2009). The golden bough: A study in magic and religion (R. Fraser, Ed.). OUP Oxford.
Jung, C. G. (1956). Symbols of transformation (Vol. 5, The Collected Works of C. G. Jung; G. Adler, M. Fordham, & H. Read, Eds.; R. F. C. Hull, Trans.). Routledge. https://doi.org/10.4324/9781315727615
Jung, C. G. (1981). The archetypes and the collective unconscious (R. F. C. Hull, Trans.; Vol. 9, Part 1). Princeton University Press. (Original work published 1959)
Lévi-Strauss, C. (1962). The Savage Mind. Chicago: University of Chicago Press.
Turner, V. (1969). The Ritual Process: Structure and Anti-Structure. Chicago: Aldine.
van Gennep, A. (1909). Les Rites de Passage. Paris: É. Nourry. (İngilizce çeviri: The Rites of Passage, 1960). Retrieved from https://press.uchicago.edu/dam/ucp/books/pdf/course_intro/978-0-226-62949-0_course_intro.pdf
[1] Bu kavram, toplumsal rollerin, statülerin ve otoritelerin geçici olarak çözündüğü, bireylerin “kim olduklarından” ziyade “birlikte oldukları” bir deneyimi tanımlar. Turner’a göre communitas, özellikle liminal (eşikte olma) dönemlerde ortaya çıkar ve toplumsal yenilenme, yaratıcı enerji ve dayanışma potansiyeli taşır.
[2] Kolektif bilinçdışı, Carl Gustav Jung tarafından geliştirilen bir kavram olup, insanlığın ortak deneyimlerinden türemiş, evrensel semboller ve arketiplerden oluşan bir bilinçdışı katmanını ifade eder. Bu kavram, ortak mitler, rüyalar, dini semboller ve kültürel motiflerde kendini gösterir.
[3] Arketip kelimesi, Fransızca archétype kökeninden gelir ve “ilk örnek” ya da “asıl kalıp” anlamına gelir. Bu terim, insan kültüründe kuşaklar boyunca aktarılan ortak davranış kalıplarını ve evrensel simgeleri tanımlar. İnsanlar tarih boyunca benzer olaylarla karşılaştıkça, bu deneyimlerden doğan kalıpları benimseyip nesilden nesile taşımışlardır. Böylece anne, baba, kahraman, yolculuğa çıkan kişi gibi arketipler ortaya çıkmıştır. Bunların arasında yeniden doğuş arketipi, insanın içsel ve dışsal dönüşüm süreçlerini simgeler. Krizlerden ya da karanlık dönemlerden geçtikten sonra, kişinin yeni bir farkındalıkla yaşamına devam etmesini anlatır. Bu arketip, birçok mitolojik anlatıda, kahramanın zorluklardan geçerek dönüşmesi ve yeniden hayata kavuşması biçiminde karşımıza çıkar.
[4] Kutsal zaman, Mircea Eliade’ye göre, lineer olmayan, döngüsel ve tekrar edilebilen zamandır; başlangıca, dünyanın yaratılış anına dönüşü mümkün kılar. Mitlerin ve ritüellerin her tekrarı, bu ilk kutsal anı şimdiye taşır ve böylece katılımcılar sıradan, profan zamanı aşarak yeniden yaratılışa, başlangıca dönerler. Kutsal zaman içinde geçmiş ve gelecek yoktur; yalnızca her şeyin ilk kez olduğu, taze, canlı ve anlam yüklü bir “şimdi” vardır. Bu zamanın içinde olmak, insan için dünyaya yeniden bağlanmak ve varoluşuna anlam kazandırmaktır.
[5] Profan zaman, sıradan, gündelik ve kutsallıktan arınmış zamandır. Doğrusal şekilde ilerler; başlangıcı ve sonu bellidir ve tekrarı yoktur. Eliade'ye göre profan zaman içinde insan, doğanın akışı ve takvimin dayattığı zaman çizgisinde, rutinlerin, işlerin ve zorunlulukların arasında yaşar. Bu zaman diliminde insanın yaşantısı kutsal bir anlam taşımaz; zaman, yalnızca geçen ve tükenen bir akıştır.
[6] Kolektif bellek, bir toplumun geçmişe dair ortak hatıralarını, deneyimlerini ve bunları kuşaktan kuşağa aktarma biçimlerini ifade eder. Bu bellek, yalnızca tarihsel olayların hatırlanması değil; ritüeller, mitler, semboller ve ortak anlatılar yoluyla sürekli yeniden üretilir. Maurice Halbwachs’a göre bireysel hafıza bile toplumsal çerçevede şekillenir ve kolektif bellek, toplumsal kimlik ve aidiyet duygusunun temel taşlarından biridir.
[7] Farsça orijinali:
غم مخور ای دل که آخر گل ز خار آید برون
شاد باش ای غم که آخر شب سحر گردد