Kültürümüzde olmayan kimi yiyecek ya da içecekleri aklımıza getirdiğimizde çoğu zaman iğreniriz ya da midemiz kalkar. Yani, içgüdüsel tepki gösteririz.
Oysa ayrı kültürlere sahip olduğumuz başka bir toplumun fertleri, iğrendiğimiz bu yiyecek ya da içecekleri gönül rahatlığıyla, hatta iştahla yer ya da içerler. İçgüdüleri midenin kalkması biçiminde değil, ağız sulanması biçiminde tepki gösterir.
Aynı durum tersi biçimde de yaşanabilir. Yani, yediğimiz yiyecek ya da içeceklerin bazılarından başkaları iğrenebilir.
Asıl dikkat çekici olan ise, iğrendiğimiz yeme-içme materyalinin tadına bile bakmamış olmamızdır. Yani, içgüdümüz bir deneyim neticesinde tepki göstermiyor.
O halde nasıl oluyor da vücudumuz böyle otomatik tepkiler gösteriyor?
Kuşkusuz bunun bilimsel yanıtını işin uzmanları verebilir ama içgüdü ile akıl arasındaki ilişki de üzerinde durulmaya değer. İçgüdünün akıl üzerindeki etkilerini sıkça konuşuruz ki bu etki bir realitedir. Fakat içgüdü de aklın etkisi altındadır ve bir biçimiyle aklileşebilir.
Kültürlerin de bir aklı vardır. Bu akıl gelenek ve inançlardan beslenir ve toplumların yaşam biçimlerine yön verir. Sosyal ilişkilerden yeme-içme kültürüne kadar her şey bu akıl tarafından şekillendirilir.
Akıl geleneksel, mitolojik ya da dinsel öyküleştirmeler yoluyla topluma tabuyu benimsetir. Benimseme duygu ve içgüdüye kadar derinleşir ve özümsenir. Öyle ki tabu konusu olan yiyecek ya da içecek akla geldiğinde vücut otomatik olarak tepki gösterir. Örneğin, mide bulanır.
Bu sebepten bir müslümanın midesi domuz etini, bir alevinin midesi tavşan etini kaldırmaz. Ya da Uzakdoğulular her türden börtü böceği iştahla yerken, dünyanın çoğu yerinde bırakalım böcek yemeyi, böceğin girdiği kap bile bilmem kaç suyla yıkanır.
İçgüdü, aklın bu oyununa alıştı mıydı artık kolay kolay bırakamaz. Gün gelir akıl bu oyundan vazgeçmek istese bile, kendini oyuna iyiden iyiye kaptırmış olan içgüdüyü vazgeçirtmek kolay olmayacaktır.
Akıl zorda kaldı mıydı yabancı bir toplumun tabularını bile içgüdüye özümsetebilir. Bu konuda Bombay Zerdüştilerinin durumu çarpıcıdır.
Denir ki, İranlı Zerdüştiler Halifeden kaçarak Batı Hindistan’a geldiklerinde Hintli hükümdar, sığır eti yememek şartıyla onlara müsaade eder. Daha sonraları bu bölgeler İslam fatihlerinin hâkimiyetine geçince de domuz eti yememe şartı önlerine getirilir. Akıl çaresiz, itaati kabul eder. İlk dönemde otoriteye itaat olan şey zamanla ikinci doğa haline gelir ve Zerdüştiler hala hem sığır etini hem de domuz etini yemezler.
Aklın içgüdüyle oyunları yeme-içme biçiminden ibaret değil. Yaşamın her alanında yaşanabilecek bir olgudur bu.
Tabulaştırılan fikir ve düşünceler arasında, din ve mezhepler arasında, sınıf ve uluslar arasında ve akla gelebilen tüm sosyal karşıtlıklarda aklın başvurduğu en etkili oyundur bu.
Tabu cenah akla gelince kaşlar çatılır, kalp ritmi yükselir ve kan dolaşımı hızlanır. Yani, vücut tabu yiyecek ve içeceğe karşı gösterdiği tepkinin benzerini burada da sergiler. Tabu cenahın herhangi bir ferdiyle temas edilmemiş dahi olsa.
Tıpkı yiyecek ve içecek örneklerinde olduğu gibi gün gelir akıl bu oyundan vazgeçmek istese bile, içgüdüleri vazgeçirtmek kolay olmayacaktır. (AB/APK/SD)