1995'li yıllardı. Güneydoğu'da göz gözü görmüyor, sisli, puslu günleri yaşıyorduk. O günler Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odasında Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak görev yapıyordum. Oda olarak hazırladığımız ekonomik ve sosyal durum ağırlıklı epeyce muhalif raporlarımız sıkça ses getiriyordu. Adeta referans kurumu gibi çalışıyorduk.
Bunu fark eden İzmir'den, Ankara'dan, İstanbul'dan hatırı sayılır iş dünyası heyetleri de bölgeye gelip konuğumuz olarak bizleri dinliyor, "Makûs talihimizi"! bizimle birlikte yeneceklerini yineliyorlardı. Hoş ne menem talih ise, halen de yenilememiş ya !
Doğrusu hükümetler de boş durmuyorlardı. Haklarını inkâr etmeyelim. Kağıt üzerinde de olsa bolca paketler açıyorlardı. Sık, sık bölgeye özel olduğunu itiraf ettikleri paketlerle geliyorlar, ama orada kalıyorlardı. Biraz da onlara gönderme kabilinden bir hemşehri işadamı Mehmet Mehmetoğlu o tarihlerde diyordu ki; "Şu ana kadar vaat edilenler yapılsaydı, bölgede 448 trilyonluk yatırım yapılmış olacaktı. Vaatten kim ölmüş?" (Milliyet, 30 Eylül 1995, sayfa7).
1995 yılı Eylül ayı sonunda, Ömer Dinçkök, Kâzım Yücelen, Memduh Hacıoğlu, Orhan Keçeli, Mehmet Şuhubi, Atilla Karaosmanoğlu, Hüsamettin Kavi ve Sakıp Sabancı'nın da aralarında yer aldığı sıkı bir heyetle İstanbul Sanayi Odası (İSO) Diyarbakır'a geldi.
Heyetin geldiği günün gecesi benimle İSO başkanı Hüsamettin Kavi'yi TRT canlı yayına televizyona davet etmişti. Gecenin epeyce ilerleyen bir saatinde Tüccarlar Restorandaki yemekten kalkıp TRT'ye yollandık. Ama hissediyordum Kavi'de bir tedirginlik vardı. Çünkü gündüz bazı işadamları yarı şaka yarı ciddi çoluk çocuklarıyla helalleşerek Diyarbakır'a geldiklerini söylemişlerdi.
Hüsamettin Kavi yolda sormuştu ; "Yahu yolda bir şeyler olmaz değil mi?" Yanıtlamıştım Kavi'yi; "Merak etme! Senin kanın bizden kırmızı değil. Sana yönelmeden önce bizi halletmeleri gerek". Sonra programı yapıp gece yarısı biraz da şehir turu atarak oteline bırakmıştım konuğumuzu.
Neyse bu kadar anı tazelemeyi geçtiğimiz günlerde (10 Nisan 2004) vefat eden Sakıp Sabancı'nın o günlerdeki Diyarbakır gezisini anımsatmak için yazdığımızı hemen söyleyeyim. 29 Eylül 1995 günü ağır konuğumuz Sakıp Ağa şehre gelmişti. Renkli, sempatik tarzını da beraberinde getirmişti bizlere.
Ticaret odasında yaptığı konuşmada; "Sadece parayla bu sorunlar çözülmez. İspanya'yı bize benzediği için anlatıyorum. İspanya'da BASK işi o kadar büyüdü ki bir milyon insan öldü. Onlardan ders almalıyız. 1945'ten 1995'e kadar 97 savaşın 69'u etnik meselelerden kaynaklandı" dedi. Sonra "İyi şeyler yapmamıza Ankara fren koyar mı, kaygı duyuyorum" diye de ekledi Sakıp ağa.
Enis Berberoğlu köşesinde ; "Sakıp ağa DGM'ye çıkar mı?" diye Diyarbakır'daki konuşmayı tartışan yazı yazdı. (Hürriyet, 30 Eylül 1995).
Sabah Gazetesi "Tebessüm" köşesinde, hiç de tebessüm etmeden ; "Ya Sakıp Sabancı'nın da aralarında bulunduğu işadamları grubuna ne demeli? Güneydoğu için, siyasal ve ekonomik çözüm arıyorlarmış. Sabancı, BASK modelinden filan söz ediyormuş. Yapılacak şey belli. Meydan böyle kendini bilmezlere bırakılmamalı... Bunlar hakkında kim bilir ne belgeler vardır elimizde. Acaba "gökdelen-SA"lar kaçak mı? İçimizde bir şüphe var. İnsan yabancı sermaye ile böyle içli-dışlı olunca, milliyetçiliği kalır mı ? TOYOTA-SA'nın iç yüzünü bilmiyoruz mu yani? Neyse beklesinler, görürler. Böyle liboş-satılmış-hainlerden oluşan bir çemberi nasıl kıracağımızı görsünler" diyordu.
Doğrusu Sabancı'yı dinleyen bölge iş adamlarının yüreği biraz ferahlamış mıydı ne? Sanki tünelin ucundaki ışık gibi algılamışlardı Sabancı'nın söylediklerini. Sakıp ağa ile özel sohbetimizde, "Grubunuzdan yatırım da çıkar mı?" soruma, ağa, "Biraz daha sabredin" derken sanki bakalım bu sözlerimize Türkiye'nin tepkisi ne olacak der gibiydi. Sonra Sakıp Sabancı'nın Diyarbakır'da söyledikleri "Doğu Anadolu Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Raporu" olarak iki ay içinde yayına dönüşüyordu.
Bölge işadamları da bunun beklentisi içindeydiler ki; "Sabancı herkesin düşündüğü ancak söylemeye cesaret edemediklerini söyledi. Bu da Sabancı farkı! Bu sözleri Sabancı değil de bir doğulu işadamı söyleseydi en iyimser tahminle mahkemelerde sürünürdü" diyorlardı. Hani haksız değildi Çiller'in dillendirdiği "hain işadamları" listesinden sonra.
Ve sonra ne mi oluyordu ? Tabii ki bir Türkiye tragedyası, beklenen son.
Alparslan Türkeş çıkıyordu ve birlerine "Ne mozaiği ulan" diyordu. Ardından da "Sakıp ağa çizmeyi aşıyorsun" deniliyordu. Mahkemelerde sürünme iyimserliği değil de, bir kardeşi söylenmiş bir söz uğruna feda etmenin derin hüznünü yaşıyordu Sakıp Sabancı. Diyarbakır konuşmasının üzerinden iki ay geçmeden rapor yayınlanıyordu. Dördüncü ayında da, 0cak 1996'da Özdemir Sabancı öldürülüyordu...
Hani bir bellek tazeleyelim dedim de! (BB)