Modern edebiyatın mihenk taşlarından Yahudi yazar Franz Kafka’nın bireyin kendine yabancılaşması sonucunda varlığını tümden yitirerek bir böceğe dönüşmesini anlatan romanı “Değişim”, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Ahmet Cemal’in çevirisinden Ümit Denizer’i uyarladığı versiyonuyla yeniden tiyatro sahnesinde. Turgut Denizer’in, bir çocuk ve bir gençlik oyunuyla birlikte sahneye koyduğu üçlemenin bir halkası olarak sahnelenen oyun, Kafka’nın modern dünyaya sorduğu asırlık sorularını yeniden hatırlamaya çağırıyor herkesi.
Kafka’nın, ilk defa 1915’te yayımlanan ve “Bir sabah kaygılı rüyalarından uyanan Gregor Samsa, yatağında devasa bir böceğe dönüştüğünü fark eder.” cümlesiyle açılan romanı, Adorno’nun cinsellik, ölüm ve şiddet temalarını ele alarak kaleme aldığı ve II. Dünya Savaşı’nın yaklaşan dehşetini anlattığı kitabı “Rüya Kayıtları”na benzer.
Alman edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan Kafka’da, Adorno’dan yaklaşık 50 yıl önce, I. Dünya Savaşı’nın kısmen sebep olduğu ve dozu gittikçe artacak faşizan kıyımlar öncesi dile getiremediği endişelerini yazar “Değişim”de. Modern dünyanın bireye sunduğu toplum modelinin insanı kendine ve diğerlerine karşı hissizleştirerek yalnızlaştırdığını böcek metaforuyla ifade eden Kafka, kendi Yahudi olma deneyimini ve klasik bir Yahudi ailesinde varolan patriarkal sorunları da romana yansıtır.
İnsanın ölümünü simgeleyen böceğe dönüşüm öyküsü, romanda Gregor Samsa aracılığıyla gerçek yaşamda ise Kafka’nın kendi deneyimiyle sessizleştirilmenin ve yok sayılmanın bir ifadesi olarak aşağılanmanın da bir simgesidir. 1883’de, Batı Yahudilerinden olan taşralı Çekoslovakyalı bir aileye doğan Kafka’nın orta sınıftan gelen ve zaman içinde zenginleşen tüccar olan babası Prag’ta yaşayan pek çok diğer Yahudi gibi çalışmaktan başka bir şey düşünmüyordu.
Sahi kimdi böcek Samsa?
Yahudilikten dönen Hermann Kafka için servet edinmenin getirdiği köksüzlük hissini tüm ailesine yayma isteğine şiddetle tepki duyan ancak bu tepkisini ancak ileriki zamanlarında yazarak ortaya koyan Kafka’nın edebiyatı, yazmasına izin vermeyen babasıyla arasında olan çatışmaya bağlıydı.
Evliliğinden, hayatındaki politik görüşlerine kadar babasına bağımlı olmayı kabul etmeyen Kafka’nın ilk radikal çıkışları babasına yazdığı mektuplarda somutlaşsa da asıl ciddi başkaldırı “Değişim”le gelir.
Kafka, klasik bir büyüme metaforu olan ve edebiyatındaki gerilimin temel unsuruna dönüşen baba-oğul çatışmasının ötesinde, II. Dünya Savaşı’nda gerçekleşecek ‘Holocaust’ı da öngörerek babasında simgeleştirdiği tüm Praglı Yahudi kuşağının ataerkil yapısını eleştirir. Ancak o da tıpkı Adorno gibi imgelemsel rüyaların sembolik dilinden gerçek dünyaya uyandığında bir böcek olmaktan öteye geçemez ve üç kız kardeşi Nazilerin toplama kamplarında öldürülür.
“Değişim”in sonunda babasının baston darbesiyle öldürülen böcek Samsa’nın sembolik ölümü, tüm yaşamı boyunca babasının otoritesini alt edemediğinin de bir yansımasıdır. Bir Yahudi olarak kendi ailesi tarafından gönüllü olarak asimile edilmeyi kabullenmeyen Kafka’nın içine işleyen ve sonunda gerçek olan soykırım dehşeti tıpkı Adorno gibi gördüğü ve yazdığıyla diğerlerini inandıramayan trajik insanın kaderini anlatır.
Kafka’nın yaşadığı patriarkal korku, hem soykırımı gerçekleştiren Nazilerin hem de onlara gönülden inanarak Almanlaşmaktan çok bu kültüre büyük bir sevgi ve inançla bağlanan kendi babası gibi diğer Praglı Yahudi kuşağı babalarının servet edinmeyi tek çözüm olarak görmelerine duyduğu öfkeden kaynaklanır.
Geliyorum diyen soykırımlar
Ancak ne yazık ki Kafka’nın ve ondan yarım asır sonra yine yazdıklarıyla “geliyorum, geldim” diyen soykırımı ve onun yarattığı acıları önleyemeyen Adorno’nın yaşadığı kabuslu kaygılar, sadece Yahudi toplumunun değil tüm dünyada azınlık olarak yaşayan halkların trajik bilincini yansıtır.
Shakespeare’in ünlü eseri “Lady Macbeth”tin sürekli kazan kaynatan cadılarını andıran insanlığın, 21. yüzyılda geldiği son nokta olarak savaşların, katliamların ve soykırımların dinmemesi ve ısrarla inkâr edilmesinin altında yatan utanç duygusu yerini avucunda kan yerine Kafka’nın böceğini taşıyan vicdan sahibi insanlara bırakmadıkça ne soykırımların yarattığı kanlar ve dehşet sona erecek ne de etik yerine ikiyüzlü burjuva ahlâkını sürdürmeye devam eden toplumlar da gördüğünü anlatamamanın sancılı korkularını yaşayan insanların isyan ettiği bir çıldırma ayinine dönüşen ulus adına gerçekleştirilen cinayetler sona erecek.
Bu cinayetlerin sorgulanmadığı ve herkesin elbirliği edercesine birbirini sadece zorbalıkla ve faşizan yollarla değil, hayatın içinde ve her anında kaşla gözle susturduğu bir sürü toplumunda, birkaç yıl önce yaşanan ve üstü örtülmek istenen Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi temiz toplum istemekle gelmeyecek olan temiz toplumun kara mimarlarının gizlediği kanların bir gün kendilerini boğacağı gibi.
Bugün, ‘ötekileştirdiği’ diğerinin ölümüne bıyık altından sevinenler, bir gün Orta Doğu gibi karmaşık çıkar politikalarının hüküm sürdüğü bir toplumda ölüm kamplarına toplandıklarında yardım isteyecekleri kimselerin, kıyımlar sonucunda kalmadığını gördüklerinde “Fareli Köyün Kavalcısı” misali yapayalnız kalmak istemiyorlarsa şimdi, hemen, hiç beklemeden faali bilinen cinayetleri meçhul etmemeliler. Bir an önce, o günler herkes için gelmeden…(YK/EÜ)