Antalya'da “Naz” ismini kullanan Gökçe Saygı'yı, bıçaklayarak “öldürmekten” yargılanan Şahin Yalçın’a ömür boyu hapis cezası verildi.
Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılamanın karar duruşmasına, tutuklu sanık Şahin Yalçın, cezaevinden SEGBİS aracılığıyla katıldı. Sanık avukatı haksız tahrik indirimi istedi.
Sanık: "Pişmanım"
Sanık erkek Yalçın, suçunu kabul etti, "Ben kendim teslim oldum. Yapmak istemezdim. Pişmanım. Keşke yapmasaydım" dedi.
Mahkeme, Yalçın'ı “Kasten insan öldürme” suçundan ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.
Ne olmuştu?
Cinayet, 3 Mayıs 2019'da Antalya'da işlendi.
İhbar üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Komşular, seslerin birinci katta oturan "Naz" ismini kullanan trans kadın Gökçe Saygı'nın evinden geldiğini söyledi. Polis eve girince Gökçe'nin cesedini buldu.
Gökçe Saygı'nın bıçaklanarak öldürüldüğü tespit edildi. Polis zanlı Şahin Yalçın'ı yakaladı ve Yalçın, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın dördüncü duruşmasında, sanığın akıl sağlığının yerinde olduğuna dair Adli Tıp raporu okunmuştu. Mütalaasını açıklayan savcı, sanığın sebepsiz yere maktulü bıçaklayarak öldürdüğü belirtilerek, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis talebinde bulunmuştu.
Kadınlar “doğurmayacağım” diyor, Aile Enstitüsü ne yapacak?
Aile odaklı sosyal politikalar tasarlanıyor, yeni kurumlar kuruluyor: Aile Enstitüsü, Nüfus Politikaları Kurulu gibi. Ancak bu çabalar, kadınların “neden çocuk doğurmadığı” ya da “ailelerin neden parçalandığı” gibi sorulara gerçekçi bir yanıt vermiyor.
2000’li yılların başlarıydı. Asmalı Konak adlı bir dizi, Türkiye’yi ekran başına kilitlemişti belki hatırlarsanız. Bahar (Nurgül Yeşilçay) ve Seymen Ağa’nın (Özcan Deniz) hikayesi. Aklımda kaldığı hali ile, modern bir sanatçı kadının taşra ile, gelenekle ve güçle yüzleşmesi. Elbette kadın ve erkek ilişkisinin çatışması. Bir sahne vardı tam Türkiye özeti.
Bahar, hamileliğinin son günlerindedir. Seymen Ağa’ya öfkeli bir tartışmanın ortasında aniden sancılanır ve doğum başlar. Ama Bahar o an haykırır: “Doğurmayacağım! Doğurmayacağım!”
Türkiye’de ben kadın diyeyim, muhafazakar kesimler aile diye okuyabilir, “doğurmayacağım” çığlığı yükseliyor uzun zamandır.
Bu arada yazının konusu değil fakat bu bebek sahibi olma meselesi ile ilgili bir de “gönüllü çocuksuzluk” kavramı var ki o da sonraki yazıların konusu olsun. Malum sistem buna da karşı…
Şimdiki konumuz ise “vay efendim ah efendim kadınlar doğurmuyor efendim..” Türkiye’nin nüfus artış hızı hızla düşüyor.
Bir nevi “fala inanmam falsız kalmam” etkinliği gibi sürekli olarak baktığımız TÜİK verileri, 2021’de binde 12,7 olan nüfus artış hızının 2022’de binde 7,1’e gerilediğini gösteriyor. 2023’te 958 bin 408 bebek doğmuş doğurganlık oranı ise 1,51 çocuk ile nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1’in çok altında. Geçmişte, 2001’de bu oran 2,38 idi.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu durumu “varoluşsal bir tehdit” olarak nitelendiriyor. Ancak hükümetin çözümü, daha fazla çocuk yapılmasını teşvik etmekten öteye geçmiyor.
Aile odaklı sosyal politikalar tasarlanıyor, yeni kurumlar kuruluyor: Aile Enstitüsü, Nüfus Politikaları Kurulu gibi. Ancak bu çabalar, kadınların “neden çocuk doğurmadığı” ya da “ailelerin neden parçalandığı” gibi sorulara gerçekçi bir yanıt vermiyor.
Peşinde düştükleri soru bu aslında “kadınlar neden doğurmuyor?”, “Gençlerimiz neden birbirini beğenmeyip de evlenmiyor?”
Bekarlara sosyal yardım yok
Kadının İnsan Hakları Derneği'nin düzenlediği “Cumhuriyet Dönemi Devletin Aile Politikaları” panelinde, Prof. Dr. Nükhet Sirman, Prof. Dr. Pınar Elis Yelsalı Parmaksız ve Hatice Kübra Şamlıoğlu gibi önemli isimler bu konuyu ele aldı.
Prof. Dr. Sirman’ın konuşmasından bazı başlıklar, kadınların ve aile politikalarının günümüzde nasıl bir çatışma içinde olduğunu gösteriyor.
Devlet ve Aile Kontrolü: “Modern devlet, eski toplumlarda hane reislerine delege edilen gücü, doğrudan kontrol eder hale geldi” diyor Sirman. Aile politikaları, sosyal hizmetler, Diyanet ve diğer kurumlar üzerinden yürütülüyor. Artık evli olmayan bireylerin sosyal destek alması neredeyse imkansız.
Sopa ve Havuç Politikaları: “Kadınlar evde kalsın” diyen politikalar havuç olarak sunulurken, erkek şiddeti sopa rolü görüyor. Sirman, “Kadın cinayetlerini durdurmak gibi bir niyet yok. Erkek şiddeti, kadınları yola getirme aracı olarak işlev görüyor” diyerek şiddetin bir kontrol mekanizması olarak kullanıldığına dikkat çekiyor.
Ekonomik Faktörler ve Belirsizlik: İstihdam güvencesizliği, yüksek yaşam maliyetleri, eğitim ve kreş gibi temel hizmetlerin eksikliği, kadınları çocuk doğurmaktan alıkoyuyor. Sirman, “Kadınlar çocuklarının iyi bir eğitim alıp almayacağını, sokakta güvenle büyüyüp büyüyemeyeceğini sorguluyor” diyerek geleceğe dair belirsizliklerin doğurganlık üzerindeki etkisini vurguluyor.
Aile ve Toplum: Güçlü Türkiye mottosu
Sirman’ın eleştirisi, hükümetin “güçlü aile, güçlü toplum, güçlü Türkiye” söylemine dayanıyor.
Ancak ailelerin geleceğini yalnızca bireylerin tercihleri değil, ekonomik ve sosyal politikalar şekillendiriyor. Kreşlerin yokluğu, esnek ve güvencesiz işlerde çalışan beyaz yakalılar, yoksulları sosyal yardımlara bağımlı kılan politikalar…
Yeni kreş açmak şöyle dursun, varolan kreşlerin kapatılmasından söz ediliyor.
İBB’nin “anne kartı” vardı örneğin. Ne kadar çok kadının evden çıkmasını sağladı bilseniz şaşarsınız. Yine kreşler de kadınların ve çocuklar için gerçek çözümler. Çocuklar akranlarından öğreniyor bir çok şeyi. Çatal tutmasından tutun da sınıfta nasıl davranması gerektiğine kadar, o minik yaşlarında öğreniyorlar.
Türkiye’de hemen her sektörde bebek doğuran annelerin büyük bir kısmı mesleğine geri dönemiyor. Kadın mesleğine dönse dahi, 22 bin küsür olan bir asgari ücretten söz ediyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 6,6 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. Kadınlar, asgari ücretle çalışanların yaklaşık %32’sini oluşturuyor, asgari ücretle çalışanların yaklaşık %68’i erkek.
Ekonomik istikrarı ve sosyal koşulları düzeltmeden, Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü’nün doğum oranlarını artırma konusundaki etkisi ne kadar olabilir?
Yeni kurulan Aile Enstitüsü’nün, aileyi güçlendirme hedefiyle yapılan araştırmaları ne kadar ciddiye alacağı belirsiz. Prof. Dr. Nükhet Sirman’a göre, bu tarz girişimler genellikle yüzeysel kalıyor ve gerçek sorunlara değinmeden sadece sembolik adımlarla yetiniyor.
Türkiye’nin çekirdek aile modelini benimsediği bir dönemde, tek kişilik hanelerin hızla arttığı ve geniş aile yapısının gerilediği göz önünde bulundurulursa, bu politikaların aile yapısını ne kadar etkileyebileceği oldukça tartışmalı.
Ekonomik güvencesizlik, kadınların iş gücüne katılımındaki engeller, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi temel sorunlar çözülmeden, sadece doğurganlık oranlarına odaklanmanın gerçek bir değişim yaratması beklenemez. Kadınların ekonomik sorunları bir yana, nafaka hakkına dahi saldırı varken, kadınlar kendilerini güvende hissetmiyorken, neden bir bebek dünyaya getirsinler? Kendisinin güvencesi yok, minik bebeğin olacak mı?
Kitap: Yatak Odasındaki Kalabalık
Kadının bedeni üzerinden toplumu dizayn etmeye çalıştıklarını biliyoruz. Çocuklarla da kadını daha çok ev içine aileye bağımlı kılmak istiyorlar. Ekonomiyi düzeltmek yerine devlet eli ile doğurganlık artsın diye her yol denenecek gibi.
Ne zaman bu “bebek yapın” ısrarlarını duysam aklıma Metis Yayınları’ndan çıkan Yeliz Turan Yunusoğlu’nun kitabı gelir.
Kitap "cinselliği çevreleyen kültürel, kişilerarası ve içsel senaryolara odaklanıyor ve sözü vajinismus deneyimi yaşamış kadınlara veriyor ilk kez."
Katılımcıların aile hayatları, partnerleriyle ilişkileri ve tıbbi çözüm ararken karşılaştıkları sorunlar üzerine anlatılarını aktarırken “Her biri benzer deneyimleri kendi kabuklarında yaşamış, kendilerini yalnız hissetmişlerdi” diyor yazarı da.
Şöyle düşünüyorum, o kalabalıklar arasında, sosyal yardımlarla desteklememek/ desteklemek gibi gibi kamu kurumları yani bizzat devletin kendisi de var.
Narin’in katili "kutsal aile"
Bu yazının yazıldığı sırada, Narin’in öldürülmesine ilişkin davada sanıklara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiği haberi geldi. Ancak bu karar, toplumsal adaletin sağlandığını aksine vicdanların daha da yara aldığını düşünüyorum.
Karar elbette, Narin’i geri getirmiyor. Hep söylüyoruz, onu yalnızca dört kişi değil, bir sistem, erkek şiddeti ve politikasızlık öldürdü. Köyde elektrik kesintileriyle cinayeti gizleme çabaları, toplumun belli kesimlerinde erkek devlet şiddetinin nasıl bir tezahüre dönüştüğünü gözler önüne seriyor….
Narin’in kendi ailesinin evinde, bizzat kendi aile fertlerince öldürülmesi, “kutsal aile” anlayışının gerçek yüzünü yani feministlerin söylediği o ceberut zorba yüzünü bir kez daha açığa çıkarıyor.
Ayrıca tek sorun aile değil, yargılama sürecine de bakmak gerekli en başından beri soruşturmanın olması gerektiği gibi yürütülmediği de ifade edildi.
Bu ülkede Narin’leri nasıl yaşatırız diye düşünen, gerçekten kadınların ve çocukların yaşamını önemseyen politika yapıcıları görmek istiyoruz. Kadınları ve çocukları aileye, özellikle de bu kutsal aile anlayışına hapsetmek isteyenlere karşı her zaman mücadele edeceğiz.
Türkiye’nin sorunu doğurganlık oranı değil, ekonomik güvencesizlik, adaletsizlik ve kadınların ve çocukların yaşam hakkını tehdit eden şiddet ortamı.
Kadınların haklarına, özgürlüklerine ve yaşamlarına gerçekten öncelik veren bir sistematik bir politika anlayışının hâkim olduğu günleri görmeliyiz!
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden. İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Ekim 2018’den bu yana bianet’te çalışıyor.