Zaman her şeyin ilacıdır derler. Ya yâd edeceğiniz acınızla burkuluyorsanız, öfkeleniyorsanız, sitem ediyorsanız... Gel zaman git zaman yüreğinizde ağırlık, alışmış olduğunuz acının hakkaniyetsizliğinin tırmaladığı zihninizle yaşamaya çalışırsınız.
Misal çocuğunuz katledilmiştir, şakacıktan göğsüne hivli mermer saplatılmıştır, askeri mühimmat girmiştir evcilik oyununa, zırhlı araç ezmiş geçmiştir bedenini.
Dile kolay son bir yılda 13, son 20 yılda ise 355 çocuk. Açılan soruşturmalar ya takipsizlikle sonuçlanacaktır ya da ninnilerle faili meçhuller kuyusuna salınacaktır ya da hukuksal süreç "Sorumlunun çocuğa yeterli dikkat ve özeni göstermeyen ailede olduğu" kararı ile pişmanlık duyacağınız hayati bir dersi yastığınıza nakışlayacaktır.
Evet, bu topraklarda kurşunun adres sormaması bu kadar zalimcedir. Daha geçen Monitör'ün (Mayın ve Misket Bombaları İzleme) 2010 Raporu'nu açıkladığı gün dahi iki çocuk askeri tel örgülerin yanında buldukları cismin patlaması sonucu yaralandı.
Ne var ki tertipli gelen ölüm haberlerinden çok insafsız, haince gelen haberlere o kadar alışkınız ki. Kahvede, cafede, evde işittiğiniz; gazetede göz ucuyla okuduğunuz herhangi insan elinin değmiş olduğu vicdansız haber hanginizin uykusunu böler?
"İnsan, Auschwitz'den sonra yaşayabilir mi?" sorusunun merhametten doğan utancı, vicdanı ne kadar da fazla gelir yaşadığımız zamana. Ateşin düştüğü yer için ne söylenebilir? Ölümdür en nihayetinde, telkinler de iç sesiniz de nefesinizi alıkoyar. Hayattaki en gerçek çaresizliktir, duyacağınız en boynu bükük özlemdir, içinize atacağınız en üzücü kabuldür.
Bundan sonrası "Ölümün doğallığı ve hayatın devam ediyor olması" klişesinin doğruluk payının alternatifsizliğidir. Alışılacaktır alışılmasına ama ya o burukluk, o haklı öfke, zalimce, haince sevdiğinize, yakınınıza getirilen ölüm... İki avuç arasına sığdırdığınız çocuk yüzü "gören gözler" için yorgunluğu unutturandır, öfkeyi yatıştırandır, kederli bir an için de bile gülümsemenizi ufak da olsa yakalayandır.
Uğur'un, Ceylan'ın ve diğer tüm katledilen çocukların yüzlerini avuçları arasına almayı özleyen sevdikleri, acılarına nasıl alışır? Suçluların beraatları, yaşanılan acının üstüne yüreklerini sızım sızım sızlatmaz mı?
Godot'yu Beklerken'de Pozzo, Dünya'daki gözyaşı miktarının sabit olduğunu söylüyordu. "Ağlamaya başlayan biri için, bir yerlerde başkası keser ağlamayı. Aynı şey gülmek için de geçerlidir. Bizim kuşak hakkında kötü şeyler söylemeyelim öyleyse, önceki kuşaklardan daha bedbaht değiliz çünkü." Yaşadıklarımız, sezgilerimize gittikçe daha da bedbahtlaşacağımızı söyletiyor oysaki. Ölümlerin sırtından geçinen savaş politikaları göze göz ve bütün dünya kör.*
NATO yetkilisi Sedwill'in Afganistan için söylediği "Buradaki çocuklar muhtemelen Londra, New York ya da Glasgow ve diğer kentlerde yaşayan çocuklardan daha güvendedir. Çoğu çocuk güven içinde hayatlarını sürdürebiliyor." (1) açıklamasını BM'in raporu bile yalanlayabiliyor. (Eylül 2008'den Ağustos 2010'a kadar Afganistan'daki savaşta 1795 çocuk öldü.)
UNICEF'in raporu ise geçen ay Nimruz vilayetinde mayına çarpan okul aracındaki dokuz çocuğun ölümünü kayda geçiriyor. Raporlar, kayıtlar, bültenler, arşive alınanlar tarihi yaşanmış olandan yaşanacak olana hiç utanmadan taşıyor. Devlet erkânı kolluk kuvvetlerinin kalibreleri çocukların vücuduna şekil şekil delikler açıyor. Bize de okumak, işitmek, görmek, yaşamak ve ne kötü alışmak düşüyor. (FG/EÖ)
1) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1029889&Date=23.11.2010&CategoryID=81, 23.11.2010
*Gandhi'nin bir sözü