CHP’yle başladığımız ve merkez siyasetinin bugünü anlamak açısından işlevselliğine baktığımız incelemede sıra AKP’ye geldiğinde bu partinin 2000’lerin başında kurulmuş olması, anlatıyı kısaltmaz. Aksine, merkez siyaseti AKP’nin yenilik iddiasının ve tabii ki pratiğinin öncesini yine 1980’lerin ikinci yarısından itibaren cisimleşen partiler siyasetine referansla anlamamızı sağlar. Burada farklı şekilde tekrarlayalım: Önce reel politikte, ardından siyaset bilimi literatüründe gündeme gelen merkez siyaseti, politik yelpazenin Sağ ve Sol kanatları arasında istikrar için (devlet ve siyasal topluluk anlamlarını kapsayacak şekilde) kamunun genelini ilgilendiren konularda ılımlı bir diyaloğu ve birlikte hareket etmeyi hedefleyen, uzlaşmacı politika üretme biçimlerini ifade eder.[1]
Mevcudu yeniden üretmek
Siyasetin merkezi ise yine kamusal olarak hâkim siyaset formuna, diline ve ilişkilenme şekline işaret eder. Bu alan ve söylemsel pratik Türkiye’de özellikle son on yılda şiddetlenen baskıcı uygulamaları tarihsel olarak bağlamsallaştırmak açısından işlevseldir. Merkez siyaseti farklı dönemlerde farklı kriterlerle hareket serbestisine sahip kılınan siyasal partilere kısıtlandı. Sınır çizme, salt aktörler açısından değil merkez alanına dâhil edilebilecek sorun alanları, usuller ve çözüm önerileri açısından geçerliliğini sürdürdü. Dolayısıyla, bu merkez alanda gündeme oturtulan ihtilaflar, Türkiye siyaseti içerisinde birbirine alternatif ve/ya da uzlaşmacı siyasal imkânlara işaret etmekten ziyade mevcut yapıyı yeniden üreten söylemsel pratiklere yol açtı.
Siyasetin tarihi
Tarihin siyasal okuması salt kronolojiden ibaret olmadıkça yönetimler, rejimler ve kamu düzenlemelerinin dönemler arası seyri salt kopukluklar, kopuşlar ve devamsızlıklarla değil örtüşmeler, örüntüler ve sürekliliklerle de şekillenir. Yakın tarihe böyle baktığımızda, otoriterleşme üzerine yürütülen tartışmaların salt yakın ve uzak kırılmalara ve kopuşlara hapsedilmesinden, yeninin içinde eskiyi kaybetmekten ve siyasal panoramanın dayattığı dar alan okumalarından kaçınabileceğimizi umuyoruz. Buradan hareketle, bugünün rejim değişikliğini anlama çabası, aslında merkezin siyasetinin modus operandisini ve 1980’lerden bu yana dayandığı siyasal öncelikleri görmeyi ve halihazırdaki değişikliklerle bağlantısını kurmayı gerektirir. (Rejim değişikliğiyle, karar alma mekanizmalarıyla ilgili kurallarda ve temel siyasal kaynakların tahsisindeki değişime işaret ediyoruz. Diğer bir ifadeyle, kamu düzeninin yeniden kurulmasını kastediyoruz.)
Bitmeyen 12 Eylül
Bugünün siyasal dinamiklerine arka plan olan merkez siyasetinin çıkışını 1980 darbesiyle başlatmak mümkün. Merkez siyasetinin dayandığı öncelikler darbenin ilan edilmiş gerekçesiyle -siyasi partilerin yönetim zafiyeti ve zafiyetin neden olduğu sosyo-politik çalkantılara son vermekle- uyumluydu. İstikrar, askerî ara rejim (1980-1983) boyunca siyaset alanının belirleyici önceliği olarak sabitlendi. Bu 1990’larda da devam etti. 24 Ocak Kararları, bu öncelikle bağlantılı -söylemsel bir dayanak noktası olarak istikrar arayışı ve istikrar önceliği üzerinden meşrulaştırılan darbe ve sosyo-ekonomik dönüşüm- darbe öncesi bir girişim olarak karşımıza çıkar.
Bu dönüşüm için gereken önlemler gerek darbe gerek ara rejim gerekse sivil siyasete geçiş sonrasında yaklaşık 20 yıllık bir dönem boyunca aynı izlek üzerinden seyreden otoriter siyasetle güvence altına alındı.[2] Türkiye’de neoliberal dünya sistemine eklemlenme sürecinde olmazsa olmaz olarak belirlenen politika tercihleri, darbenin temel düsturu olan istikrar önceliğine yönelik otoriter uygulamalar içerisinden işletilerek takip eden 20 yılın hâkim siyaset anlayışının ana hatlarını çizdi.[3]
ANAP ve Özal
Bu süreçte, ANAP merkez siyasetinin aktörü ve bugün çözülmekte olan merkezi anlamak açısından önemli bir hareket noktasıdır. Partinin kurucu başkanı ve lider-temelli parti siyaseti göz önüne alındığında tek adamı olan Turgut Özal’ın, darbe öncesinde 24 Ocak Kararları’nın mimarı ve ara rejim döneminde bağlantılı politikaların teknokrat uygulayıcısı olması, askerî darbe-sivil siyaset-neoliberal dönüşüm bağlantısını somutlayan ilk örneklerden biri olarak alınabilir. Bu ilk örnek, gerek ANAP deneyiminde süreğen bir şekilde karşımıza çıkan ideolojiden arınmış siyasal kimlik iddiası, gerek yine aynı deneyimde vurgulanan istikrar için sentez vasıtasıyla uzlaşma göz önüne alındığında 1980 sonrası merkez siyasetine özgü, liberallikle muhafazakârlığın uyumlu birlikteliği, demokratlıkla otoriterliğin geçişkenliği ve sosyal adaletle hayırseverliğin örtüştürülmesi açısından zemin hazırlayıcı niteliktedir.
ANAP’ın dört eğilimi
ANAP’ın (neo-)liberalizm, milliyetçilik, İslami tonlara sahip muhafazakârlık ve sosyal demokrat eğilimlerini -dört eğilim- bünyesinde barındırdığı iddiası, Türkiye siyasetinde merkez alanın temel özelliklerine işaret eder. Bu bileşkede Türk milliyetçiliği ve Sünni İslamın biraraya getiriliş biçimi merkez siyasetinin modus operandisine işaret eder ve merkezde yer arayan ya da bulan siyasal partilerin hareket alanının sınırlarını çizer. Dönemin merkez partileri üzerinde özelinde bu biraradalık ya doğrudan Türk-İslam bileşkesi üzerinden (ANAP), ya İslam’ın Türk kimliğinin tarihsel bir gerçeği olarak sunulması üzerinden (DYP) ya da Türklüğün her türlü siyasal ayrışmayı aşan, birleştirici özelliğine vurgu ve İslam söz konusu olduğunda -belirli bir mesafeyle- Türk halkının dinî inançlarına saygı üzerinden (DSP) kurulur.[4] Temel referans noktası istikrar için sentez olan bir geçiş sürecinde, milliyetçilik ve İslam söz konusu olduğunda da Türk-İslam sentezi formülü işleme sokulmaktadır.[5]
Bu formül 1970’lerin Aydınlar Ocağı’ndan çıkar ve fakat 1980 darbesi ve takip eden askerî rejimin sahipliğinde TSK tarafından hâkim kılınır.[6] Bu nedenle olsa gerek izleyen sivil yönetim dönemlerinde ANAP dışında merkezin siyasal partileri formülü sahiplenmezken gerektirdiği uygulamalarla uzlaşırlar, bu uygulamaları manipüle ederler ve yeniden-üretirler. Formülün merkez siyasetindeki yerini en açık haliyle Mesut Yılmaz’ın açıklamasında okuyabiliriz: “Bizim hiçbir şartta fedakârlık edemeyeceğimiz ve 2000’li yıllara da gururla taşıyacağımız kimliğimiz Müslüman Türk olmak.”[7]
Türk-Müslüman yüzlü neoliberalizm
Aslında ANAP’ta ilk izlerini bulabileceğimiz Türk-Müslüman yüzlü neoliberalizm, 2000’lerde AKP hükümetleri boyunca serpilir.[8] Burada AKP ve ANAP arasında Türklük-Müslümanlık ve neoliberal pratikler açısından birebir özdeşleşmeden bahsetmediğimizi vurgulamak gerekiyor. Aksine, 2000’ler boyunca deneyimlenen AKP hükümetlerinde Türk-Müslüman kimliğiyle neoliberal yapısal tercihler arasındaki karşılıklı geçirgenliğin her iki tarafın da deforme olarak yeniden-üretilmesini beraberinde getirdiği söylenebilir.
Söz gelimi, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında AKP’nin 2013 Gezi Direnişi ile birlikte gittikçe artan otoriter uygulamalarının yeni bir millî tarih yazımıyla meşrulaştırılması çabasını görürüz. Seçim kampanyasında kullanılan görseller ve ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle halka hitaben yaptığı balkon konuşması siyaseten İslami duyarlılıkla ulusal kurtuluş için mücadele vurguları üzerinden işler. Nihayetinde, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimiyle birlikte yeni bir ulusal kurtuluş miti siyasetin merkezine girer. Temmuz 2020’de Ayasofya’nın müze statüsünden çıkarılıp salt cami olarak hizmete açılması ve yeni siyasal elitler ve Cumhurbaşkanının açılıştaki performansı bu tarih yazımının önemli bir uzantısıdır.
AKP, rejim değişikliği ve İslamlaşma
1/ Türk-Müslüman yüzlü neoliberalizm
2/ Rejim değişirken yeniler eskiler
3/ İslam ve Türk Milliyetçiliği, yine yeniden
(NÖ)
[1] Bkz. Reuven. Y. Hazan, Centre Parties, Polarization and Competition in European Parliamentary Democracies, Londra, 1997.
[2] Simten Coşar ve Aylin Özman, “Neoliberalismus und Islam in der politischen Mitte der Turkei nach 1980,” Debatten Zur Globalisierten Turkei,Wirtschaft, Politik, Gesellschaft içinde, Michael R. Hess (çev.) (der.) E. F. Keyman ve N. Yentürk, Berlin, J&D Dağyeli Verlag GmbH 2009: 25-64.
[3] Neoliberalizmin yapısal uyum ve ordu destekli istikrar vurgusu tercihlerinin biraradalığı üzerine bkz. Galip Yalman, “The Turkish State and Bourgeoisie in Historical Perspective: A Relativist Paradigm or a Panoply of Hegemonic Strategies?” The Politics of the Permanent Crisis, Class, Ideology and State in Turkey içinde, N. Balkan ve S. Savran (der.), New York, Nova Science Publishers, 2002: 21-54.
[4] Coşar ve Özman, “Reconceptualizing Center Politics in post–1980 Turkey: Transformation or Continuity?” Remaking Turkey. Globalization, Alternative Modernities and Democracy içinde, F. Keyman (der.), New York, Lexington Books, 2006: 201-226.
[5] Simten Coşar, “Turkish Nationalism and Sunni Islam in the Construction of Political Party Identities,” Symbiotic Antagonisms, Competing Nationalisms in Turkey içinde, A. Kadıoğlu ve F. Keyman (der.), Salt Lake City, The University of Utah Press, 2011: 162-196.
[6] Örnek için bkz. “Kenan Evren’in Malatya’da Halka Hitaben Yaptıkları Konuşma (17 Mayıs 1986),” Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri içinde, Ankara, TBMM Basımevi, 1986, s. 156; “Kenan Evren’in Erzurum’da Halka Hitaben Yaptıkları Konuşma (10 Temmuz 1986)”, a.g.e. içinde, s. 233-240.
[7]Mesut Yılmaz, Türkiye’de Milliyetçilik, Çağdaşlaşma ve Demokrasi, 24; aktaran, Nuray Mert, “Türkiye’de Merkez Sağ Siyaset: Merkez Sağ Politikaların Oluşumu,” Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik içinde, S. Yerasimos v.diğ. (der.), İstanbul, İletişim, 2001: 74.
[8] Coşar ve Özman, “Centre-right Politics in Turkey after the November 2002 General Elections: Neo-liberalism with Muslim face,” Contemporary Politics, cilt 10, sayı 1 (Mart 2004), 57-74.