"Gazetecilik başkasının yayımlamak istemediklerini yayımlamaktır, gerisi halkla ilişkilerdir..."
George Orwell
TIKLAYIN - ÖZGÜR GÜNDEM ANA DAVA'DA İNAN KIZILKAYA SAVUNMASI VERDİ
Aralık 2015’te Cizre’de haber takibi yaparken sığındığı bodrumda öldürülen Azadiya Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen gayrimeşru darbe girişiminde katledilen Yeni Şafak Gazetesi muhabiri Mustafa Cambaz ve 2016 yılı içerisinde Türkiye’de faili meçhul şekilde öldürülen dört Suriyeli gazeteci meslektaşımın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
16 Ağustos 2016 günü hakkında “geçici kapatma kararı” verilen Özgür Gündem Gazetesinin bulunduğu binaya, ağır silahlarla donatılmış, aralarında yüzü maskelilerin de olduğu polisler tarafından baskın yapıldı. “Size devletin gücünü göstereceğiz” sloganlarıyla editöryanın bulunduğu kata giren polisler arkadaşlarımızı darp etmeye başladı. Ardından küfür ve hakaretlerle merdivenlerden sürüklenip, linç edilircesine gözaltına alındık. Bindirildiğimiz çevik kuvvet otobüsünde de gözaltına alınan misafirlerimize ve arkadaşlarımıza karşı darp devam ettirildi. Ben ve gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Zana Bilir Kaya, otobüsten alınarak farklı bir minibüse bindirildik. Minibüsün içinde bizi ters kelepçeli yere yatıran polisler, 6-7 saat boyunca periyodik dayak seansları uygularken, diğer yandan “Sizi Musa Anter gibi geberteceğiz, asit kuyularına atacağız” tehdidini savurdular. Geceleyin götürüldüğümüz Esenler Karakolu’nda bir hafta boyunca hayvan barınağını andıran bir yerde tutulduk. Çıkarıldığımız hekimlik tarafından 22 Ağustos'ta Bilir Kaya ile birlikte tutuklandım. 26 Ağustos’ta götürüldüğümüz Silivri 9 Nolu F Tipi Cezaevi mahkum kabul bölümünde, zorla çıplak aramaya maruz kaldım. Karşı çıktığım bu çıplak aramada taciz edildim ve bu durum işkenceye çevrilerek uygulandı. O günden beri iki kişilik hücrede tecrit koşullarında tutuluyorum.
7 aydır sınırlı sayıda mektup alıp gönderebiliyorum. Meslek örgütlerim olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne (ÇGD) yazdığım mektuplar bile sakıncalı bulunarak gönderilmedi. Cezaevi kütüphanesinden son iki aydır düzenli kitap alabiliyorum. Dışarıdan adıma gönderilen kitap ve yayınlar kabul edilmiyor. Aylarca Evrensel, BirGün, Cumhuriyet, Özgürlükçü Demokrasi, Aydınlık, Sözcü gazeteleri verilmediği gibi televizyon hakkımız karşılanmadı. Yalnızca bir gazete ve TRT1’e ayarlı radyo ile Aralık ayına kadar dünyayla iletişim kurabiliyordum. Aile ve avukat görüşüne çıkarıldığımda görüşme kabinine girene kadar gardiyanlarca tacize varan üst aramalarına maruz kalıyordum. İlk 2 ay boyunca sabah ve akşam sayımlarında askeri nizam içerisinde, ayakta “hazırolda” sayım vermemiz dayatıldı. Kabul etmediğimizde baskı görüyor ve tehdit ediliyorduk. Aynı cezaevinde kalan diğer tutuklular ve gazeteciler ile sohbet, spor ve ortak görüşme hakları OHAL bahanesiyle halen engelleniyor.
Tutuksuz yargılandığım davaların duruşmalarına götürülüp – getirilirken bazı infaz kurumu memurlarının, “Sen gazeteci değilsin, teröristsin” şeklinde sözlü saldırılarıyla karşılaştım. Ne hikmetse bu duruşmalar için yeterli araç ve personel bulundurabilen cezaevi yönetimi, tutuklu olduğum tek davada “araç ve personel temin edemediği” için savunma hakkımı, duruşma ertelenmesine rağmen ikinci kez kullanamadım.
Bütün bu uygulamalar gayrimeşru ve kanlı bir darbe kalkışmasının ertesinde oluyor. Darbeciler başarılı olsaydı devreye koyacakları kimi uygulamalar gerçekleşiyor. Demokrasi bayramı ilan edilen bir dönemin arifesinde iktidarı eleştiren basın yayın organları kapatılıyor, gazeteciler, yazarlar, aydınlar, seçilmiş siyasetçiler tutuklanıyor. Bu çelişkinin nasıl izah edileceği başlı başına bir sorun olarak ortada duruyor.
Ayrıca, gazete binasına, dava dosyalarına ve gazete arşivine el konuldu. Gazete binası mühürlenip kapatıldığı için konuyla ilgili dava dosyalarına erişmem mümkün olamıyor. Savunmamı hazırlamak için gerekli kitap ve materyallere ulaşmama imkan tanınmıyor. Haksız ve hukuka aykırı şekilde tutuklanmama ve yargılanmama gerekçe yapılan durum tamamen gazetecilik faaliyetlerime dayandırılmaktadır. Haber verme kamuoyunu bilgilendirme düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındaki faaliyetlerin gerekçe gösterilerek tutuklanıp yargılanmama karşın, bir gazeteci olarak sınırlı iletişim içerisindeydim. Gerektiği kadar hukuki destekten yoksun durumdayım. Bu tecrit koşulları içerisinde mahkeme huzurunda kendimi ifade ediyorum.
Darbe girişiminden bu yana çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) 100 binden fazla yurttaş gözaltına alındı. 80 bin insanın pasaportu iptal edildi. 100 bine yaklaşan kamu görevlisi ihraç edildi. Bu dönemde siyasi nedenlerle gözaltına alınan ve tutuklanan 25 kişi intihar etti. KHK’lerle 16 TV kanalı, 23 radyo istasyonu ile 45 gazete, 15 dergi ile kapatılan basın yayın kurum sayısı 177’dir. 29 matbaanın lisansı iptal edilmiştir. 150’yi bulan tutuklu gazeteci sayısı ile ne yazık ki dünyada birinci sıradayız. Bu verilen içinde bulunduğumuz ortamın nasıl normal ve demokratik bir zemine verileceği sorusunu beraberinde getiriyor.
Çalıştığım gazete özgür gündem geçmişten devraldığı özgürlükçü, hak hukuk temelli açık toplum merkezli eleştirisel bakışlı bir çizgiyi benimser. Abone olduğumuz Anadolu Ajansı, DHA, DİHA, JİNHA gibi haber kurumlarından aldığımız haber ve diğer haber kaynaklarından alınan bilgi, belge ve toplanan veriler, farklı kaynaklardan yine teyit edilerek haber haline getirilir editörler başlığını, spotunu, yazar, fotoğrafını sayfaya yerleştirerek haberini kurar. Sayfa sekreterinin de önerileri dikkate alınarak sayfa yapılır. Dolayısıyla haberin içeriği, somutluğu, bulgularının farklı kaynaklardan doğrulanması, yani haberin maddi kimliğinin ne olduğu bir gazeteci için temel alınır. Gazeteciliğin olmazsa olmazı editöryal bağımsızlık ilkesi gereğince editörün yaptığı habere müdahale yapılmaz. Somut bir metin karakteri kazanan haberin tematik analizi yapıldığında haber olup olmadığı anlaşılır. Yayınlanan haberden kim, nasıl bir okuma yapar ve ne tür siyasal sonuç çıkarır, umar ya da çıkar sağlar sorusu ucu açık bir okuma ve yöntemdir. Bir gazeteci bu durumdan dolayı yargılanamaz ve sorumlu tutulamaz.
7 Haziran 2015 genel seçim sonuçları sonrası, müzakere çözüm sürecinin bitirilmesiyle yeniden alevlenen, çatışma ve şiddet sarmalına giren Kürt meselesi ile toplum olarak daha ağır insani ve siyasal bir tahribat ile karşı karşıya kaldık yakılıp yıkılan kentler. Yakılıp yıkılan kentler, cenazesi yerde kalan yurttaşlar, sokağa çıkma yasakları ve bundan etkilenen sivillerin çığlıklarını haberleştirdik. “Orantısız şiddet” denilen argümanla tarif edilen şiddetin estetize edilmiş boyutunun dumanı tüterken ülkemizde ve yakın coğrafyamızda; bunu görmemek ne hakkaniyete ne de gazeteciliğe sığar dı. Tepki çeker, birileri kızar diye, gazeteci yaşanan gerçekliğe, olaylara ve trajediye gözlerini kapatamaz. Gazeteci olan biteni okurun/halkın önüne koyar, tarih ve toplum yaptığı işin kalıcılığını ölçer, yoksa yasaklar, baskılar ve cezalar değil. Bir gazeteci sansürcü başı gibi kendini görürse yaptığı iş gazetecilik olmaz.
Ortadoğunun kangrenleşmiş sorunlarından başta Kürt meselesi olmak üzere siyasal sosyal tüm sorunların demokratik, siyasal sivil çözümünden yana bir gazetecilik anlayışıyla; kamuoyunun ve toplumun her kesiminin uç ve genel-geçere aykırı da olabilen görüş ve değerlendirmeleri de öğrenme hakları vardır. Politik konumları ve hatta yasal durumlarına bakılmaksızın, bir meselenin muhatapları ve taraflarının görüşlerine yer verilmeyen kesimleri, sesleri görünür kılmaya çalışır. Bilgi tekeline karşı olduğu gibi şiddet karşıtı bir dil ve yaklaşım üzerinden doğa tahribatına karşı çıkar.
Sayfalarında yer alan haber ve yazılarında cinsiyetçi eril dili ve kültürü teşhir eden, düşünceyi şiddetten, eleştiriyi hakaretten ayıran, başta devlet aygıtı olmak üzere tüm güç odaklarını eleştirerek, evrensel hukuku tabi kılmaya çalışır. İşkence ve yaşanan hak ihlallerine yer verir. Bütün dezavantajlı grupları ve toplulukların, Aleviler, işçiler, işsizler, Kürtler, gençler, çocuklar, kadınlar, mülteciler, eşcinseller, siyahlara ilişkin bir duyarlılık gösterir. Merkez medyada yer verilmeyenin, gösterilmeyenin derdini dert edinir. Diğer medya organlarının rağbet etmediği, farklı güç odaklarının şimşekleri üzerine çekmekten kaçındığı olay ve olguların verilerini toparlayarak, muhalif, sorgulayıcı bakışla haber yapar. Bir gazeteci üç maymunu oynayarak, bilmiyorum, görmedim, duymadım diyemez.
Bu minvalde tutuklanmamın gerekçesi diye sunulan tüm suçlamalar mesnetsizdir. Mantıksal bir temeli olmayan ve somut bir kanıt taşımayan suçlamalara konu olan yorum/analizler, haber ve röportajlardır. Toplumun merak ettiği güncel meselelerde halkı/okuru bilgilendirme amaçlı açık gazetecilik faaliyetleridir. Varsayıma dayalı suçlamaların dayandırıldığı örgütle hiçbir illiyet bağı yok. Farklı tarihlerde/yıllarda daha önce çalıştığım Evrensel gazetesi, Dicle Haber Ajansı (DİHA) yazı işleri müdürlüğü yaptığım Esmer dergisi ve yazılarımın yayınlandığı Radikal Kitap Eki gibi ciddi basın yayın organlarında emeğimle yer aldım. Talimat ile gazetecilik yapıldığına dair iddiaları ilmini aldığım mesleğime ve kişiliğime yönelik hakaret olarak addederim.
Anayasal güvenceye alınmış düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında denetleme ve sorgulama görevi ile basın, toplumsal bir işlevi yerine getirir. Bu amaçla gazetecilik yapan ve katledilen Musa Anter, Ferhat Tepe, Hüseyin Deniz, Hrant Dink, Metin Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı ve Uğur Mumcu’nun aralarında bulunduğu araştırmacı ve özgür basın geleneğinin takipçisiyim.
Göreve geldiğim 27 Mart 2016 tarihinden bu yana süren ve daha sonra gazetede başlayan ve 3 ayı bulan Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği kampanyasıyla devam eden, 92 soruşturma ve dava şahsıma açıldı. Halen bu davaların tamamında tutuksuz yargılanıyorum. Tutuksuz yargılama kural, tutuklu yargılama istisna olması gerekirken, aynı suçlamalarla farklı bir davada tutuklu bulunmam bir çelişki değil mi? Basın Kanunu gereğince Sorumlu Yazı İşleri Müdürü hukuksal olarak sorumludur. Her gün 16 sayfa çıkan bir gazetede ekonomiden sanata, çevreden siyasete, dış haberlerden spora, yaşam haberlerine değin bazen sayısı 100’ü geçen haber, yazı ve fotoğrafın tamamını görmem ne mümkündür ne de bu durumdan sorumlu tutulabilirim.
Devlete vergi veren, mali kaynakları belli olan, Turkuaz Dağıtım, abone sistemi, reklam ve ilan gelirleri ile geçinen, mali ve yargısal denetime tabi tüzel bir kurumun yasadışı ilişkileri olduğunu iddia etmek akla ve izana sığmaz.
Mesleki olarak gazeteci olmayan edebiyat, kültür, dilbilim, siyaset, ekonomi, ekoloji, tarih ve sosyoloji alanlarında tanınan isimlerden oluşan ve gazetede hiçbir resmi sıfatı olmayan Yayın Danışma Kurulu üyelerinin isminin künyede bulunması tamamen semboliktir. Olsa olsa o da uzmanlık alanlarını ilgilendiren konularda bilgi alışverişi olmuştur.
Son olarak hem Türkiye’nin içinde hem de sınırlarının dışında devam eden çatışması, gerginlik, kan ve barut arasında her şeyden önce bir insan ve gazeteci olarak duyarsız kalınamayacak olaylarda, yaşanan üniformalı ve sivil ölümler karşısında “ölüm adın kalleş olsun” diyorum. Ve sözümü Türkçe’nin büyük şairlerinden Yahya Kemal Beyatlı’nın “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiirdir” dizeleriyle bitiriyorum.
Yaşasın adalet, özgürlük ve barış
Gazetecilik suç değildir
Gazetecilere özgürlük
(TP/AS/HK)