31 Mayıs ile başlayan Gezi direnişinin kuşkusuz en önde gelen simgelerinden birisi oldu Çarşı. Gerek olayları kısmen verebilen medya, gerekse sosyal medya araçları üzerinden Çarşı’nın direnişi efsaneleşti. Dolmabahçe’de, Akaretler’de ya da Köyiçi’nde Beşiktaş’ın, hadi yaygın medyadaki ifadeyle söyleyelim, “Dünyanın en ünlü taraftar gruplarından biri” olan Çarşı’nın mücadelesi gerçekten önemliydi.
Dolmabahçe’deki dozerli-kepçeli TOMA kovalamacasının görüntüleri herkeste Çarşı fenomenine dair mütebessim bir ifade yarattı.
Yükselen değer
Hatta o kadar ki, bir aşamadan sonra en koyu Fenerbahçeliler ve bazı Galatasaraylılar bile, kendi aidiyetlerini sorgulamaksızın “yükselenim Çarşı” dediler. Sarı lacivertli, sarı kırmızılı formaların arkasına Çarşı’nın meşhur logosunu bastırıp yürüyenlerin sayısı hiç de az değildi. Polis meydandan çekilip Gezi Parkı eylemcilere kaldıktan sonra bir cumartesi günü Akaretler- Teşvikiye - Harbiye üzerinden yapılan Çarşı’nın yürüyüşüne de Karşıyaka – Göztepe taraftarlarının bile katıldığını gördük.
İzmir’in bu iki takımının taraftarları arasındaki rekabet, iddia ile söylüyorum, İstanbul’un üç büyüklerine gönül veren fanatiklerinkinden çok daha büyük, çok daha “kıyıcı”dır. Onlar bile Çarşı’nın mücadelesine destek vermek üzere otobüslerle, hem de bir arada İstanbul’a geldiler, bu kez kendi aralarında kavga etmeden kol kola yürüyüşe katıldılar.
O yürüyüşte ben de vardım. Teşvikiye’den Çarşı ile birlikte Taksim’e kadar yürüdüm. Bir grup Fenerbahçe taraftarı Divan Oteli’nin köşesinden Çarşı grubuna katılarak Taksim’e doğru yürüyüşe geçti; Beşiktaş’ın o meşhur tezahüratını söyleyerek:
“Gücüne güç katmaya geldik/Formanda ter olmaya geldik/ Beşiktaş seninle ölmeye geldik”
Çarşı ruhu / gezi ruhu
Çarşı bütün yaşananların üzerinden kendisine bir pay çıkarmaya da çalışmadı. Bedel ödeyeceklerini biliyorlardı. Buna rağmen Twitter’dan dozer olayına atıfla “Arkadaşlar, helikopter kullanmayı bilen var mı?” gibi kahkahalarla karşılanan esprili paylaşımlarda bulundular. Nitekim, basına yansıdığı için biliyoruz, Çarşı grubundan gözaltına alınanlara helikopter sorusu sorulmuş, “nereden buldunuz, neden böyle bir çağrı yaptınız” diye!
Aynı günlerde Çarşı, herkese yönelik bir “Teşekkür” metni yayımladı. Bir taraftar grubu olarak herkese yaklaştı, herkesin sempatisini kazandı. Antikapitalist Müslümanlarla, Dolmabahçe Camii’nin müezziniyle, LBGT bireylerle, çeşitli sol siyasetlerle, çevrecilerle, 1990 kuşağının tüm renkleriyle…
Çarşı neden mücadele ediyor?
Peki, Çarşı neden Gezi Parkı direnişine katıldı? Çarşı gibi aslında homojen olmayan, içinde farklı siyasi düşünceleri, fikirleri, türlü yaklaşımları aynı anda barındıran bir taraftar grubu nasıl oldu da bu mücadelenin içinde kitlesel olarak yer aldı? Diğer takımların taraftarları neden başrolde olamadı, ama Çarşı’nın “müttefiki” durumunda olmaktan hiç gocunmadı?
Son bir aydır sorulan ve genele teşmil edilen “kim bu direnen çocuklar?” sorusuna verilen yanıtların hemen hepsi Çarşı grubunda yer alan gençler için de geçerlidir, bu birincisi. İkincisi, her ne kadar “aynılaşmış” bir topluluk olmasa da, Çarşı’nın odağında kuvvetli bir sol damar vardır. Bu damar, her zaman bir tribün grubundan, futbol taraftarından beklenmeyecek ölçüde, “toplumsal duyarlılık” olarak kendisini gösterir.
Çarşı’nın bugüne kadar çeşitli olaylar karşısında yazdığı pankartlara, hatta yukarıda sözünü ettiğim “teşekkür metni”ne bakarak bunu anlamak mümkündür. Fakat, Beşiktaş taraftarlarının bundan farklı sebepleri de var direnmek için.
Her şey 1 Mayıs’ta başladı
Sondan başa doğru gidelim. Beşiktaş’ın yıkılan İnönü Stadı’nda oynadığı son maçta polis Çarşı’ya çoluk çocuk gözetmeden gaz attı. Taraftarların yürüyerek stada gitmesini engellemek istedi. Tam da Reyhanlı’da düzenlenen bombalı saldırının bütün toplumda büyük travma yarattığı gündü. İnsanlar bombalamalar nedeniyle yaşadıkları şoku üzerlerinden atamadan İnönü Stadı’nın çevresinde yapılan bu müdahale aslında, 1 Mayıs’ta Çarşı grubunun polise direnmesine karşı İstanbul’daki devlet otoritesinin intikamıydı.
Barbaros Bulvarı ve Köyiçi geçen 1 Mayıs’ta polisin ağır biber gazlı ve tazyikli sulu müdahalesi Beşiktaş’ta büyük bir travma yarattı. Çarşı grubu da her yıl olduğu gibi pankartlarıyla işçi sınıfının yanında olmak için meydanlardaydı, polisin müdahalesine karşı hep birlikte ses verdi. Meşhur “sık bakalım, biber gazı sık bakalım/ kaskını çıkar, copunu bırak delikanlı kim bakalım” sloganı halka son 1 Mayıs’ta mal oldu.
O gün atılan yoğun göz yaşartıcı gaz ve tazyikli – ilaçlı sudan çok sayıda insan etkilendi. Konut ve işyerlerinin birbirine çok yakın olmasını hiç gözetmeden yöneltilen bu saldırı İstanbul’un bu tarihi semtinde büyük bir kızgınlık yarattı. Şunu da ekleyelim. Her ne kadar BJK üç büyüklerden birisi de olsa, Fenerbahçe ve Galatasaray’dan farklı olarak “semt takımı” hüviyetini hep korudu. Çarşı da ağırlıkla o semtin çocuklarından mürekkep bir topluluk.
Beşiktaş semti ve Başbakanlık Ofisi
İş semte gelince, bir de mesele Tayyip Erdoğan olunca mevzu iyice karışıyor. Beşiktaş sakinlerinin (ben de yıllarca yaşadım Beşiktaş’ta) en büyük keyiflerinden birisi deniz kıyısına inip oradaki çay ocağından bir bardak çay alıp boğazı seyretmekti. Ne zaman ki başbakan, mesaisinin büyük bölümünü İstanbul’da geçirmeye başladı ve bir zamanlar kaymakamlık olan bina Başbakanlık Ofisi olarak düzenlendi, Beşiktaş’ta hayatın ritmi değişti.
Olağanüstü güvenlik önlemlerinin alındığı bu noktadaki çay ocağı kaldırıldı, Dolmabahçe Sarayı’nın hizmet binalarının önü polisten geçilmez oldu, Beşiktaşlılara hiç sorulmaksızın oradaki eski depo binası bir otele dönüştürüldü, Barbaros iskelesinin o otele satılacağı söylendi, yine güvenlik gerekçesiyle Beşiktaşlıların karşıdan karşıya geçmek için kullandığı üst geçit kaldırıldı, sinirler iyice gerildi. Bir zamanlar halka ait hissettikleri ne varsa hükümet tarafından devletin keyfi uygulamalarına bırakıldı, semtin neredeyse tamamen başbakanın kullanımına tahsis edilmesi AKP iktidarına karşı tepkiyi iyice artırdı. Zira başbakan ne zaman buradaki ofise gelecek olsa yollar kapatılıyor, başbakanlık araçlarından oluşan ucu bucağı görünmeyen konvoy nedeniyle semt sakinlerinin evine gitmesi saatler alıyordu. Kısacası Çarşı’nın Gezi Direnişi sırasında sık sık başbakanlık ofisine doğru yürümek istemesinin bir sebebi vardı!
Gezi Parkı hükümetin oyuncağı değil
Çarşı grubu, geçen 1 Mayıs’tan başlayarak yaşadığı yoğun saldırının yanı sıra tüm bu gerekçelerle de ayağa kalktı. Polis şiddetine tepkisini gösterdi, “organize suç örgütü” olmakla itham edildi.
Fakat başbakan ve çevresi, Çarşı hakkında görmek, duymak istemediği ve kendisine söylendiğinde pek sinirlendiği gerçekle yüz yüze geldi; kendilerine tercüme edeyim: Çarşı’nın koyduğu tepki sosyolojiktir. Semtine, insanlarına, kendisine sahip çıkma mücadelesidir. Bu da doğaldır. Çarşı’nın, Uluslararası Astronomi Birliği 2006’da Plüton’un artık gezegen olmadığını açıkladığında koyduğu tepkiyi hatırlayın: Hepimiz Plütonuz!
Çarşı için ne evren birilerinin oyuncağı, ne yaşadıkları semt, ne de Gezi Parkı. İşin aslı budur. (BD/EKN)