“Ertelenmiş bir düş ne olur?” dizesiyle başlar Harlem Rönesansı’nın önde gelen isimlerinden Afro Amerikalı şair Langston Hughes’un 1951’de yazdığı ünlü “Ertelenmiş Bir Düş” şiiri ve şöyle devam eder:
Kurur mu
güneş altında üzüm tanesi gibi?
Yoksa bir yara gibi iltihaplanır –
akar gider mi?
Çürümüş et gibi mi kokar?
Yoksa kaymak mı tutar, şekerlenir mi –
şerbetli bir tatlı gibi?
Belki yalnızca sarkar
ağır bir yük nasıl sarkarsa.
İnfilak mı eder yoksa?[1]
Martin Luther King, Jr. 1963’te yaptığı ünlü “Bir Düşüm Var” konuşmasında yine aynı düşten bahseder. Afro Amerikalılar köleliğin kaldırıldığı 1865 yılından beri[2] hep aynı düşü görmektedirler: Eşit yurttaşlık hakları. Ancak köleliğin kaldırılmasından sonra da yaşam koşullarında iyileşme olmayan; yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik, ırkçılık, ayrımcılık, Ku Klux Klan gibi ırkçı örgütlerin saldırıları ve daha birçok sorun ile boğuşmak zorunda kalan siyahlar için bu düş kolay kolay gerçekleşecek gibi değildi. 1870 yılında federal hükümetin çıkardığı yasayla siyah erkeklere seçme ve seçilme hakkı tanımasının ardından Güney eyaletlerindeki yerel hükümetler siyahların anayasal haklarını kullanmalarını engelleyecek kısıtlamalar içeren “Jim Crow” yasaları adıyla bilinen ayrımcılık yasalarını çıkardı. 1960’lara gelindiğinde Güneyde Jim Crow yasaları hala yürürlükteydi: Beyazlar ve siyahlar ayrı okullara, kiliselere gidiyor, ayrı lokantalarda yemek yiyor, ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Jürilerde yer almaları, beyazlara karşı tanıklık yapmaları, beyazlarla evlenmeleri yasak olan siyahlar ikinci sınıf vatandaş konumundaydılar. Kuzey eyaletlerinde de durum pek iç açıcı sayılmazdı. Örneğin Afro Afrikalı yazar Lorraine Hansberry’nin 1959’da yazdığı bir oyundan uyarlanan Güneşte Bir Leke (Daniel Petrie, 1961) filmi ABD’nin New York’tan sonra en büyük şehirlerinden biri olan Chicago’da beyazların yaşadığı bir mahalleye taşınmaya niyetlenen siyah bir ailenin yaşadığı zorlukları ve karşılaştığı ırkçılığı anlatır. Aslında Hansberry’nin oyununun (dolayısıyla filmin) özgün adı, “Güneş Altında Üzüm Tanesi”, Langston Hughes’un “Ertelenmiş Bir Düş” şiirinin bir dizesinden alınmıştır ve yine siyahların eşit yurttaşlık hakları düşüne gönderme yapar.
Bitmeyen yürüyüş
Ava DuVernay’ın yönettiği 2014’ün ses getiren filmlerinden Özgürlük Yürüyüşü oy hakkı kısıtlamalarının kaldırılması amacıyla Martin Luther King, Jr. önderliğinde 1965’te Alabama eyaletinin Selma kasabasından Montgomery’e yapılan yürüyüşü konu alıyor. Filmin başlarında ünlü Afro Amerikalı oyuncu ve talk show sunucusu Oprah Winfrey’in canlandırdığı Annie Lee Cooper karakterinin anayasal hakkını kullanmak için seçmen kütüğüne kayıt yaptırmaya çalıştığı sahnede siyahların oy hakkının nasıl keyfi bir şekilde gasp edildiğine tanık oluyoruz. İlk olarak Cooper’dan anayasanın önsözünü ezberden okumasını isteyen görevli, bu sorusuna doğru yanıt alınca bu sefer bir başka soru soruyor, ardından bir başka soru daha, ta ki Cooper yanıtlamayı başaramayana dek, sonra da başvuruyu reddediyor. Özgürlük Yürüyüşü filmine konu olan Selma’dan Montgomery’e yapılan yürüyüş siyah yurttaşlık hakları hareketinin son dönemeci aslında. 1955’te Rosa Parks’ın otobüste siyahların beyazlara yer vermesini öngören Jim Crow yasasına karşı çıkmasıyla başlayan, Martin Luther King’in organize ettiği ilk büyük eylem olan Montgomery Otobüs Boykotu, yurttaşlık hakları hareketinin de başlangıcıdır aynı zamanda. 1963 yılında King’in önderliğinde düzenlenen, Amerikan tarihinin gelmiş geçmiş en geniş katılımlı protesto yürüyüşlerinden olan “İş ve Özgürlük için Washington’a Yürüyüş”, okullarda ve kamuya açık bütün tesislerde ayrımcılığa son vermeye, entegrasyonu sağlamaya yönelik Yurttaşlık Hakları Yasasının kabul edilmesiyle sonuçlanır. Özgürlük Yürüyüşü yurttaşlık hakları hareketinin dönüm noktası sayılabilecek bu gelişmeden sonra Martin Luther King’in Nobel Barış Ödülü’nü almasıyla başlıyor. Sonraki sahnede ise bir kilisenin merdivenlerinden inen Afro Amerikalı kız çocukları görüyoruz, ardından korkunç bir patlama ortalığı birbirine katıyor. Bu sahnede değinilen olay Amerikan tarihindeki en korkunç ırkçı saldırılardan biri. 1963’te Alabama eyaletinin Birmingham kentinde Ku Klux Klan üyelerinin bir Afro Amerikan kilisesine yerleştirdikleri dinamitlerin patlaması sonucu yaşları 11 ile 14 arasında değişen dört kız çocuğu ölmüş, yirmi ikisi de yaralanmıştı. Bu saldırı 1866’dan beri Güney eyaletlerinde Ku Klux Klan’ın gerçekleştirdiği sayısız ırkçı şiddet eyleminden sadece biriydi. Alan Parker’ın Mississippi Yanıyor (1988) filmine konu olan, 1964 yılında gerçekleşen bir başka ırkçı saldırıda ikisi beyaz üç yurttaşlık hakları aktivisti aralarında yetkililerin de bulunduğu Ku Klux Klan’cılar tarafından öldürülmüştü. Gerçek şu ki Özgürlük Yürüyüşü yurttaşlık hakları hareketinin yükselişiyle daha da ivme kazanan ırkçı saldırıların yarattığı korku ve şiddet iklimini yeterince perdeye yansıtmıyor. Film Birmingham’daki kilise saldırısına değiniyor değinmesine ama bu değini o kadar kapalı ki olay ima yoluyla geçiştiriliyor adeta, ne saldırının yol açtığı trajediyi görüyoruz, ne de Martin Luther King’in ölen kız çocuklarının cenazesinde yaptığı konuşmayı. Filmde bize gösterilen şiddet – örneğin siyah bir gencin polis tarafından vurularak öldürülmesi veya Selma’dan Montgomery’e yürümeye teşebbüs eden ilk kafilenin Edmund Pettus Köprüsünde maruz kaldığı polis şiddeti – Güney’de yüz yıldır süregelen kemikleşmiş ırkçı şiddetin medyaya yansıyan küçük bir kısmı sadece, başka bir deyişle buzdağının görünen kısmı.
Malcolm X’e karşı Martin Luther King
Afro Amerikalıların hak arayışlarını konu alan kültür eserlerinde çoğunlukla yurttaşlık hakları hareketinin iki kutbunu temsil eden Martin Luther King ile Malcolm X’in politik mücadelelerinde kullandıkları yöntemlerin karşılaştırıldığını görürüz. Örneğin Spike Lee’nin Brooklyn’in yoksul bir mahallesinde siyahlar ile İtalyan-Amerikalılar arasında yaşanan etnik gerilimi konu alan Doğruyu Seç (1989) filmi King ve Malcolm X’ten yapılan birer alıntıyla sona erer. King’in şiddeti ahlaki olmayan, nefreti besleyen bir yöntem olarak lanetlediği alıntının hemen ardından Malcolm X’in siyahların meşru müdafaa durumunda şiddete başvurmaya hakkı olduğunu söylediği alıntı gelir. Özgürlük Yürüyüşü de kuralı bozmuyor ve King’in karşısına Malcolm X’i koyuyor. Kökeni muhalif Amerikalı yazar Thoreau’nun 1849’da yazdığı “Sivil İtaatsizlik” makalesine dayanan ve Gandhi’nin Hindistan bağımsızlık mücadelesinde kullandığı yöntem olan barışçıl direnişi benimseyen King’in yöntemini yücelten film Malcolm X’i hep “militan” sıfatıyla yan yana anarak marjinalleştiriyor. Böylece siyahlar ile beyazların birlikte yaşamasını arzulayan King’in aksine siyah ayrılıkçılığını (black separatism) savunan ve siyahların politik ve ekonomik açıdan bağımsız, beyazlardan ayrı bir topluluk oluşturması gerektiğine inanan Malcolm X’in temsil ettiği değerleri de itibarsızlaştırmış oluyor. King bir nevi siyahların baskın beyaz kültüre asimilasyonunu savunan, ABD’deki tüm etnik azınlıkların Amerikan üst kimliği altında aynı potada erimesi (melting pot) ideolojisine uygun bir tutum sergilerken, Malcolm X siyahların Afrika kökenli kendi otantik kültürlerini korumasını savunuyordu. Sonuçta Özgürlük Yürüyüşü, tarafsız bir tutumla King ve Malcolm X’in yöntemlerinden hangisinin doğru olduğu kararını izleyiciye bırakan Doğruyu Seç filminin aksine tercihini King’den yana kullanıyor ve doğrunun ne olduğunu bize söylüyor.
Özgürlük Yürüyüşü iki başarısız girişimden sonra nihayet Selma’dan Montgomery’e ulaşmayı başaran kalabalığa hitap eden King’in siyahlar için eşitliğin yakın olduğunu ilan ettiği zafer konuşmasıyla sona eriyor. Siyahların oy kullanması önündeki engelleri kaldıran Oy Hakkı Yasasının dönemin ABD başkanı Lyndon Johnson tarafından beş ay geçmeden onaylandığını öğreniyoruz filmin sonundaki kısa bilgilendirme notlarından. Peki siyahların zorlu mücadeleler sonucunda elde ettiği yasal düzenlemeler 1865’ten beri ertelenen eşit yurttaşlık hakları düşünün gerçekleştiği anlamına geliyor mu? 2014 Ağustosunda Ferguson’da siyah bir gencin polis tarafından öldürülmesi ve sonrasında ABD’yi saran protesto dalgası bu düşün henüz gerçekleşmediğinin kanıtı. Nitekim En İyi Özgün Şarkı dalında 2015 Oscar ödülünü alan, filmin sonunda jenerik akarken fonda duyduğumuz “Glory” şarkısı da siyahların yurttaşlık hakları hareketini onurlandırırken Ferguson’daki olaylara değinerek mücadelenin henüz bitmediği mesajını veriyor. (CL/AS)
[1] Çev. Coşkun Büktel
[2] ABD’de kölelik tarıma dayalı, köleliği kaldırmaya yanaşmayan Güney eyaletleri konfederasyonu ile Abraham Lincoln önderliğindeki endüstrileşmiş Kuzey eyaletleri arasındaki İç Savaşta (1861-1865) Kuzeyin galip gelmesinden sonra kaldırıldı.