Yemekhanede sessiz bir uğultu vardı. Hemen tüm masalar doluydu ama kimse yemeğine dokunmuyordu. Tepsileri ellerinde boş sandalye, masa arayanlar amacına ulaştıktan sonra biri kalktı ve elindeki bildiriyi yapabildiğince gür bir biçimde okudu.
Söylenenler bire bir aklımda değil. Mesele bir gün önce yemekhanede çıkan tavuğun bozuk olması ve yurtta kalan öğrencilerden bir kısmının hastanelik olmasıydı.
Açıklama okunurken dışarıda jandarma pozisyonunu almıştı. Çıkıldığında ortamın ne kadar sertleşeceği başçavuşun inisiyatifindeydi.
Konuşma bitince büyük bir gürültü eşliğinde toplu halde masalardan kalkıldı. Aynı anda yüzlerce sandalye gıcırtısının dramatik bir etki yaptığını itiraf etmeliyim.
Yanlış anımsamıyorsam üniversitede katıldığım ilk eylemdi.
Eylem biçimi yurt kantininde yapılan tartışmalarda belirlenmişti. Yurtlarda kalmayan eylemci öğrencilerle detaylar fakülte kantinlerinde konuşulmuştu.
Dışarıya çıktığımızda asker saldırmadı. Gevşek bir yürüyüş kolu oluştu.
O sırada gözüm yemekhane salonuna takıldı. Dört ya da beş yemekhane çalışanı bıraktığımız tepsileri topluyordu.
Yürüyüşe katılmadım, içeri girip yardım etmek istiyordum ama utandım.
Değişik kantinlerde yapılan toplantılarda bu eylem biçimi daha sonra çok tartışılacaktı.
Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Starbucks İşgali eylemi sonrası okuduğum haberlerde ve yorum yazılarında hep kendi öğrencilik yıllarımdaki kantinlere ve eylemlere gitti aklım.
Sonra okuduğum üniversite olan ODTÜ'den bir kantin eylemi haberi daha geldi.
İnşaat Mühendisliği bölümünün kantininde boykot vardı. Öğrenciler fahiş fiyatları protesto etmek için kendi kantinlerini kurmuştu.
ODTÜ'de ilk katıldığım yemekhane eylemi 1987'de yapılmıştı. Daha sonra eylem biçimleri üzerine tartışmalar çeşitli yerlerde yapıldı; kantinler de bu mekânlardan biriydi.
Öğrenciler büyük anfilerde bir araya geliyordu; orada bilgi alışı vardı. Tek yönlü, hiyerarşik bilgilenme. Kantinler ise görüş alışverişinin had safhada olduğu dinamik yerlerdi. Üniversite yıllarında asıl eğitimi kantinlerde aldığımı düşünürüm sık sık.
1980 darbesinin etkilerinin sürdüğü dönemde kantinler, nefes alınan yerlerdi. Forum alanı gibi kullanılabiliyordu, iç tasarımı, masa sandalyeleri yerleşimi uygundu buna. Öğrencilerin izleri vardı her yerde. Yönetim çok dokunmazdı kantinlere. Hadi itiraf edeyim biraz loş ve salaş yerlerdi.
Kantin çalışanları 1980 öncesini yaşamış "hoca"lardı. Babacan tavırlı, hoşgörülü ve belli ki solcu kantin çalışanlarına "hocam" diye seslenirdik; ODTÜ'de gelenek olduğu üzere herkes birbirine "hocam" derdi. Gerçi onlara daha bir yakışırdı bu hitap.
Sonra Alpaslan Nas'ın "Starbucks İşgali ve Mutena Kampus" başlıklı yazısında ayrıntılı biçimde açıkladığı soylulaştırma (mutenalaştırma) hamleleri kantinleri hedef almaya başladı.
Kantinler kaşarlı tost-çay "fakirliğinden" kurtarılacaktı.
Bu sürecin tam olarak ne zaman başladığını hatırlamam çok mümkün değil. Ancak ne zaman biz öğrencilerin canına tak ettirdiğini iyi hatırlıyorum.
1991'de İdari Bilimler Fakültesi'nin kantininde ince belli çay bardaklarının kaldırılıp yerlerine "modern", "hijyenik" plastik bardakların konulması ve art arda gelen zamlar bardağı taşırdı.
1000 lira olan çaya zam geldiğinde eylem kararı alındı. Ama artık geleneksel eylem biçimlerinden sıkılmıştık, her yürüyüşte, kuşlamada jandarmayla karşı karşıya gelip "Jandarma biz sosyalistiz" türküsünü okumaktan yorulmuştuk. Üstelik kaçmak da, kaçamayıp yakalanmak da büyük bir sorundu.
Kamusal alanımızdan çıkmadık kantin eyleminde. Kendi kantinimizi kurduk: "İlkel komünal kantin".
Okula gizlice soktuğumuz küçük tüpte bir hafta boyunca çay demledik, simit getirdik, başka kantinlerden tost aldık.
Jandarma kantinlere giremiyordu. Dekanlıkla karşı karşıyaydık. İlk gün yarı fiyatına satış yaptık. İdare yönetmelik gereği izinsiz satış yapamayacağımızı bildirdi. Bağış da alamıyorduk. Bir kutu koyduk. Bazı arkadaşlar kutunun içine para düşürüveriyordu.
Öğrenci eylemlerinin gazetelerde yer bulması çok zordu. Ama "İlkel komünal kantin" kısa da olsa yer buldu.
Sonuçta dekan geri adım attı; sözler verildi. Elinden geleni yapacağını ama devam edersek "okulda küçük tüp kullanmaktan" dolayı disiplin cezası alacağımızı da ekledi tabii.
Eylem bizce başarılı olmuştu. Gerçi "kantinlerin mutenalaştırılması" sürecinin önünü kesmemiz mümkün değildi. Ama biz kantini bizim evrilttiğimiz haliyle seviyorduk.
Tıpkı Pınar Öğünç, Simon Kuper'in kitabına selamla "Bir kantin asla sadece kantin değildir" gibi çok yerinde bir başlık attığı yazısında yazdığı gibi: "Üniversite ve yurt kantinlerinde ara ara filizlenen bir boykot kökü mevcuttur. Hayat kantinlerde döner, hayata kantinden müdahale edilir çünkü kantin deyince kiminin gözünde sadece kaşarlı tostla çay canlanabilir. Ama bir kantin asla sadece kantin değildir."
O zamanlar bu kadar iyi ifade edemezdik ama asıl mesele buydu. Kantin asla sadece kantin değildi. (HK)