Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde açılan Starbucks'a karşı yürütülen öğrenci aktivizmi kamuoyunda ciddi yankı buldu.
Protesto duyurularını yapmak için açılan blog sayfasında öğrenciler kampüsün, öğrencilere danışılmadan sağlanan hizmet servisleriyle "ticarileşmesine" ve "mutenalaşmasına" (soylulaşma) dikkat çekiyorlar.
Üniversite emekçilerinin ve öğrencilerin kampüs üzerinde söz sahibi olmaları gerekliliğinin altını çiziyorlar.
Durağan Kampüsler
Türkiye'de bugün kampüslerin giderek mutenalaştığı bir süreci yaşıyoruz. Boğaziçi'deki aktivizm, kampüs alanını çeşitli yönleriyle sorgulamaya açıyor. Boğaziçili öğrencilerin yakındığı gibi, kampüs artık sadece "öğrencilere ait alanlar" değil.
Ülkenin en elit akademik kurumlarının birinde sağlanacak servis hizmetleri için kampüs yönetimi öğrencilere danışma gereksinimi duymuyor.
Üstüne, gelen haberlere göre öğrencilere karşı disiplin soruşturması açılma ihtimali mevcut.
Sorun tam olarak burada; öğrenciler kampüsü oluşturacak, yönetecek, yaşatacak, üzerine fikir üretecek, belirli ihtiyaçları eyleme geçirecek aktif aktörler değil. Tam aksine, seri şekilde mutenalaşan kampüsün "hızına" yetişmesi beklenen pasif katılımcılar.
Paul Virilio "Hız ve Politika" adlı eserinde, "hız" olgusunun modern toplumun belirleyici niteliği olduğunu anlatır. Virilio'ya göre ilk olarak 19. yüzyılda gelişen askeri teknolojiler hız olgusunu gündeme getirmiş, hızlı olanın hayatta kalacağı bir çağa girilmişti.
İşçilerin direniş hızını önlemek adına fabrikalar, sürekli gözetim altında bulunan "hızdan arındırılmış" alanlar olarak göze çarpıyordu.
Burada var olan hız, yalnızca kapitalizme dairdi. Foucault'nun vurguladığı gibi günümüzde fabrikalar gibi "okullar" da disipline edilen, Virilio'nun tabiriyle hızdan arındırılan mekanlar.
Türkiye'de öğrenci aktivizmine ev sahipliği yapan kampüsler, 60 ve 70'li yıllarda ciddi bir kinetik enerjiyle donanmıştı. 12 Eylül'den sonra ise kampüsler, kontrol altına alınan, sürekli gözetlenen korunaklı alanlara dönüştü.
Kampüslerin hızı düştü ve sosyal-ekonomik dışlama dinamikleriyle örülü bir elitizm, kampüste ivme kazanmaya başladı. Bugün otonomisini yitiren kampüs mekanı, dışarıdaki mutena hayatı bünyesine katmaya gayret gösteren bir alan olarak sivriliyor.
Diğer yandan 2000'lerle birlikte kentsel alan içerisinde bir kampüs inşasına yetmeyecek uygun mekan azlığı, kimi vakıf üniversitelerinin kentin dışında kurulmasına zemin hazırladı.
Bu vesileyle kurulan ülkenin en elit kurumlarının kampüsleri, kendilerini orta sınıfın egemen olduğu kentsel alanlardan ayırt etmeyi başardılar.
Bir sosyal elitizm alanı olarak kampüs
Bunun önemli örneklerinden biri Tuzla'daki Sabancı Üniversitesi kampüsü. Bugün üniversitenin gerek yurtlar gerekse fakülteler bölgesi, çeşitli televizyon programlarının ve ticari ürünlerin reklamını yapan billboard'larla dolu.
Boğaziçili öğrenciler, 2.25 lira olan yemekhane öğün fiyatlarını eleştirirken, bugün Sabancı Üniversitesi'nde öğrenciler, ne kadar kaliteli olduğu tartışılan aynı öğüne 5 lira ödüyor.
Yaklaşık 7-8 lira gibi bir ücret ödeyerek kampüsten Kadıköy ve Taksim'e, hizmet sağlayan firmanın otobüsleriyle yolculuk ediyor ve kampüse herhangi bir belediye otobüsü hizmeti olmadığını da belirtmekte fayda var.
Aslı Odman'ın vurgusuyla, Tuzla'nın alt sınıf yerleşimlerine "teğet geçerek", hızla TEM'e bağlanan shuttle'lar, İstanbul'un bir ucundan diğer ucuna, mutena hayatlar arasında mekik dokuyor.
Bugün kampüsün mutenalaşmasını sorgularken, Boğaziçili öğrencilerin telaffuz ettikleri "küresel sermaye" sözünden daha kapsamlı bir bakış acısına ihtiyacımız var, çünkü Sabancı Üniversitesi'nde hiçbir çokuluslu marka yok.
Onun yerine, gölet etrafına yeni açılan, iç dizaynı ile göz kamaştıran, "beef" temalı ana yemeklerin 15 ila 30 lira arasında değişen fiyatlarla hizmete sunulduğu bir cafe/restoranları var.
Bu ve Starbucks gibi yerlerde artık kantinlerdeki "sütlü nescafeler" yerine "latte macchiato"lar servis ediliyor. Öyle ki, bu yemek ve içecek isimlerine dahi hakim olmak bir sosyal statü göstergesi haline gelmiş durumda.
Yurtlar bölgesinde makul fiyatlarla hizmet veren, haftanın belirli günleri lahmacun ve pide servisi yapan kafeterya, yaklaşık iki sene önce kapandı.
Yeni yapılan ihaleyle yerine açılan ve iç dizaynı İstanbul'un en mutena semtlerindeki restoranları andıran bir yemek alanında "noodle"lar ve "fettuccine" makarnalar 12-13 lira düzeyinde bir rakamla satışa sunuldu. Öğlen çıkan tabldot ise 7 lira civarında.
Diğer yandan, geçen sene ihaleyle el değiştiren yemekhane işletmesinin yaptığı ilk iş ise, yemekhane çalışanlarının papyon takarak hizmet vermesini sağlamak oldu. Oysa beklenti, yemek kalitesinin artması veya fiyatların aşağı çekilmesi yönündeydi.
Yine, yemekhanedeki "demirden" sürahiler, "cam" olanlarıyla değiştirildi.
Bu arada, okulda çalışan temizlik işçilerinin yemekhanenin bu mutena ortamına dahil olamayarak, yurtlar bölgesinde kendilerine ayrılmış bir alanda yemek yediklerini belirtmek suretiyle, mutenalaşmanın sosyo-ekonomik hiyerarşisine dikkat çekmek gerekir.
Kampüsün mutenalaşmasının izahı ancak şöyle mümkün; öğrencilerine sosyal bir sermaye, statü ve prestij sunan üniversite, karşılığında öğrencisinden belirli gündelik yaşam pratikleriyle donanmış mutena bir hayata uyum sağlamasını bekliyor.
Üniversitenin sunduğu sosyal sermayeyi, kampüsün adeta dayattığı maddi gündelik tüketim pratikleriyle taçlandırmak gibi bir tutum söz konusu.
Bu da Boğaziçi örneğinde görüldüğü gibi hizmet olarak Starbucks'ı önererek, Sabancı örneğinde olduğu gibi 15 liradan başlayan "beef" temalı yemek tercihleri sunarak, papyonlu garsonlar tahsis ederek ve temizlik işçilerini -deyimi yerindeyse- göz önünden çekerek yapılıyor.
Nasıl Bir Aktivizm?
Fatih Küçüktütüncü 10 Aralık'ta bianet'te yayınlanan yazısında Starbucks işgalinin, "uzun zamandır var olan bir potansiyel bir enerjinin kinetiğe dönüşmesinin ilk sinyalleri" şekline yorumlamıştı. Nihayetinde Boğaziçili öğrencilerle kampüs yönetimi arasında süregiden bir hız savaşına tanıklık ediyoruz.
Bu açıdan kampüsleri salt "eğitim-öğrenim" alanı olarak geçiştirmekten ziyade, bu mekanları eleştirel bir analize tabi tutmamız gerekiyor.
Bu açıdan bianet'in kampüs aktivizmine ses veren haberciliği, kamuoyunun bu süreçten haberdar olmasını sağlamak açısından önem arz ediyor.
Elvan Salman'ın 10 Aralık'ta yine bianet'te yayınlanan yazısında belirttiği gibi, Boğaziçi'deki aktivizm asla bir "şiddet" eylemi değil. Yine de, Salman'ın vurguladığı gibi eylemi "Aktivizme Giriş" dersi olarak göstermek fazla iddialı.
Örneğin, dışarıya "nostaljik bir sosyalist duruş" imajı yansıtmamak adına, "Starbucks akıllı olsun", "Starbucks İşgali" gibi öne çıkan bir jargondan imtina edilebilirdi.
Daha zihin açıcı ve yenilikçi bir dil, bu aktivizmin dışındaki kitlelerin ilgisini daha fazla çekebilirdi. Buna rağmen aktivistlerin homojen bir topluluk oluşturmadığını ve gruba çok sesliliğin hakim olduğunu unutmamak gerekir.
Bu açıdan "StarbucksŞenliği" sözünün oldukça önemli olduğunu ve "Starbucks" sözünü direnişle beraber anabilen queer bir duruşa işaret ettiğini de belirtmekte fayda var.
Sabancı ve Boğaziçi örneklerinin gösterdiği bir gerçeklik var: Kampüsün mutenalaşmasından şikayetçi olmayan hiç azımsanmayacak bir çoğunluğun mevcudiyetini de unutmamak gerekiyor.
Dolayısıyla kampüsun bu yönde evrilmesi, mevzu bahis öğrenci profiliyle de yakından ilintili.
Her ne kadar Cüneyt Özdemir'in "Amerikan kotu giyen Starbucks'ı protesto edemez" denklemi düz bir mantık ürünü olsa da, kampüsün mutenalaşmasının, kentsel alandakinden farklı olmadığını görmek ve kampüsteki sınıfsal duruşu, genel toplumsal bir bakış açısıyla bütünlemek gerekiyor.
Bu açıdan, kampüsteki Starbucks'ı protesto ederken, kampüs dışında bir Starbucks'tan kahve içmek, farklı konumlanmış "mutenalar" arasında bir hiyerarşinin oluşmasına sebebiyet veriyor ve bu doğrultuda gerçekleştirilecek herhangi bir protestonun içini boşaltıyor.
Öte yandan, hazır aktivizm Hopa olaylarına ve tarih bölümü öğrencisi Şeyma Özcan'ın tutuklanmasına karşı sesini yükselterek, kampüsü ziyaret eden Uluslararası Ev İşçileri Ağı ile iletişime geçerek algılarını genişletmişken ve kampüsteki neo-liberal etkilerin altını çizerken, bu düzenden en fazla mağdur olan, ancak sesini duyuramayan kampüs işçilerine, emekçilerine de ulaşabilmek gerekiyor.
Aksi halde yapılan protestonun, bu düzene karşı sesini çıkarmak için yeterli imkanlarla donanmış ve bu yüzden avantajlı bir konumda bulunan öğrencilerin sosyo-ekonomik pozisyonunu yeniden üreten, sınırlı ve tepkisel bir gösteriye dönüşme ihtimali mevcut.
Mutenalaşmaya yönelik bir karşıt-hız
Mutena kampüse yönelik herhangi bir aktivizmin amacı, mutenalaşmaya kayıtsız kalan kitleye, kampüsteki bazı dinamiklerden haberdar olmadığını hatırlatmayı görev bilen, tepedeninmeci bir duruş değil, olmamalı.
Yine de, herkesin bilmesi gereken bir olgu var; o da bugün mutenalaşan kampüslerin, bu duruma şikayetçi olan öğrencilere ve emekçilere sorulmadan yönetildiği gerçeği.
Elbette ki bir kampüste Starbucks'tan kahve içmek ya da porsiyonu 20 liraya bir ana yemek almak isteyenler olabilir.
Yapılması gereken, bu elitizmden mağduriyet hisseden öğrencilerin talepleri doğrultusunda alternatiflerin sağlanmasıdır.
Boğaziçi'nde bugün, Sabancı'da geçen senelerde gerçekleşen eylemlerin amacı bu.
Kampüsler "ögrenciler için, öğrencilere rağmen" kurgulanan yerler olmamalı.
Bu doğrultuda Boğaziçi'de ortaya konan kampüsün mutenalaşmasına yönelik farkındalık, diğer kampüslere sıçrar mı bilinmez ama kampüse hayat veren bir karşıt-hızın doğuşunu müjdelediği kesin. (AN/HK)
* Alparslan Nas - Sabancı Üniversitesi Kültürel Çalışmalar