Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bu yılın Temmuz-Ağustos-Eylül dönemini kapsayan üçüncü çeyreğine ilişkin milli gelir verilerini açıkladı. Buna göre, gayrisafi milli hasılanın (GSMH) gelişme hızı üçüncü çeyrekte yüzde 2, yılın ilk 9 aylık döneminde ise yüzde 4 oldu. Bu, “2001 krizinden bu yana en düşük oranlı büyüme” olarak değerlendirildi.
Büyümenin düşük çıkmasında tarımdaki yüzde 7,8’lik daralma etkili oldu. Tarım sektörü yılın ilk çeyreğindeki yüzde 2,9’luk büyümenin ardından, ikinci çeyrekte yüzde 2,1 küçülmüştü. Böylelikle tarım sektöründe bu yılın Ocak-Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,6’lık bir küçülme yaşandı. Yüzde 7,8 oranında küçülen tarımın GSMH'ye etkisi 1 puan düşürücü yönde oldu.
Medya TÜİK’in verilerini, nisan ayından bu yana yağışların çok düşük kalması ve tüm Türkiye'yi etkiyen kuraklık nedeniyle tarımsal üretiminde sert düşüş yaşandığı; bunun hem enflasyon için hem de büyüme hızı için risk oluşturduğu yönünde yorumladı. Ancak tarımdaki çöküşün geri planındaki gerçekler tabii ki yalnızca bu kadar değil.
Tarımda yaşanan yeni gelişmeler ve küresel ısınmanın yol açtığı kuraklık, ülkeleri tarım politikalarını değiştirmek zorunda bırakıyor. Özellikle Çin, Hindistan gibi kalabalık nüfuslu ülkelerin her yıl katlanarak artan gıda taleplerinin yanı sıra yaşanan küresel kuraklık, birçok ülkeye tarımın stratejik bir sektör olduğunu yeniden hatırlatıyor ve ülkeler, tarım politikalarını liberal söylemlerin aksine, artık bu gerçekliğe göre değiştiriyorlar. Örneğin günümüze kadar çiftçilerini üretimden vazgeçirmeye dayalı politikalar izleyen Avrupa Birliği (AB), şimdi hızla üretimi teşvik edici politikalara dönüyor. Bu kapsamda süt üretiminde uygulanmakta olan kısıtlamalar kaldırılmakta, buğdayda yüzde 10 nadas koşulundan vazgeçilmekte. Fransa Tarım Bakanı tarımın stratejik konumunu “İnsanları beslemek yeniden sorunların en önüne geçiyor ve yıllarca hakir görülen çiftçilik, tekrar önem ve saygınlık kazanıyor” diye vurguluyor.
Türkiye’deyse kuraklığın üretimde yarattığı tahribatın sonuçlarının yavaş yavaş ortaya çıkmasına rağmen, 2000’li yılların başında IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıyla “tarımda dönüşüm” adı altında başlatılan tasfiye politikaları aynen sürdürülüyor. Bu politikalarla çiftçinin kaderi tümüyle piyasaya teslim edilmekte; TMO’nun, kooperatif birliklerinin piyasaya müdahale güçleri azaltılmakta, tarımın yapısal sorunlarına çözüm üretilmemekte. Üstelik bütçeden tarıma ayrılan desteklerin üçte ikisi seçim öncesinde tüketilmiş durumda. Tüm bunların üzerine bir de küresel ısınmanın yol açtığı kuraklık eklendi. IMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla yok edilmeye çalışılan tarım adeta intikam alıyor.
Dayatılan liberal reformların tarımda yarattığı çöküşün son beş yıllık bilançosunu kısaca şöyle özetleyebiliriz:
2007 yılına geldiğimizde; yaşanan meteorolojik kuraklık daha sonra tarımsal kuraklığa dönüşmüş, bu nedenle üreticiler birçok üründe çok önemli zararlara uğramışlardır. Tarımsal ürünlerde meydana gelen zarar dikkate alındığında, kuraklığın ülkemizde doğal afet niteliği kazandığı görülmektedir.
TÜİK’in ürün bazında yaptığı çalışmaya göre; üretim kaybı buğdayda yüzde 13,3; arpada yüzde 22,4; kuru fasulyede yüzde 18,2; mercimekte yüzde 10,1; ayçiçeğinde yüzde 22,8; şekerpancarında yüzde 10,9, pamukta yüzde 10,5; fındıkta yüzde 19,8’i bulmuştur. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ne (TZOB) göre kuraklığın çiftçilere toplam zararı 5 milyar YTL dolayındadır. Tarım Bakanlığı ise zararın 2,5–3 milyar YTL arasında olduğunu açıklamıştır.
25 Eylül 2007 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile TMO’ya gümrüksüz olarak 800 bin ton buğday, 300’er bin ton arpa ve mısır ithalatı için yetki verilmiştir. Ancak dünyada buğdayın tonu geçtiğimiz yıl yaz döneminde 180–200 dolar iken, kuraklık nedeniyle bugün fiyatlar 380–400 dolara yükselmiştir. Yani hububat ithalatı için artık yüksek bedeller ödenmek zorunda kalınacaktır.
Öte yandan Türkiye ihracatının yüzde 27'sini karşılayan tekstil sektörünün hammaddesi pamukta da önemli verim kaybı yaşandı. Çalışmalar, 2007–2008 sezonunda üretimin 750 bin ton civarında gerçekleşeceğini ve 1 milyon tonluk pamuk ithalatı ile karşı karşıya kalınacağını gösteriyor.
Kuraklık nedeniyle bu yılki ayçiçeği rekoltesinin 700–750 bin ton arasında kalması bekleniyor. Elde edilecek yağ miktarının ise 280 bin tona kadar düşebileceği, bunun ise büyük ihtimalle yağ fiyatlarını patlatacağı anlaşılıyor.
Türkiye’de tarım, ağırlıklı olarak iklim koşullarına bağımlı bir üretim yapısı içindedir. Örneğin ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektarlık arazinin ancak 4,9 milyon hektarlık kısmı sulamaya açılabilmiştir. Kuraklık üretimi hızla düşürürken, seyirci kalınarak sonuçlarına katlanılmaktadır. Soruna çare üretmek için, varolan su potansiyelinin belirlenmesi, sulama yatırımlarının hızlandırılması ve tarımda su kullanımının rasyonel hale getirilmesi (örneğin salma sulamadan damlama sulamaya, daha az su tüketen üretim modellerine geçilmesi) gerekmektedir.
Bunun yanı sıra, Türkiye’nin ekolojik koşullarına (toprak, iklim, vb.) en uygun üretim deseni oluşturulmalı; tarım politikaları tarım kesiminde çalışan –ve zaten ulusal gelirin bölüşümünden en az pay alan– küçük üreticilerin ekonomik durumlarını daha da geriye götürür sonuçlar doğurmamalı; destekler bölgesel eşitsizliklerin azaltılması yönünde kullanılmalı; kısacası kendi insanımızın ihtiyaçlarına göre oluşturulacak üretim odaklı bir tarım programı hayata geçirilmeli. (NO/TK)