Çalışma hayatına sağlık işçisi olarak başlayan Mustafa Başoğlu, emekli bir sendika bürokratı olarak hayata gözlerini kapadı.
Geçimini hastanelerde 5-7 yıl boyunca işçilik yaparak sağlayan Başoğlu, 1965'te Sağlık-İş Sendikası yöneticiliğine seçilir. Böylece sabah erken kalkma, işe yetişme gibi endişelerden hayatı boyunca kurtulur; belediye otobüsü ve servis araçları artık kullanmayı tercih etmeyeceği ulaşım araçları olarak belleğinde yer alacaktır.
Başoğlu, yaklaşık yarım asır sürecek sendika yöneticiliği görevine adım atmıştır. Sendika yöneticiliğinin ilk yıllarından itibaren ayrıcalıklı konumunu güvenceye alan Başoğlu, tipik bir sağ sendika bürokratına dönüşür.
Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin en çetin mücadelelerinin yapıldığı dönemde iş başına gelip aralıksız 48 yıl bürokrat olarak hizmet etmesiyle kendi kuşağının diğer temsilcilerinden ayrışır. Sağlık-İş Sendikası'nda yönetim kurulu üyeleri, şube yöneticileri sürekli değişir, ama Başoğlu genel başkanlık koltuğunu 2011'e kadar korur.
Mustafa Başoğlu, geçen yıl sendikasının kongresi yapılırken bürokrasideki genel başkanlık görevinden istifa ederek emekliye ayrılmıştı. Daha emekliliğinin tadını çıkaramadan, 31 Ocak sabahı vefat etti.
Başoğlu, solunum yetmezliğinden ölmüş. Ailesine, sendika bürokrasisi tabakasına, sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Acı çeken dostlarına ve yakınlarına sabır dilemekten başka bir şey elimizden gelmez.
Mustafa Başoğlu, Türkiye'de herkese nasip olmayan bir hayat süren nadir insanlardan biriydi. Son dönemde gerek işçiler gerekse öğrenciler arasında 'nedir şu sendika bürokrasisi, kimdir sendika bürokratı' sorusunu daha sık duyuyoruz...
Her sendika yöneticiliğine seçilen kişi bürokrat mı? Sendikaya yönetici seçilenlerin işçilerle bağını koparması nasıl engellenir? Ve daha birçok soru...
Bütün bunların cevapları, Mustafa Başoğlu'nun uzun hayat hikayesi izlenirse bulunabilir ve Türkiye sendika bürokrasinin oluşma sürecine ilişkin de son derece öğreticidir.
Eski sendika bürokratı kuşağının temsilcisi
Şunu da belirtelim ki, Kemal Türkler, Abdullah Baştürk, Halil Tunç, İbrahim Denizcier, Şevket Yılmaz, İsmail Topkar ve diğerlerinden oluşan sendika bürokratı kuşağının son temsilcilerinden biri idi, Mustafa Başoğlu.
Bu kuşağı, bugünkü sendika bürokrasisi kuşağından ayıran en temel farklardan biri, verdikleri sözler ile icraatları arasındaki farkın (açının) çok daha küçük olması, bol keseden vaat vermekte son derece cimri davranmaları olmuştur.
İkinci önemli bir fark, Türkiye işçi hareketinin yükseldiği dönemde işbaşına gelmiş olmalarından dolayı, mücadelenin rüzgârını arkalarına alarak, gerek devlete, gerek sermayeye bugünkü sendika bürokrasisi kuşağına göre biraz daha mesafeli olmak zorunda kalmış olmalarıdır. Bu iki nokta sendikaların ve bürokrasinin bugünle kıyas kabul etmez biçimde itibarlı olmalarını sağlayan unsurlar arasında yer alır.
"Seçim meşruiyeti" ile sağlanan iktidar
İlginçtir, Tek Parti Diktatörlüğü döneminde 1933'de dünyaya gözlerini açan Başoğlu, baskı ve şiddetini gittikçe artıran tek parti hükümeti döneminde vefat etti.
Başoğlu çalışma hayatına Türk-İş'in mevcut olduğu ama grev toplu sözleşme ve işçi eylemlerini yasak olduğu dönemde 1950'lerin ikinci yarısında başlar. İşçi hareketinin yükselmeye başladığı Kavel fabrikası eyleminin işaret fişeğini çaktığı, grev ve toplu sözleşmenin yasal imkânlarının genişleten yasanın çıktığı 1963'te Sağlık-İş'te sendika yöneticiliğine seçilir.
İki yıl sonra, çok genç yaşında sendikanın genel başkanlık koltuğuna oturur. O koltukta 2011 yılına kadar yasalara, kurallara uygun olarak, eleştirilere karşı, "seçimle geldim" diyerek "meşru biçimde" 46 yıl oturma becerisini göstermesi, "sendika bürokrasisi"nin manevra yeteneklerinin boyutlarını göstermesi bakımından son derece öğreticidir.
Bu yeteneklerin ne olduğuna dair, sendikanın 2011'de yapılan 18. Kongresinde söyledikleri çok anlamlı bir ipucunu oluşturur. 2011 Kongresi'nde Başoğlu 78 yaşındadır ve yeniden genel başkanlık görevine aday olmuş, görevini 81 yaşına kadar sürdürmek istemektedir.
Ama yaş sorunu bahane edilerek, Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu'nun da müdahalesiyle delegeler başka bir sendika bürokrasisine ikna olmuşlardır.
Başoğlu, durumun farkındadır, şunları söyler: "Verdiğiniz aidatlarla güzel işler yaptık, gayrimenkuller satınaldık, sizleri otellerde ağırladık. Size 50 yıl hizmet etmiş birini sandığa gömmek size bir şey kazandırmaz." (Evrensel 13 Mart 2011)
Söylediklerinin aynı zamanda sendikalarda o arkasına sığınılıp göklere çıkartılan "seçim meşruiyetinin" ne olduğuna ilişkin olarak da sayfalar dolusu analizden çok daha açıklayıcı olduğunu söyleyebilirim.
Tutarlı bir komünizm düşmanı
Mustafa Başoğlu, 1970'lerde Türk-İş'te cisimleşen sağ sendika bürokrasinin en istikrarlı temsilcisi olarak, gerek Türk-İş'teki gerekse DİSK'in bütünündeki sol sendika bürokrasisine karşı da ateşli konuşmalarıyla öne çıktı.
Ona göre sendikacının görevi, işçileri kontrol altında tutarak, "tehlikeli görüşleri" savunmalarını engellemek, ekonominin (devletin ve sermayenin) ihtiyaçlarına göre ücret düzeyinin ve sosyal hakların belirlenmesine aracılık etmek, ülkenin istikrar ve huzur içinde gelişmesine katkı sağlamak idi.
Sağ sendika bürokrasisinin tipik özelliği olan devlet ve sermaye karşısında haddini ve rolünü bilmek Başoğlu'nun içtenlikle benimsediği özellikleriydi. Öyle tahmin ediyorum ki bu tutumundan dolayı, kendinden memnun ve mesut idi sağ sendika bürokratımız.
Başoğlu, 1970'lerde yükselen işçi hareketine karşı, sendika bürokrasisini, özellikle de DİSK yöneticilerini hedef alarak onları grevlerle, mitinglerle kitlesel 1 Mayısları tertip etmekle, işçilere komünist propagandası yapmakla suçladı.
Sol bürokrasinin egemenliğindeki DİSK'in etkisini genişletmesine, diğer sağ sendika bürokratları gibi Başoğlu da aynı tepkiyi veriyordu. 1965'ten 1970'e kadar istikrarlı biçimde artan reel ücretlerin, genişleyen sosyal hakların işçi hareketinin yükselen mücadelesi ile elde edildiği gerçeğinin üstünü "komünizm tehlikesi" örtüsü ile örtme konusunda geliştirdiği belagat, onu 1977'de Adalet Partisi listesinden Meclis'e gönderilmesinde çok etkili olduğu muhakkak.
Milletvekili iken sendikası ile bağını hiç koparmadı, zaten dönemin yasaları bu bağın kopmasını gerektirmiyordu.
Başoğlu, 12 Eylül Askeri Dikta döneminde de, rejimin bekası için Türk-İş içinde en önemli dayanaklardan birini oluşturdu. Askeri diktatörlüğün çalışma bakanının Türk-İş Genel sekreteri olması Başoğlu için, iyi bir imkan olarak görüldü.
Taşeron sistemi imdadına yetişiyor
İşçi hareketinin yükseldiği 1989-91 "Bahar Eylemleri" döneminde bütün sendikaların yöneticileri değişirken Başoğlu koltuğunu korumasını bildi.
Şanslı idi, koltuk mücadelesinde sendika bürokratı olarak manevrasının sıfırlandığı noktada, taşeron-sözleşme sisteminin işçileri bölmesi imdadına yetişti. Özellikle hizmet sektörünün bütününde ve sağlık sektöründe hızla yaygınlaşan güvencesiz taşeron sistemine karşı "sendikayla iyi geçinen taşeron işçi yapılmaz" yöntemini kullanarak sendikadaki iktidarını koruyabildi.
Taşeron sistemi yaygınlaşıp, üye sayısı azaldıkça ve sendikalı sağlık işçileri toplam çalışanların küçük bir azınlığını oluşturdukça "sendika bürokrasisinin hükümetle iyi ilişkilerini" hızla devreye sokarak kendisine oy veren, çoğu işçilere yabancılaşmış ve bürokrasinin parçası olmuş delegelerin desteğini almayı kolaylaştı.
Başoğlu, böylece 2000'lı yıllara da genel başkan olarak adımını attı.
2000'lerde bürokrasideki iktidarını sağlamlaştıran bir başka olgu Refah-Yol hükümetini desteklemek uğruna 28 Şubat Darbesi'ne karşı tutumu oldu. AKP iktidarı döneminde, bu demeçleri, hükümetle yakını ilişki kurmasına ve koltuğunu korumasına büyük katkı sağladı.
Başoğlu'nun 28 Şubat darbesine karşı çıkışı kişisel bir tutumdan, demeç vermekten, görüş açıklamaktan öteye gitmedi, gidemezdi de. 48 yıllık genel başkanlığı boyunca bırakın grev, kitlesel miting yapmayı, grev, miting sözünü duymayı dahi istemeyen, refleksleri tamamen devlet ve sermayeye göre biçimlenmiş bir sendika bürokratının darbeye karşı işçileri harekete geçirmeye çabalaması beklenemezdi. Çabalasa da arkasında birkaç sendika bürokratından başka kimseyi bulamazdı.
Diğer yandan 28 Şubat'a karşı çıkışları -sağcı basın ne kadar tersini yazarsa yazsın- ona demokrasi havarisi unvanı kazandıramadı. Başoğlu'nun 28 Şubat'a karşı çıkışı onun 12 Mart'a 12 Eylül'e ve hükümetlere angaje halini ve kendi sendikasında, sendika demokrasisine karşı sert tutumuna ilişkin hafızayı silecek çapta değildi.
Nihayet biyolojik zorunluluk 80 yaşına merdiven dayamış bu bürokratın, sendikadan uzaklaşmasını kaçınılmaz kıldı. Şimdi ondan geriye, 50 yıl boyunca başarıyla kontrol altında tutulmuş, grev ve miting yapmama başarısı göstermiş, telefonları ile işçi sorunlarından çok devlet büyükleriyle ve sermaye temsilcileri ile görüşüldüğü bir sendika kaldı ve bir de aidat ödedikleri halde büyük kısmı sendikanın kapısından bile geçmeyen binlerce işçi... (EB/AS)