Tüm dünyada, bilhassa turizme endekslenmiş şehirler görsel ve işitsel kirliliğe boğulmuş vaziyette.
Günbegün kimliğini yitiren kentsel yaşam alanları birbirine benzeyen birer vitrine dönüşüyor.
Barınma aşırı pahalı bir emtiaya dönüşürken evsizler çoğalıyor, kentsel kalkınma projeleri aşırı zenginlerin servetine servet katıyor. Kamusal alanlar ve mekânlar artık şehrin ahalisine değil turizme, arabalara ve büyük kapital sahiplerine tahsis edilmiş oluyor.
Çok yönlü sanatçı Vladimír Turner "Kentsel İtaatsizlik Alet Kiti (Veřejně prospěšné práce/ Urban disobedience toolkit)" adlı belgeselde kamerasını Avrupa’nın en popüler turizm destinasyonlarından Prag’a yöneltiyor. 20 seneden beri “şehri geri alma” amaçlı avangart sanatsal faaliyetlerde bulunan Turner 2025 Çekya yapımı 81 dakikalık filmde kendisiyle hemfikir olup gerilla stilinde müdahalelerde bulunan başka sanatçılara da geniş yer ayırıyor ve bunun toplumu uyandırma misyonuna katkıda bulunmasını ümit ediyor.
Mevzubahis dokunuşlar estetik birer dekorasyon amacıyla kısıtlı kalmayıp radikal uyarılara dönüşüyor, gezegene hâkim teknokratik algılara karşı bir mücadele alanı oluşturuyor.
Kenti geri almak şart!
27. Selanik Belgesel Festivali'nin Agora bölümünde yer alan mütevazı belgeselin başında yönetmen Turner, takip ettiği sanatçıların her birinin kendisinden bağımsız davrandığını, dolayısıyla her birinin kendi hareketlerinden sorumlu olduğunu açık açık belirtse de aralarındaki uyumdan tam manasıyla hemfikir olduklarını kısa zamanda anlıyoruz. Filmde peş peşe sıralanan, muhtelif enstalasyonları ve performansları belgeleyen sekanslar şehrin gidişatından hiç memnun olmayanlarla bizi bir nebze tanıştırıyor.
Çekya’nın başkenti Prag’da barınmak sıradan insanlar için iyice zorlaşırken mütemadiyen yaygınlaşan Airbnb’ye gıcık olmamak ne mümkün! Sözkonusu organizasyonun ilk safhasındaki saflık yerini doyumsuz bir zihniyete çoktan bırakmış vaziyette; evinin bir kısmını değerlendirme amacıyla yola çıkanlar gittikçe azalırken birden fazla mekâna sahip olup işi ticarete dökmüşler çoğunlukta.
Küçük küçük sabotajlarla faaliyetlerini yürütenlerden bir tanesi, Airbnb müşterisinin kiraladığı mekâna girebilmesi için evlerin dış cephesine iliştirilmiş anahtar kasacıklarını elektrikli testereyle kesip alıyor, bu sayede fahiş kazanç sağlayanlara karşı ufak da olsa bir uyarıda bulunmuş oluyor. El konan anahtarların bir sanat eserinde yer aldığını da akabinde görüyoruz.
Fakat Turner mevzubahis aktivist dahil olmak üzere, kimliğinin gizli kalmasını isteyen tüm katılımcıların yüzünü seyirciye buzlayarak göstermeyi seçmiş. Hatta bazılarının teşhis edilmesine yol açabilecek, kollarında veya bacaklarındaki dövmelere de aynı muameleyi yapacak kadar hassas.
Birçoğunun sonradan izinsiz olduğunu öğrendiğimiz reklam panolarına pek şefkatle yaklaşmayanlara da yakından eşlik ediyoruz. Tüketimi tetikleyen bazı panolara maket bıçağıyla hızlı müdahalelerde bulunulurken, bilhassa seçim zamanlarında her yeri işgal eden politikacıların teşhir edildiği panolar layıkıyla fışkırtılmış boya lekelerine boğuluyor.
Işıklandırma terörü devasa bir reklam panosuna tırmananların kurbanı oluyor; projektörlerin yönü değiştirilerek panonun yanıbaşındaki devasa beton heykel zarafetle dikkat çeker hale gelirken reklamı yapılan otomobil karanlıkta kalıyor.
Robin Hood zihniyeti mi?
Toplumun dışına itilmekte olanlar marjinalleştikçe kent aktivizmi keskinleşiyor, itaatsizlik neredeyse bir meslek haline dönüşüyor. Aralarından bir tanesinin sanat adının Robin Hood olmasına şaşırmamak lazım.
İklim değiştikçe şehirler iyice nefes alınamayan cehennemlere dönüşüyor, mütemadiyen keşmekeş ve gürültünün içinde yaşayanlar olabildiğince sağlıksız bir ortamda hayatlarını idame ettiklerini idrak etmekten muhakkak ki uzak kalıyorlar.
İnsan nüfusunu adeta aşan sayıdaki arabaların vızır vızır geçtiği yollarda ses ölçümü yapan aktivistler her ne kadar ses kayıtlarını sanatsal dışavurumlarının ana unsuru haline getirseler de, belgesel seyircisinin farkındalık düzeyini de yeterince yükseltiyorlar. Alıştığımızı sandığımız şehir uğultusunun ömür törpüsü olduğunu kim inkâr edebilir?
Kara yolunda trafik akışını aksatmayacak oranda, beyaz fon üstündeki kırmızı oklu dikdörtgen trafik işaretleri saplarından ayrılarak bir binanın yan cephesinde heyula gibi bir mozağiye dönüşüyor. Muntazaman yan yana dizilmiş olsalar da, her biri ayrı bir yöne bakan oklar, hayatlarımızın yönünü bize empoze edenlere karşı sanki bir seçenekler silsilesiyle cevap veriyor.
Kaldırımlar, restoranların, kafelerin, barların masa ve sandalyelerinin işgaline maruz kalırken teşhircilik tavan yapıyor; tüm dünyada moda olan markalar tektipliliğe özendirirken sıradanlık sanki prim yapıyor. Kent içinde ve çevresinde yeşil alanlar hızla azaldıkça insan elinin değmediği coğrafyalar tükeniyor, çoğu, turistlere yönelik temalı parklar veya resmen otopark haline geliyor.
Gayet agresif Slovak rap parçaları en başta olmak üzere muhtelif müziklerle bezenmiş belgeselde dinamik çekimler ve montaj bizi aktivistlerin dünyasına gerektiği ölçüde dahil ediyor.
Görüntülerin ve seslerin sinerjisi One World festivaline de katılmış filmin tonunu güçlendirirken statükoya karşı tavır almak isteyenlere yönelik, en azından ilham verici bir seviyeye ulaşıldığı kesin. Fazlasıyla teknolojiye teslim olmuş ve yabancılaşmış hayatlarımıza çeki düzen vermenin vakti geldi de geçiyor!
(MT/EMK)