Ancak, senenin asıl birincisinin adını hatırlayan yok artık. O yarışmadan bize Hülya Avşar efsanesi kaldı. "Avşar kızı", önce aşklarıyla "malzeme" oldu bize, futbol krallarından Urfalı türkücülere uzanan serüven, Avşar'ın "ben artık kaliteli bir kadınım" cümlesiyle birlikte, ülkenin en tanınmış ailelerinden birinin oğluyla noktalandı.
Hülya Avşar yıllar içindeki yükselişini, sadece sınıf atlamakla sınırlamadı. Her şeyi yapabileceğini iddia etti, etmekle kalmadı, kanıtlamak için elinden geleni ardına koymadı. Önce tenis kortlarında, turnuvalarda gördük onu, sonra da tek kişilik tiyatro oyunlarında. Bu arada sahnelerdeki yükselişini sürdürdü, iyi olmayan ancak fena da sayılamayacak sesiyle, birbiri ardına kasetler çıkardı, önce "fantezi müzik" söylüyordu, sonra hayatın her alanında olduğu gibi iddiasını yine arttırdı, Türk sanat müziği söylemeye başladı.
Sadece Sinema yapsa...
Aşk hikayeleri ve türkücü filmleri ile başladığı sinema hayatında da iddiasını sürdürdü, kaliteli yapımlarda görünmeye başladı. Sanat dünyasına girdiği andan beri işten anlayanlarca eleştirilmediği tek alan buydu aslında. Çünkü Avşar iyi bir oyuncuydu ve bunu kimse reddetmiyordu. Zaten eleştirilerin sebebi de bir bakıma buydu, sadece sinema yapsaydı, herkes mutlu olacaktı! Ama o yetinmedi...
Sanat dünyasında el atmadığı iş kalmayınca, artık klasik Türk kadını olması gerektiğini hatırladı ve hamile kaldı. Bir bebek bekliyordu ve hamileliğini modern tıbbın emirlerini yerine getirerek sürdürdü, sporundan taviz vermedi, ama sahneleri bıraktı, televizyon programlarını azalttı, halkın gözünde iyi bir anne namzedi olarak yerini aldı.
Zaten ne olduysa bu arada oldu. Avşar'ın yaklaşık 20 yıllık kariyeri boyunca elbette rakipleri olmuştu, ama hiç biri tutunmayı başaramamıştı. Ona benzediği söylenen Neslihan Acar adını hatırlayan pek kimse yok artık, Nazan Şoray ise aynı dönemde magazin basınını paylaşmasına rağmen sadece ablasının adıyla anılıyor.
Bebekle gelen iki rakip
Avşar bu döneme kadar rakip tanımadan gelmişti, ama hamilelik halkın gözünde ona çok şey kazandırmasına rağmen, şov dünyasındaki yerini sarstı. İşte tam da bu dönemde, yerini sarsmak için iki rakip çıktı ortaya. Sibel Can ve Gülben Ergen. İlişkileri, aşkları, dostları ve yaşam tarzlarını her gün televizyon ekranlarına ve gazete sütunlarına taşıyan bu iki güzel kadın, ülkede tam da bu dönemlerde patlak veren çete olaylarının tam ortasında anıldılar.
Hülya Avşar, bu iki rakibi çok ciddiye almadı ilk önce, ama yanıldığını anlaması da çok uzun sürmedi. Hamileliğinin son dönemlerinde artık Türkiye'nin en ünlü kadını değildi, her şeyi takip edilen kadın unvanı artık Sibel Can'a aitti. Kocasından boşanması, verdiği paralar, bulduğu sevgililer ve birden bire evlenme kararı aldığı ve şu anda cezaevinde bulunan müteahhit Sulhi Aksüt ile gündemimize oturdu. Ama bu dönem çok da uzun sürmedi, çünkü Can evlendi ve evine çekildi.
Hava yeni bir starın ortaya sürülmesi için çok uygundu, medya bu fırsatı kaçırmadı ve yepyeni bir konuk yolladı evlerimize.
Gülben Ergen "sanat ve sosyete dünyasına" mankenlikle girmişti. Girdiği bir yarışmada aldığı derece ile bu dünyaya dahil olan genç kadın, uzun yıllar adı bilinen, ancak çok da tanınmayan bir magazin sayfası güzeli olarak yaşadı. Ancak ülkenin iki önemli kadının eş ve çocuk durumundan biraz geri plana çekilmeleri meydanı ona bıraktı.
Ergen, önce şarkı söylemeye başladı, bir kaset çıkarttı ve kasetle birlikte konserler, ekstralar ve halk sevgisi geldi. Ergen'in bir sonraki adımı, televizyon oldu. TGRT'de yayınlanan Marziye dizisi ve hemen sonrasında gelen sabah programı ile evlerin kızı haline geldi, aslına bakarsanız bu imajı da uzun süre korudu, ta ki Erol Evcil adı gündeme gelene kadar...
Bursalı bir zeytin üreticisi olan Erol Evcil Nesim Malki cinayeti ile gündeme geldi, Susurluk'a kadar ismi uzandı. İşin magazin dünyasını ilgilendiren tarafı ise, Evcil'in olaylar yaşandığı sırada Gülben Ergen ile beraber olmasıydı. Hatta, Evcil'in yakalanmadan önce tüm malvarlığını Ergen'in üzerine yaptırdığı bile söylendi, doğruluğu bilinmeyen bu sözler Ergen tarafından yalanlanmadı ama, doğrulanmadı da.
Tenis, dadı, dergicilik
Gülben Ergen'in bu olaylardan sonra düşüşe geçmesini bekleyenler yanıldı. O, ayakta kalıp, hiç bir sözü umursamama kararı aldı ve bu şekilde davrandı. İmdadına yetişen ise, Türk televizyonlarında ilk kez gerçek anlamda denenecek Amerikan tarzı bir durum komedi dizisi oldu. "Dadı"dizisindeki, akıllı ama aptal taklidi yapan, sevecen, cahil, kenar mahalle dilberi, dadı Melek rolü ile, yaklaşık 10 yıldır içinde bulunduğu sanat dünyasındaki en büyük çıkışını gerçekleştirdi. Artık, onu kimse tutamazdı, tutamadı da.
Doğumdan sonra bir süreliğine ortadan kaybolan Hülya Avşar da bu arada boş durmuyordu elbette. Ama o artık sınıf atlamıştı, ilk önce Cannes Film Festivali sırasında verilen çok özel bir partiye katıldı, gündemimizi bir hafta kadar bu parti ile işgal etti. Bu partide AIDS yararına yapılan bir açık arttırmada, Monica Seles ile bir tenis maçı satın alan Avşar, "piyasadaki sıradan şarkıcılardan olmadığını", "klas"ını kanıtladı!
Son bombası ise, el atmadığı nadir işlerden biri olan "yazmak" oldu. Adını bir dergiye verdi ve derginin editörlüğünü üstlendi, her ne kadar dergideki hiç bir şeye elini sürmediğine dair dedikodular dolaşsa da, o artık bir dergi editörüydü. Farklıydı ve bunu her fırsatta belli ediyordu. Ancak kimsenin onun arkasından geleceğini tahmin etmemişti muhtemelen...
Bu kez sıra Gülben Ergen'deydi, o da adını bir dergiye verdi, o da derginin editörlüğünü yapmaya başladı. Ayrıca yeni bir tiyatro projesi olduğundan söz etti. Yaptığı ve yapacağı her şeyle Avşar'a benzetiliyordu, o da durumu farkındaydı ve benzerliğe rağmen bu konuşmalardan rahatsız oluyordu. Yine durmadı, dergiye de devam etti, tiyatro provalarına. Üstelik Avşar'a göre bir adım öndeydi, Türk televizyonlarının ilk sit-com yıldızıydı o.
Bütün bunlar, sadece iki hırslı kadının başarı uğruna yaptıklarının hikayesi değil elbette. Avşar ve Ergen bu ülkenin dönemlerini simgeliyorlar bir anlamda. İlişkileri, kaçamak aşkları, yaptıkları ve söyledikleri sözlerle bir portre çiziyorlar. Türkiye'deki yükselen değerlerin portresi...
Avşar'ın dediği gibi..."Profesörler bana karşı saygılı olmak zorundalar, her yıl 2000 tanesinin birer yıllık maaşlarını ben ödüyorum..."