Bu öykülerde, genellikle gülmece öykülerinin tersine, yaşananlarla yaşanılanların acısı yansır. Bu öyküler belli bir üzünç havası da taşırlar. Sevda öyküleri olsalar bile.
Onun için bunları, Aziz Nesin'in şiirleriyle birlikte incelemek gerekir belki de. Şiirlerden öykülere, öykülerden şiirlere bir yol vardır. Daha doğrusu bu öykülerde Aziz Nesin'in şiirinin damarı atar.
İnsanın iç dünyasıyla dış dünyasının iç içe anlatıldığı, günlük yaşamımızın ortaya konulduğu bu öyküler, masal öğelerinin ağır bastığı bir kurgu içinde anlatılır. Bazen kişi adları, yer adları bile bu dünyanın dışındadır. Aziz Nesin, aynı yöntemi oyunlarında da kullanmıştır.
Aziz Nesin'in, anlatmaya çalıştığım özellikleri taşıyan öyküleri hangileridir?
Gülmece öyküleri arasında da bu özellikteki öykülere rastlanabilir belki. Başka kitaplarında da bulabilirsiniz bu öyküleri. Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990) bunlardan biri.
Ben, Aziz Nesin'in Yetmiş Yaşım Merhaba (1984), Maçinli Kız İçin Ev (1987) adlı öykü kitaplarındaki bu tür öykülerinden söz etmek istiyorum.
Yetmiş Yaşım Merhaba, dünyada yok edilmek istenen sevgiyi aramanın, anlaşılmak istemenin, insansal nedenlerden çok toplumsal nedenlerden sevginin karşılığını görememenin, sevgi uğruna ölüme bile meydan okumanın, sevmek ve sevilmek için çevreyle, toplumla savaşıma girmenin üzünçlü öyküleridir.
Bunlara yazarın yaşam öyküsünden alınmış kimi notlar diye de bakılabilir. Buna göre bu öyküler, yetmiş yaşında bir yazarın geçmişiyle, bugünüyle, çevresi ve toplumuyla hesaplaşmasıdır.
Bu hesaplaşmada odak kendisidir ama söylemek istediği bütün dünya, hepimizdir. Sevgiye yer vermeyen toplumun acımasızlığıdır.
Kitabın ilk öyküsü olan Tülsü'yü Sevmek, Tülsü'yü seven yetmiş yaşında bir adamın öyküsüdür. Tülsü'yü sevişinin nedenini şu sözleriyle belirtir:
"Tülsü öyle iyi, öyle iyi ki... Neden iyi? Yanılıp da kendilerini Tülsü sanarak birlikte olduğum öteki kadınlar gibi benimle kavga etmedi, kavga fırsatları yaratmadı, benimle ilişkilerinde çıkarcılık gütmedi, ne versem daha da oburlaşan bir gözü doymaz değildi, seni seviyorum diye ne beni ne de kendini kandırdı, hiç ikiyüzlülük etmedi, hiçbir gizli hesabı olmadı. Çünkü bütün bunların olabilmesi için paylaşacağımız zamanımız olmadı ki... Tülsü benim için hep üçüncü boyutsuz anlık yaşam olarak kalıyor, bir şimşek parıltısı süresince yaşayabiliyorum O'nu. Bu yüzden O'nu seviyorum, hep seveceğim".
Tülsü düşsel bir kadındır. Yazarın yaşamında kadınlardan gördüğü olumsuzlukları olumlayan güzel bir düş.
İşin gerçeğiyse hiç de böyle değildir. Uçun Kuşlar Uçun öyküsünün başkişisi, yirmi sekiz yıllık evlilikten sonra boşandığı karısına, daha sonra da kendisinden otuz yaş küçük olan sevgilisine kendisini anlatamaz, gücüne inandıramaz.
Kendinde olağanüstü güçler gören öykünün başkişisi: "Uçun uçaklar uçun!... Geçin tirenler, geçin!.. Gidin arabalar, gidin!.. Esin rüzgârlar, esin!.. Sevin insanlar, sevin!.." diyerek dünyayı düzen içinde tuttuğuna inanır.
Sevdiği kadınlarsa onu deli ve aptal sayarak tersini söylemesini isterler. Ama o bunu yapmaz. Yaparsa dünyanın altüst olacağına inanır. Bu yüzden kadınlarla arasındaki sevgi kısa sürede yok olur. Öykünün başkişisi çözümü şu sözleriyle açıklar:
"Beni gerçekten sevmiş olsaydı, inanırdı bana ve inansaydı severdi beni."
Aziz Nesin, bence bu öyküde yazarın da anlaşılma anlaşılmama sorununu irdeliyor.
Kan Yüzüğü 'nde kendi kanından ürettiği demirden yüzük yapıp sevgilisine armağan eden ama gerekli karşılığı görmeyen bir adamı, bir simyacıyı anlatır.
Bu da kendini anlatamamanın bir öyküsüdür. Kendisini anlamayan sevgilisini bırakıp giderken sonuna kadar kendini anlatmayı, gerçek sevgiyi yaratmayı deneyecek olanlardan umutludur:
"Benden öncekiler gibi, ben de, demiri altına dönüştürecek felsefe taşını bulamadım, ama nasıl olsa bir gün felsefe taşını bulacak bir simyacı çıkacak..."
Uçun Kuşlar Uçun öyküsünün başkişisi de sevgilisi kendisinden ayrılsa da, gerçek sevginin yaratılması uğrunda, inandığı gerçeği vargücüyle haykırmakta direnecektir.
"Has" sevdaya olan bu inanç, toplumsal bir eleştiri olarak Adem'le Havva Kendi Cennetlerini Kuracaklardı öyküsünde dile gelir:
"Birbirimiz için yaratılmış olduğumuza inandık hep. Birbirimizi bunca sevmişken, tarihin hiçbir zamanında ve coğrafyanın hiçbir yerinde neden birbirimizin olamadık? Neden bize hep ayrılık düştü, hep özlem düştü? Her zaman ve her yerde aramıza giren bir engel bizi birbirimizden ayırdı ve yaşamımız acılarla sürdü ve hep gözyaşlarıyla tükendi. Mutluluk en çok bizim hakkımızken, mutsuzluk neden bizim yazgımız oldu?".
Öykü bu sorunun karşılığını, kabileler arasındaki düşmanlık, ailelerin ayrı dinlerden oluşu, ailelerden birinin çok yoksulluğu, öbürünün aşırı varsıllığı olarak veriyor. Bu konuda şu sonuca ulaşıyor:
"Sanki insansoyu, bütün ayrılıkları, bütün karşıtlıkları ve bütün düşmanlıkları ve bütün ayrımlılıkları has seviyi yok etmek ve cennetimizi kurmamıza engel olmak için uydurmuştu."
Aziz Nesin, Maçinli Kız için Ev kitabındaki öykülerde de sevdayla sevgi konusunu türlü boyutlarıyla irdeleyip yinelemeyi sürdürür. Kitabın başına yazdığı "Ç..." Aracılığıyla Okurlarıma Mektup başlıklı önsözde, her öykünün bir sevgiliye anlatıldığı, her birinin de bir sevgiliyi anlattığını söyler.
Öyküler şiirsel havası, masalsı anlatımlarıyla birer sevda destanıdırlar.
Gökler Kralıyla Denizler Güzellik Kraliçesinin Unutulmaz Sevi Öyküleri adlı öykü, yaşlı Şah Kartal'la genç bir balık olan Ikhyts'in sevdasını anlatır.
Bu öyküde de, öteki sevda öykülerindeki gibi, yaşlı Kartal'ın yalnızlığını vurgular yazar:
"Göklerde bunca yıl yaşadım. Bunca sevdim ve sevildim. Bunca ihanetlere uğradım ve hiç ihanet etmedim. Çocuklarım ve sayılarını bilmediğim torunlarım oldu. Biz kartallar yüce yalnızlığımıza ve sınırsız özgürlüğümüze öyle düşkünüzdür ki, aile çerçevesi içine sığışamayız. Bu yüzden sevdiklerimi, sevgililerimi ve eşlerimi kendi yalnızlıklarını güzelliğine bırakmıştım ve onlar da beni yalnızlığıma bırakmışlardı".
Bu sonucu bile bile yaşlı Kartal güzel balığın peşini bırakmaz:
"Kendilerine göre, dünyanın, tarihin ve coğrafyanın en büyük sevisini yaşadılar. Ama hiçbir zaman birbirlerine ulaşamadılar, buluşamadılar, birbirlerinin olamadılar".
Çünkü biri göklerde, öteki denizlerde yaşayan iki ayrı uçtaki yaratıklardı.
Ama bütün klasik sevda öykülerinde olduğu gibi ölüm onları buluşturacaktır. Kartal, sevdası uğruna ölümü göze alır:
"Sevgilisi yine denizden sıçramış dans ediyordu. Şah Kartal ona 'Sevgilim, sonunda buluşacağız, birleşeceğiz, yanına geleceğim artık! Bak senin için son dansımı yapıyorum!' diye haykırdıktan sonra ölüm dansına durdu, döne döne döne döne...
Gökkubbe altında böyle görkemli bir dans daha görülmemişti. Ölüm onu söz verdiği yerde ve zamanda, havada dans ederken buldu. Bulutlar kapandı, hava kapandı, yağmur başladı. Dağ guklerinin kralı döne döne düştü denize; Ikhyths'in yanına... İşte sonunda buluşmuşlardı. Şah Kartal'ın ölüsü yavaş yavaş denizin dibine çökerken denizlerin güzellik kraliçesi de çevresinde döne kıvrıla en büyük sevi dansını yapıyor, sevgilisini sonsuzluğa yolcu ediyordu.
Birkaç camgöz birden dağ göklerinin kralına saldırıya geçmek üzereydiler. Az sonra Şah Kartal'ın kahverengi gri teleklerinden bir tüy, bir iz kalmayacaktı."
Bu acı son, bu sevda destanını dinleyen sevgiliyi etkiler. Ağlayarak neden bu acıklı öyküyü uydurduğunu sorar adama. Adamın karşılığı çok gerçekçidir:
"-Uydurmadım ki, dedi, hem öykü de değil. Kendimizi anlattım. Her kadının kendi denizi, her erkeğin kendi göğü ya da tersi, her kadının kendi göğü ve her erkeğin kendi denizi vardır. Ve yabancılıklarının büyülü çekiciliğine kapılırlar. Ancak gökle denizin çizgisinde sevileriyle birbirlerine değinebilirler, ama birleşemez, zamanı birlikte ısıramazlar. Örneğin sen işte... Az sonra uçağa binip kendi ülkene döneceksin..."
Bu birleşememe teması, Maçinli Kız İçin Ev öyküsünde de yinelenir.
Umutsuz biten bu öyküye karşılık Bir Sarmaşığın Özyaşamöyküsü 'nde,
sonsuz bir kuraklık ve çoraklıkta yalnız başına kalmış bir sarmaşık anlatılır. Tutunmak istediği her dal, her ağaçtan, bitkilerden, çalılardan çeşitli nedenlerden dolayı destek göremez, aradığı sevgiyi bulamaz. Sarılıp sarmaşarak ve dayanışarak birlikte yücelmenin tadını paylaşacağı bir sevgili yoktur. Böyle bir sevdayı tadamaz.
O zaman kendi yalnızlığı, tek başınalığı içinde yücelmeyi dener. Bunun da sonu ölümdür. Ama sarmaşığın ölümü tükenmesi demek değildir. Bu koca sarmaşığın tohumlarından yeni sarmaşıklar yeşerecektir.
"Onların seviyle dayanışarak, sarılıp sarmaşarak bulutların tüllerine yükseleceklerine, yıldızların parıltılarına varacaklarına, ayın ışıltısına ulaşacaklarına ve güneşin kızıllığında yanıp tükeneceklerine inanıyorum."
Sevda varoldukça, insanlar birbirlerini sevdikçe bunun böyle olması kaçınılmazdır.
Aziz Nesin bu öykülerin öyküsünü, Rüyalarım Ziyan Olmasın adlı öykü kitabının başında şöyle dile getirmiş:
"Şimdilerde (yetmiş beş yaşımda) kendi dünyamdan yavaş yavaş uzaklaşarak kendimi gittikçe uzaklardan seyredebilme ve gözlemleyebilirle mutluluğuna erişiyorum. Yani gittikçe daha çok öyküleşiyorum.
Bu öyküler, kendilerinden uzaklaştıkça güzelliklerini daha iyi anladığım sevilerimi, düşkırıklıklarımı, acılarımı, mutluluk ve mutsuzluklarımı, tutkularımı ve çılgınlıklarımı, kandırmalarımı ve kandırılmalarımı, özetleyin güzellik ve çirkinliklerimle benden uzaklaşmakta olan kendi dünyamı anlatıyor. Yine de bu öyküler yaşadığım olayların anlatısı değil. Hiçbir öykünün kahramanı ben değilim ama her öykümde ve her öykümün kahramanında ben varım, tıpkı sizin de olduğunuz gibi...
Çok başka şeyleri ve insanları anlatırken kendimi ve kendimi anlatırken de başka insanları ve şeyleri anlatmış oluyorum.
Kendimde sizleri ve sizlerde kendimi anlattığım bu öyküler özyaşamımdan kesitler olmamakla birlikte, nice yorucu çalışmalar, nice uzun emekler sonucu, sevilerle dolu ve kahırlı ve çileli yaşamımdan ve benden gittikçe uzaklaşmakta olduğu için daha derinden duyumsadığım anılarımdan damıtılmıştır."
Aziz Nesin'in bu öykülerini, kendisinin de belirttiği gibi, yaşlılık öyküleri diye nitelemek gerekir.
Ama sevgiye olan inancı, sevdaya bağlılılğı, birlikteliğe bağladığı umutla bu öyküler onun en genç, en taze öyküleridir.
Bu da bunların olgunluk dönemi öyküleri olduğunu gösterir. Karşımızdaki bilge bir yazardır.
Onun için bu öykülerden çıkaracağımız ortak sonuç, her türlü olumsuzluk karşısında tutunabileceğimiz tek dalın sevgi ve birliktelik olduğudur.
Bu sevgi, iki kişinin birlikteliği olabileceği gibi, toplum olarak da insanları birbirleriyle anlaşmaya, dayanışmaya, birlikteliğe götürecektir. Sevgi, ölümü de yenebilecek güçtedir. Çünkü ölümsüzdür o.(AÖ/EÜ)
Arkadaşım Badem Ağacı
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış...
Açarsın çiçeklerini...
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz...
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koo desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya
Aziz Nesin