Tayfun'dan bahsedecekken onu iyi tanıyan insanları önce bir gülme tutar. Bi durulur... Sonra başlar hikaye ve mutlaka bir absürtlükler zinciriyle gelişip "Tayfun işte abi, Tayfun!" diye bitecek kara mizah bir sona kavuşur. Tek bir hikaye anlatamaz onun nev-i şahsına münhasırlığını. Öyledir Tayfun.
İnsanı çok sever. Her insanı merak eder. O yüzden karşılaştığı her insanın mutlaka bir şekilde peşine takılır, hayatına girer. Derdini dert edinir. Çözmeye çalışır. Ama dikkati kolayca dağılır. Olası yolda başka insanlarla karşılaşmıştır. Bu sizi yarı yolda bırakacağı anlamına gelmez. Hep geç kalır, ama mutlaka gelir. Her gelişinde işleri olabilecek en dolambaçlı ve (başta kendine) zor yollardan da olsa halletmiş ve anlatıp sizi güldüreceği bir hikayeyle geri gelmiştir. Geç gelecektir ama mutlaka beklemediğiniz bir anda, en olmadık hallerin içinden çıkıp yüzünde muzip bir gülümseme ve "yaaa n'oldu biliyor musun..." diye başlayacağı bir hikayeyle geri gelecektir.
O yüzden Cumartesi günü Ankara'da bombalar patladıktan sonra dostları onlarca kaynaktan ölüm haberini alsa da, Tayfun'u morgda bulana kadar ölümüne inanmadı. Bir yerden çıkıp gelecek diye bekledi herkes. Herkes birbirine "Tayfun bu abi, kimbilir nerdedir, koşturuyordur ortada, kendini unutmuş yaralılara koşturuyordur, çıkar bir yerden" dedi durdu. "Eşi Gülderen'i arardı ama telefonunu mu düşürmüştür; bilmez o kimsenin numarasını ezbere", diye diye gün geçti... Yok yok... Tayfun çıkar gelir bir yerden...
Kızım Tayfun'un elinde büyüdü. Nasıl söylesek diye düşündük Yüce'yle. Zihnimde kızıma anlatmaya çalışırken, onun hayali sorularına cevap bulmaya çalışırken, kızımın aklıyla bu olup biteni anlamaya çalışırken fark ettim ki her an öldürülebilecek olmayı nasıl da kanıksamışız... Kızımızın çocuk aklıyla 'ama neden' sorusunu anlamaya çalışmak ne dehşetli bir şey...
Çocuğumuzun bu dünyaya, insanın iyiliğine duyduğu inancı geri dönülmez bir şekilde sarsmadan Tayfun'un ölümünü açıklamanın bir yolu var mı?
Yok sanırım.
O yüzden söylememeye karar verdik. Tayfun'u sordukça geçiştiririz, çok üstelerse şehir dışına taşındı deriz. Çocuktur nasılsa unutur. Varsın ismini, cismini unutsun... Yeter ki Tayfun'la Pati'yi alıp çıktığı her gezmenin heyecanı ve macera duygusu, sabah yatakta boğuşularak uyanılan her sabahın neşesi, Tayfun'un tertemiz ruhunun, emeğinin, sabrının kızımıza kattığı tüm güzellikler, aklımızın almadığı bir katliamın acısıyla zedelenmesin. Tayfun kızımızın içinde adını unuttuğu bir iyilik, mutluluk, inanç, ışık olarak kalsın.
Güzel yavrum. Tayfun amcanı öldürdüler. Biz senden bunu saklayacağız. Çünkü dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu senden biraz daha saklamak istiyoruz.
Sen büyüyüp kendi kayıplarınla öğren. Ruhun zedelenmesin. Zedelenmesin ki Tayfun amcan gibi tek bir an olsun insana inancını kaybetmeden, doğru bildiğinden şaşmadan, korkmadan, uzanan her eli tutabilecek kadar cesur, adaletli ve güzel bir insan olabilesin. Tayfun’un devrimci mirasıdır bunlar bize. Çünkü devrimci olmak öncelikle insana inancı ve sevmeyi gerektirir. (GA/HK)
* Tayfun Benol, 10 Ekim 2015 günü barış çağrısını çoğaltmak için Ankara'daydı. Eşi Gülderen'in yanından kurucularından olduğu İnşaat İşçileri Sendikası'nın kortejindeki emekçi arkadaşlarının hatırlarını sormak için ayrıldı. Patlama çok yakınında oldu. Tüm arkadaşları hastane hastane Tayfun'u aradı bütün gün.Tayfunu kaybettiğimiz haberi gece geç saatlerde geldi.
Tayfun Benol, İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 1988'de mezun oldu. Lise yıllarıdan itibaren sosyalist mücadele içinde oldu. Politika Gazetesi'nin sorumlu yazıişleri müdürüydü. bianet için Ermeni Soykırımı'nın 100. Yıldönümü dolayısıyla hazırlanan "100leşme" yazılarından birini kaleme almış ve Leman Halasının hikayesini paylaşmıştı.
Tayfun Benol bugün saat 13.00'de Karacaahmet Şakirin camisinde kılınacak öğle namazının ardından Maltepe Başıbüyük Mezarlığında toprağa verilecek.