“Beş taş oynadığımız koridoru, çocuklarımızın ilk yürüyüşlerini, bahçedeki koşturmalarını, birlikte boyadığımız duvarları, mutfağımızı ve artan yemeklerimizi değerlendirmek için 99 adını taktığımız çorbayı, bunun gibi birçok anılarla dolu filmi acımadan kestiler. Bırakmadılar torunlarımızı da orda koşturalım ve birlikte sevelim, bırakmadılar ak saçlı olalım. Bırakmadılar.”
Bu sözler tahmin edileceği üzere Rakel Dink’in.
Yıkılmaması için direnişin onuncu gününe girilen Kamp Armen’in hikayesi de Rakel’inki gibi “bırakmama” üzerine kurulu.
“Atlantis”
Kamp Armen (Hrant Dink’ın deyimi ile “Atlantis”) aslında kibutz deneyimleri gibi yaşayanların beraber ortak yaşamı kurdukları bir yer. Yatakhanelerde dostlukların alternatif bir eğitim modelinin örüldüğü ve toprakla bağ kurdukları bir mekan.
Bu mekana 1971 tarihinde azınlık vakıflarının mülk edinemeyeceği hükmü ile el konuluyor[1]. 21 yıllık tarihinde Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden 1000’den fazla kimsesiz ve yoksul çocuğun yuvası olan kamp, vakıf öncesi eski sahibine iade ediliyor.
Vakıfın boş bir tarlayken satın aldığı arazide çocuklar kendi elleri ile yetimhanelerini, evlerini inşa etmişlerdi. Vakıfa işlem sonrası tazminat ödenmedi ve kendi elleri ile inşa ettikleri yuvalarına el konuldu. Mevcut direniş, tekrar ve tekrar satıldıktan sonra şimdiki sahibi Fatih Ulusoy’un binanın yıkımına başlaması ile gerçekleşti.
Yıkımın başladığı gün içinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyeleri, kampın eski mezunlarından bazıları, Nor Zartonk, medya ekipleri ve birçok kişi geldi ve nöbet başladı.
Kamp Armen’in yıkılmasını engellemek için başlayan direnişin onuncu gününde Kamp Armen’deki ana hissiyat ve kampın bekçilerinin ortak görüşü Kamp Armen'in Gezi gibi olduğu. Tuzla’nın doğal güzelliğinde bulunan kampta, yeşillikler içinde yetimhanedeki gibi bir ortak yaşam yürütülüyor, geceleri Kürtçe, Türkçe ve Ermenice türküler söyleniyor. Farklı gruplardan insanlar tek bir amaç için mekanı işgal ediyor.
Kampın sakinleri arasında tersanede çalışan bir işçi de var. Sabah iş, akşam direniş diyerek nöbetini aksatmıyor.
Göze çarpan durumlardan birisi ise kampın yeniden ortak bir yaşam alanı olması ile birlikte üretmenin ve paylaşmanın dinamiğinin oluşması. İlk olarak temizlik, düzen, yıkım ile ilgili durumlar ele alındı. Daha sonra başka bir eğitim üzerine atölyeler düzenlendi. Her günün programı akşam yapılan forumlar ile oluştu.
Geçtiğimiz cumartesi Ani Balıkçı ile Ermenice ders yapıldı, tiyatro ve film gösterimleri gerçekleşti.
Toplumsal bellek
Neden Gezi gibi? Kampın müdavimlerinden Kerem Demirbaş’a göre;
“Gezi’de oluşan bir zaman kayma kavramı burada da oluştu. Bu sadece Ermeni meselesi değil yanında bir de emek meselesini de getirdi. Kamp Armen emeğin nasıl sadece artı değer için değil yaşamın nasıl tekrar kurulacağı açısından önemli bir örnekti. Kamp Armen başka bir dünyanın sembolü, biraz da Gezi gibi oldu. İnsanlar çadırlarını alıp geldiler. Sürekli bir ekip düzenli bir şekilde kalıyor. Bunu Türkiye’de oluşan toplumsal muhalefetin bir parçası olarak görmek de mümkün. Bu muhalefet fırsat bulduğu anda o alanı özgürleştirme amacına sahip.”
Kamp Armen’in bekçileri haklı, orada başka bir yaşam, başka bir hafıza inşa ediliyor. Kamp Armen’de bugün yine yatakhanelerde dostluklar kuruluyor alternatif bir eğitim modeli örülüyor ve toprakla bağ kuruluyor. En önemlisi Ermeni halkının hafızası paylaşılıyor ve bir çok farklı kökenden gelen kişiler bir arada yaşıyor. Buluşulan ortak payda ise kırlangıcın yuvasını bir daha bozmasınlar diye Kamp Armen’i korumak. (BZ/AS)
* Daha fazla bilgi için tıklayın.