1995’in 19 Ekim’i. Bolu. Kardeşimin birinci yaş günü. Tüm aile, arkadaşlar toplanmış. Kardeşim uykudan uyanmış, lacivert kadife elbise içinde. Bir şekilde bulunmuş bir kamera o günü kaydediyor.
1995’in 19 Ekim’i. İstanbul. Fehmi Tosun evinin önünden, çocuklarının, eşinin gözlerinin önünde bir arabaya zorla bindiriliyor.
Çocukları, eşi ardından sesleniyor.
Biz, duymuyoruz.
***
2013’ün Aralık ayı. İstanbul’dayız. Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun’la buluşuyoruz. Çekingeniz başta. O anlatıyor. O Ekim gününü anlatıyor. Anlattıkça mesafe kapanıyor.
Bu kez duyuyorum.
***
Bizi, Galatasaray Meydanı bir araya getirdi. 500. Kez buluşacaklar bu hafta. Duyup gördünüz belki çağrılarını.
Ben ilk gittiğimde 400. haftaya yaklaşıyorlardı. İstanbul’a geldiğimden iki yıl sonra tekrar toplanmaya başladılar. Üniversitedeyken aklımdaydı hep gitmek ya işte “kısmet olmamıştı.” İlk kez muhabir olarak gittim meydana. Benim anılarım 100 haftalık en fazla.
Her Cumartesi saat 12.00’de toplanıyorlar. Kadıköy’den geliyorum ben. 11.30 vapuruna binsem geç kalıyorum. 11.00’e biniyorum o yüzden. Ben gittiğimde bir ya da iki kişi oluyor. Sonra yavaş yavaş çoğalıyor insanlar.
Herkes birbirine selam veriyor, kucaklaşıp hal hatır soruyorlar; Kürtçe çoğu zaman. Kürtçe bilmediğime üzülüyorum, utanıyorum daha çok, selamlaşacak kadarını öğreniyorum meydanda ama yine de güvenemiyorum kendime, sesim kısık.
Sayı azken basının durduğu yerde değiliz. Sigara içiyoruz birlikte. Her biri bir kayıp yakını anneler babalardan ‘İçme şunu, ne kadar gençsin’ sözleri duyuyoruz çoğu zaman.
Kalabalıklaşıyor meydan, fotoğraflar çıkıyor, elden ele dağılıyor. Demet demet karanfiller desen ha keza. “Derken karanfiller elden ele”* derken yakalıyorum kendimi hep içimden.
Oturmaya başlıyor insanlar, biz muhabirler pankartın diğer yanına yerleşiyoruz. Pankart açılıyor. Hep aynı soru: Failler Belli. Kayıplar Nerede?
Her hafta yüzlerce kayıptan birinin hikayesini dinliyoruz. Kayıp yakınları söz alıyor.
Yağmur yağıyor bazen, bazen öğle güneşi işliyor başımıza, soğuk oluyor sonra. Hiç kımıldamıyorlar. Ellerinde fotoğraflar, yağmuru, güneşi, soğuğu bir heykel gibi karşılıyorlar.
Her hafta bir başkasının kaybediliş hikayesi anlatılıyor. Ardından sorumlular sıralanıyor. Haftaya yeniden burada olmak üzere ayrılınıyor meydandan.
Çay içiyoruz yakında, ben haber yazıyorum bir yandan. Duysunlar istiyorum. Kendim azade değilim bundan, duymamıştık ya 19 yıl önce. Şimdi duyalım istiyorum.
Çünkü çok kötü şeyler oluyor. Çünkü en yakınlarımızdan bile duyuyoruz en kızdığımız sözleri. Diyorum ki aslında iyi insanlardır, çiçeklere can suyu verirler, dinleseler anlarlar.
Duysalar anlayacaklar.
Duymadık biz o Ekim günü, hep ondan böyle oldu.
Yazıyorum, duyalım diye.
***
Çok kötü şeyler oluyor. Ve ben bu meydanın her şeyin çözülmesini sağlayacak koca bir düğüm olduğunu düşünüyorum. Kayıplar bulunur, failler yargılanırsa kocaman bir karanlık açığa kavuşacak.
500 hafta öncenin kayıpları bulunursa düğüm açılacak ve o zaman bugünün failleri de saklanamayacak.
Ellerde artan fotoğrafların davalarındaki düğümler de boğazımızdaki düğümler de açılacak.
***
Ama önce duymak lazım. Öyleyse anlatmaya başlamalı. Plaza de Mayo’dan Galatasaray’a, 1995’ten 2014’e, 1’den 500’e, copları, karanfilleri, fotoğrafları, kayıp yakınlarını, elden ele geçen fotoğrafları, o meydanda büyüyen çocukları anlatmalı.
500.haftada bunu denedik. Ne kadarını anlatsak o kadarı eksik kalır.
Bir yandan da ne kadar anlatsak o kadarı da kar.
500 haftadır sesleniyorlar.
Ne kadar duyarsak o kadar insanız. (BK)
* Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil, Sonrası Kalır I Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, 2005.