Tarih 2 Eylül 2013. Saat sabahın 8’i. Kanser olduğumu öğreneli 21, akabinde gördüğüm kemoterapi biteli 9 ay olmuş. Ve yine hastane yollarına düşüyorum.
Yapılan bir dizi testin ardından doktoruma soruyorum:
“Yapabilir miyim?’’
“Evet. Efor testinin sonucuna göre kalbin kemoterapiden etkilenmemişe benziyor. Eğer düzenli ve sıkı çalışırsan, 19 Kasım’daki Avrasya Maratonu’nda rahatlıkla 10 kilometre koşabilirsin. Ama yine de ihtiyatlı olmakta fayda var. Kaslarını yoğun tempoya alıştırman zaman alabilir.’’
Dünyalar benim oluyor. Hareket etmeden duramayan ben, kanser teşhisimin konulduğu Kasım 2011’den bu yana spor yapamıyorum. Artık bunun değişmesi gerekiyor. Hem bu sefer bir meşru nedenim daha var; parçası olduğum Kanserle Dans Derneği ve bütün kanser hastalarına ümit vermek için koşacağım!
İlk iş olarak dolabımın en dip köşesinde kaybolmuş koşu ayakkabılarımı ve kıyafetlerimi çıkarıyorum. Sonra da aynanın karşısına geçiyorum. Neyse ki kanser olmadan önceki hayatımdan kalma ekipmanım, kanserden kurtulduktan sonraki bedenime uyuyor! Yaşasın! Koşabilirim! O hevesle kendimi sokaklara atıyorum.
Maalesef işler öyle gitmiyor. İstanbul’un inişli-çıkışlı, araba egzozlu ve hınca hınç dolu sokaklarında başıma gelmedik macera kalmıyor. Yine de, spor salonuna gitmek istemiyorum, kapalı alanda hapis kalmak istemiyorum.
Öte yandan, kondisyonum çok düşük. İlk birkaç koşum boyunca 10 dakika bile aralıksız koşamıyorum. Yarım saatte 2,5 kilometre bile koşamıyorum. “Bu gidişle Avrasya Maratonu’nda ancak toz yutarım ben!” diyorum kendi kendime.
Fakat pes etmiyorum. Kafama koydum bir kere. Ne olursa olsun, 10 km koşacağım 17 Kasım’da. Ev ödevimi yapıyorum. İlk olarak kendime birkaç iyi koşu alanı belirliyorum: Suadiye - Caddebostan sahil yolu, Sarıyer - Tarabya boğaz hattı ve Taksim Gezi Parkı. (Evet, yanlış duymadınız, Taksim Gezi Parkı’nın uç sınırları boyunca hiç fena sayılmayan bir parkur bulunuyor.)
* Suadiye parkuru - 2km
Daha sonra telefonumdaki müzikleri gözden geçiriyorum, bütün koşuya yetecek şekilde en moral verici şarkıları bir listede topluyorum. İnternette birkaç koşu sayfasına bakıyorum, nefesimi ve kondisyonumu geliştirmek için önerilere bakıyorum. Ve yeniden yola çıkıyorum.
Eylül ayı küçük koşularla geçiyor: 3 - 4 km arasında gidip geliyorum. Ancak tahminimden daha hızlı bir şekilde, yarım saat koşabilir hale geliyorum. İhtiyatlı ve epey yavaş bir şekilde.
Ekim ayında yaptığım 5 koşuda da 5 kilometreyi görüyorum ve mesafemi koruyorum.
Ve kasım ayı gelip çatıyor. 3 Kasım’da ilk ciddi 10 kilometre denememi yapıyorum. 9 km’de tıkanıp kalıyorum kan ter içinde. Keza 6 Kasım’da yaptığım koşuda yaşanıyor: 5 km koşup bırakıyorum.
Kalbimde bir sorun yok, hiçbir yerime kramp girmiyor. Yoruluyorum sadece, sanki çok yorulursam hasta (yani kanser) olacağımı düşünüp duruyorum.
Ama yine pes etmiyorum. Doktorum, “Fizyolojik bir sorun yok. Kendini nasıl hissedersen ona göre davran” diyor. Sağlıklı olduğumu biliyorum, o zaman sorun nedir? Koşuları daha sağlıklı olmak için yaptığımı tekrar ediyorum kendi kendime. Bu beni rahatlatıyor.
Ve 10 Kasım günü, 10 km için gidiyorum Suadiye sahiline. Başlıyorum koşmaya. İlk 1 - 2 kilometreden sonra, bedenimin o güne kadar nasıl 10 km’ye iyi hazırladığını fark ediyorum. Hazır olmayan benmişim sadece. 70 dakikada bitiriyorum ilk 10 kilometremi.
* Köprünün ortasından sesleniyorum!
16 Kasım’ı 17 Kasım’a bağlayan gece o kadar heyecanlıydım ki, koşuda giyeceğim kıyafetlerle uyudum. Sabah 6:30’da kalkıp Taksim Meydanı’na gittim ve oradan kalkan servislerle yarış alanına gittim. Otobüslerde iğne atsan yere düşmez, içeri de konuşulmayan yabancı dil yok. Ama bütün o dillerde aynı şey konuşuluyor: Kıtaları aşmaya hazırız!
Ben ise “Kanseri de kıtaları da aşarım!” dedim, aynı gün halk yürüyüşüne katılan 300’e yakın Kanserle Dans Derneği gönüllüsü gibi.
Start veriliyor ve binlerce insan koşmaya başlıyor genç - yaşlı, kadın erkek (evet, kızlı erkekli!), hatta engelli - engelsiz demeden. Her ne kadar bir yanım boğaz köprüsü üzerinde durup İstanbul’u seyre dalmak istese de, kendime hakim olup yoluma devam ediyorum. Ve işte o ses kulağıma geliyor: Seneye de sağlıklı olacaksın, seneye de koşacaksın Barış, hem de 10 km değil, 42 km!
* İlk kez (altın olmasa da) madalya kazanmanın verdiği gururla
Tam maraton koşmanın düşüncesi bile o kadar heyecan verici geliyor ki, mevcut andaki 10 km’yi unutuyorum bile. Bitiş çizgisinde elime tutuşturulan sertifika hatırlatıyor bana: “16521 - Barış Mumyakmaz, Avrasya 10 km’sini 1:04:23 dereceyle tamamlayarak kıtalararası atlet unvanı almaya hak kazanmıştır.’’
Yarışın hemen ardından madalyamı kapıp soluğu Kanserle Dans Ailesi’nin yanında aldım. Beşiktaş’ta yorgunluk çaylarımızı içerken, ilk koşmaya başladığımdan bu yana benim için endişelenen ve hala “kanserle dans eden” dostlarımın yüzlerinde bile bir gün beraber koşabilme umudunu hissettim. (BM)