İnatla, inançla dünya görüşünden ödün vermeden sürdürülen mücadele yılları. Demokrasiye aç, adı konmamış kitleleri bir araya getiren görkemli konserler.
Sevenleri, hayranları ama en unutulmazı, insanın içini titreten o sesi. Yumuşacık kadife içinde açan bir kartalın uçuşu gibi öylesine insanı yüreğinden kavrayan o gümbür gümbür çağıldayan sesini. İşte bu sesi bir kez daha anımsıyor insan.
Ruhi Su'nun eşi Sıdıka Su ile konuşurken. insanı insan yapan değerlerin altüst olduğu zor zamanlarda, Ruhi Su'ya daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dünyada yaşıyoruz.
Ruhi Su ile 40 yılı paylaşan, demokrasiye aç genç Cumhuriyetin o sancılı yıllarını yaşayan Sıdıka Su ile İzmir Makine Mühendisleri Odası'nın düzenlediği Ruhi Su Belgeseli gösteriminin hemen öncesinde, Tepekule İş Merkezi'nde dünü ve bugünü konuşuyoruz.
Eşiniz Ruhi Su ile birlikte acılar, hapislikler ve direnişle örülü destansı bir birliktelik yaşadınız Ruhi Su ile nasıl tanıştınız?
1945-46 yıllarında ben Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde felsefe öğrencisiydim. Ben eşim Ruhi Su'yu tanımadan önce, sesi ile tanıştım.
1943 ile 45 yılları arasında ailece, annem ve ağabeylerimle beraber evde radyonun başına geçer Ruhi Su'nun radyo programında söylediği türküleri dinlerdik.
Annem Ruhi Su'nun sesini ve söylediği türküleri çok severdi. O dönem, Ruhi Su hem Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde solist sanatçı olarak çalışıyor hem de radyo programları yapıyordu.
Operada çalışırken ziraat mühendisi olan en büyük ağabeyim Nemci Umut'la tanışmışlar, arkadaş olmuşlar.
Ruhi Su'yu ağabeyimin anlattıklarından biliyordum. Ben aslen Sivaslıyım ve Bursa Lisesi mezunuyum. Sonra Ankara'ya taşındık. O zamanlar Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin bir korosu vardı.
Ben müziği ve türküleri çocukluğumdan beri çok sevdiğim için o koroya girdim. Ruhi Su da o koronun şefiydi. Çok soğuk bir kış günü, Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesinden Ulus'a giderken bir vesileyle yolda tanıştık.
Arkadaş grubuyla kaldığımız yurda doğru gidiyoruz. Ruhi Su ağzını burnunu atkıyla sıkıca örtmüş, hiç konuşmuyor. "Sizin türkülerinizi dinledim" demek istiyorum ama Ruhi Su'nun sesi hiç çıkmıyor.
Arkadaşlar aramızda konuşuyoruz o hiç konuşmalara katılmıyor. O sıralarda da Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde solist sanatçı olarak operalarda söylüyor.
Bizi yurdumuza kadar bıraktı. Ayrılırken de "Kusura bakmayın sizinle konuşamadım çünkü akşam temsilim var, sesimi korumam lazım" dedi.
Daha sonra, arkadaşlığınız nasıl devam etti?
Ruhi Su ile arkadaşlığımız böyle başladı. Ruhi Su ileri görüşlü bir insandı. Her ikimiz de verici insanlarız. İnsancıl, sosyalist bir adamdı. Türküyü çok seviyordu. Ben de öyle.
Ben hala türkü söylüyorum. (Burada yüzü aydınlanıyor ve gülüyor..) Ailelerimiz de çok uyumluydu. Ailem annem, ağabeylerim ilerici insanlardı. Dolayısıyla çok iyi anlaştık.
Evlenmeniz de çok sıra dışıydı değil mi?
Arkadaşlığımız zamanla ilerledi. Beş yıl kadar arkadaşlık ettik ama evlenme konusunda kararsızdık.
Çünkü ikimiz de Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesiydik. Bunu gizlediğimiz için ilk başlarda birbirimize bile söylememiştik.
Sonra, partiye gittiğimizde birbirimizin TKP üyesi olduğunu orada karşılaşınca anladık.
O zamanlar, TKP üyesi olmak yasaktı. Biz de bunu kimseye söylemiyor, herkesten saklıyorduk.
Bu nedenle, hapse gireceğimizi de biliyorduk. Düşündüğümüz gibi oldu. Beş yıla mahkum olduk.
İstanbul Merkez Komutanlığı, Askeri Harbiye Cezaevinde yattık. Uzun süre, hapishanede gizlice mektuplaştık.
Sonra, 1954 yılında cezaevinde nikahlandık. Nikah şahidimiz Behice Boran ve eşi Nevzat Hatkoy'du.
Bir astsubay kanalıyla, Rumeli Caddesindeki Hükümet Konağında bir Cumartesi günü nikahımız kıyıldı.
Astsubay ve iki jandarma eriyle birlikte nikah için dışarı çıktık.
Nikahtan sonra Ruhi, bizimle beraber gelen astsubaydan rica etti. Cezaevine yürüyerek döndük. Yolda, Ruhi bir kitapçı dükkanına girdi ve bana evlilik hediyesi olarak Goya'nın bir albümünü aldı.
Orada imzalayarak bana verdi.
Ruhi Su nasıl tutuklandı?
Ruhi her duygunun müzikle anlatılabilir olduğunu öğrenmişti. Dağların havasını kentlere taşıyan insan olarak tanımlanıyordu. İlk önce yapmış olduğu radyo programına son verildi.
Programda, "Ruhi Su derlediği Alevi türkülerine, deyişlerine yer verdiği ve bu çoğunluğun bilmediği Alevi türküleri söylediği" için radyodan ayrılmak zorunda bırakıldı.
Ankara'da Konsolos Operası'nın provalarında çalışırken aynı dönemde, Aşık Veysel'in hayatı filme alınıyordu ve Ruhi o filmde, hem oynuyor hem de türkü söyleyip saz çalıyordu..
11 Kasım 1952 günü Ankara'da çok sayıda TKP üyesi birbirinden habersiz tutuklandı.
Ben de ilk tutuklananlardan biriydim. Aynı akşam polisler, Ruhi'yi de tutuklamak üzere evine geliyorlar ama Ruhi ne yapıp edip polisleri atlatıyor.
Benim de tutuklandığımı öğrenince, aynı akşam uçakla İstanbul'a gidiyor. Amacı film şirketinden parasını almak. Neyse, filmi yarıda bırakıyor. Alacağı miktarı film şirketinden aldıktan sonra ertesi gün 12 Kasım'da Ankara'ya geri dönüyor.
Operaya gidip masasını topluyor. O sırada tiyatrodan ünlü bir kişi telefonla Ruhi'nin operaya geldiğini polise haber veriyor.
Operadan çıkıp evine doğru giden Ruhi'nin yolunu motosikletli polisler kesiyorlar ve onu orada tutukluyorlar.
Sonra polislerle beraber evine gidiyorlar. Almak istediği birkaç parça eşyayı ve benim kendisine hediye ettiğim yün eldivenleri de yanına alarak cezaevine giriyor. Tabii bu olaydan sonra, Ruhi bir daha operaya geri dönemiyor.
O dönem Ruhi Su'yu sevmeyenler tarafından tutuklama olayı özellikle 'Ruhi Su kaçarken yakalandı' diye aktarılmıştı galiba.
Aksine, Ruhi tutuklanacağını biliyordu. Bu nedenle, operadaki masasını boşaltıyor.
Yani, bir daha oraya geri dönemeyeceğini bildiği için eşyalarını topluyor ve evine gidiyor. Kaçmayı düşünen bir insan evine neden gitsin? Evine gidecek oradan da polislere telefon ederek teslim olacaktı.
Peki bu tutuklamaya, Opera'dan ya da sanat camiasından hiç tepki gelmedi mi?
Opera müdürü kim olursa olsun Ruhi'nin kaderi değişmezdi. O dönemin şartlarında kim olursa olsun bu tutuklamayı engelleyemezdi. Sanatçı arkadaşlar arasında mutlaka üzülenler olmuştur ama kimse bir şey yapamadı.
Yaşadığınız ağır hayat koşullarına rağmen, en umutsuz anlarda bile Ruhi Su size duyduğu sevgiyle ayakta kalmayı başardı. Öyle değil mi?
Ruhi sindirme eylemlerine karşı sesiyle, türküleriyle mücadele etti ve ayakta kalmayı başardı. İstanbul'da Harbiye Cezaevineyken, Sansaryan Han'da çok ağır işkenceler gördü.
Cezaevinin zemin katında, çok kötü koşullarda sorgulanırken ve işkence görürken beni düşünerek ve türkü yazarak hayatta kalmayı başardı. .
'Bu nasıl İstanbul zindan içinde,Sansaryan Hanında tabutluklarda, kayboldu gündüzüm gecem'türküsü işkence gördüğü o karanlık dönemde yazılmıştı.
Özellikle bu zor zamanlarda, türkü söylemeyi hiç bırakmadı değil mi? Mesela sizin için yazılan bir Hasan Dağı türküsü var. Sanırım bu türkünün yazılış hikayesi sizin çok özel.
Nikahlandıktan sonra, Ruhi Adana'ya nakledildi. Vedat Türkali'nin anlattığına göre, yolda Adana Cezaevine nakledilirken, erkeklerin hepsini ikişer ikişer ellerinden birbirlerine zincirliyorlar.
Adana'ya giderken Gülek Boğazı'ndan Hasan Dağı'ndan geçerken bu meşhur Hasan Dağı türküsünü ilk defa orada tasarlıyor.
'Hasan Dağı Hasan Dağı, eğil eğil de bir bak,
Hasan Dağı Hasan Dağı bunu yapan insan olmaz
Hasan Dağı Hasan Dağı suçumuz insan olmak'
diye başlayan türküyü, dolunay ışığı altında pırıl pırıl parlayarak yükselen Hasan Dağı'na bakarak mırıldanmaya ve söylemeye başlıyor.
Ne zaman Hasan Dağı türküsünü duysam Türkali'nin naklettiği bu hikayeyi anımsarım.
Ruhi Su için türkü söylemek ve saz çalmak bir yaşama biçimi gibiydi değil mi?
Ruhi saz çalmayı konservatuar yıllarında, opera sanatçısı olacağı son yılında öğrendi.
Bunun da ayrı bir hikayesi var. Yabancı hocalarından bir tanesi o sırada keman çalan Ruhi'ye eğer kemanla devam ederse ses tellerine zarar vereceğini söylüyor.
'Kemanı bırakmaya mecbursun, ya keman sanatçısı veyahut ses sanatçısı ol' diyor.
Bunun üzerine Ruhi kemanı bırakıyor ve türkülerini söylemeye devam ediyor. Ama bakıyor ki türküler eşliksiz söylenmiyor.
Ondan sonra bağlama öğreniyor. Bağlama eşliğinde türkülerini söylemeye devam ediyor. Sonra, Ruhi ölene kadar bir daha sazını elinden hiç bırakmadı zaten.
Ruhi Su'nun konservatuar yıllarında türkü söylemekle renkli anıları var mı?
Konservatuarda çalışma odaları vardı. Ruhi fırsatını bulduğunda bu boş odalardan birine kapanarak türkü söylermiş. Bir gün Ruhi çalışma odasında türkü söylerken, tesadüfen hocası Markoviç onu duyuyor.
Kapıyı çalıyor, içeri giriyor ve türkü söyleyen Ruhi'ye, 'Ben Türk Müziği'nin bu kadar güzel olduğunu bilmezdim. İlk defa duyuyorum. Neden sen Radyo'da söylemiyorsun?' diyor.
Ruhi hiç sesini çıkarmıyor. Daha sonra Markoviç 'Siz, nasıl böyle bir sanatçıya radyoda türkü söyletmezsiniz' diyerek, Ruhi'yi dönemin Anakara Radyosu Müdürü Vedat Nedim Tör'e gönderiyor.
Markoviç ile görüşen Tör, Ruhi'nin radyoda program yapmasını istiyor. O zaman programları düzenleyen Mesut Cemil Ruhi'yi arayarak 'sen bize her gün bir saat ayarla' diyor.
Ruhi 'Hayır, her gün olmaz fakat 15 günde bir söyleyeyim' diyor. Böylece, 1943 ile 1945 arasında radyoda 'Bas Bariton Ruhi Su' anonsuyla, Alevi deyişleri, nefeslerinin yer aldığı türkü programları başlıyor.
O zamana kadar çok duyulmamış olan Alevi türküleri ve Ruhi Su o kadar büyük ilgi görüyor ki, Cemil ve çevresindekiler bu ilgiden had safhada rahatsız oluyorlar.
Cemil Ruhi'yi çağırıyor ve 'Ruhi Bey, sesinize yazık oluyor. Sizi biraz dinlendirelim. Sesinizi harcamayalım' deyince. Ruhi de Cemil'e 'Ben, harcanmaya razıyım' diye cevap veriyor ve türkülerini söylemeye devam ediyor.
Bir süre sonra, Cemil Ruhi'yi tekrar ikinci kez çağırıyor ve 'Senin komünizm propagandası yaptığını söylüyorlar. Bunun için programlara bir süre ara verelim' diyor.
Ve Ruhi bir daha radyo programı yapamıyor. O zamanlar, Alevi türküleri söylemekle komünist olmak eş anlamlı olarak kabul ediliyordu.
Peki, Ruhi Su cezaevindeyken saz çalıp türkü söyleyebiliyor muydu?
Ruhi'ye cezaevindeyken sazını vermediler. O da sazından ayrı kaldığı ve türkü söyleyemediği için çok üzgün.
Şekeroğlu diye bir arkadaşımız var. Ruhi'nin üzüldüğünü görüyor. Türkülerini söyleyebilsin diye, tahta paspasların tahtasını yontarak bir saz yapıyor.
Cezaevinde çok güzel saz çalan ve çok yoksul bir arkadaşımız vardı. Ruhi cezaevinden ayrılırken 'şimdi parası yok, saz alamaz, saz çalmayı unutmasın' diyerek tahta paspas sapından yapılan bu orijinal sazı bu arkadaşına bırakıyor.
Daha sonra, çok özel bir saz olduğu için çok pişman olduk. Sonradan sazı bulabilmek için o arkadaşı aradık ama maalesef ne ona ne de saza bir daha ulaşamadık.
Ruhi Bey'in ve sizin hayatınız ne kadar ağır şartlarda geçerse geçsin hayatınızı aydınlatacak renkli anılarınız da oldu galiba.
Evet, mesela renkli porselen lambaları Ruhi de ben de çok severdik. Cezaevinde beş sene yattıktan sonra, 20 ay gözetim altında tutulduk.
Kadın mahkumlar nereden tutuklandılarsa orada gözetim altında tutulmak üzere salındılar.
Ruhi o sırada Çumra Cezaevindeydi, ben Ankara'da gözetim altındayım. Nikahlı olduğumuz için onu Ankara'ya aldık.
Ama bu çok uzun uğraşlar sonunda olabildi. Çumra'nın hakimleri iktidarın direnmesine rağmen, her şeyi göze alarak Ruhi'yi Ankara'ya gönderdiler.
Etimesut'ta tarlanın ortasında işçilerin oturduğu, zemini toprak olan, iki göz odadan ibaret bir işçi lojmanında 20 ay kaldık.
Su yok, elektrik yok, son derece iptidai koşullarda yaşadık. Taban toprak olduğu için yerlere hasır serdik.
Annemin eski bir lambası vardı. Aydınlanmak için onu kullandık. Sonra belki de o günleri aydınlatan tek ışık olduğu için lamba toplama alışkanlığı edindik.
Nerede renkli lambalar görse dayanamayıp alıyorduk. O zamanlar, porselen renkli Bohemya lambaları vardı. Çok ucuza bulabiliyorduk 50-100 lira gibi sembolik rakamlara alıyorduk.
Onurlu yaşamı, türküleri ve sesiyle kısa bir sürede Ruhi Su efsane olup çıktı. Sonra, halk çok sevdikleri bu insanın sesini duyabilmek için konser salonlarını doldurmaya başladılar.
Ruhi halkın nabzını çok iyi ölçmesini bilen bir sanatçıydı. Ankara'da farklı fraksiyonların konserlerine giderdi.
Sahneye çıkmadan önce salonda kıyamet kopar. Sloganlar atılır. Ruhi sakinliği ile bu heyecanlı kalabalığı yatıştırmasını bilirdi.
Sahneye çıkıp türküsünü söylemeye başladığında sesler kesilir o heyecanlı kalabalık durulurdu.
Kalabalıkları yatıştırmasını bilen, halkın nabzını çok iyi ölçen bir insandı.
Sürdürdüğü onurlu yaşamı, aydın kimliği, inançlarından ödün vermeyen tavrı ve türküleri ile efsaneleşen Ruhi Su'nun yaşam öyküsü, sizin ve sevenlerinin çabalarıyla bir belgesele konu oldu değil mi?
Ruhi'yi tanıyan dostları, o döneme tanıklık eden insanlar hayattayken böyle bir belgeseli hazırlamayı çok istiyorduk ve belgeselin çekimlerine 1989 yılında Ören'de başladık.
Çekimlere İstanbul'da devam ettik. Belgesel 16 yılda çok zor şartlar altında ve imkansızlıklara karşın hazırlandı.
Bu uzun soluklu belgeselde yer alan bazı dostlarımızı bu süre içinde maalesef yitirdik. Bugün onları sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Ruhi Su hangi görüşten olursa olsun herkesin sevgisini ve saygısını kazandı. Kitleleri peşinden sürükleyecek kadar etkili olan Ruhi Su'nun bu kadar çok sevilmesini ve ölümünün üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen unutulmamasını neye bağlıyorsunuz?
Aşık Veysel, Ruhi Su için köylüyü şehirlilere sevdiren adam demişti. Hayatı boyunca zorluklarla savaştı.
Türk halkına bağlılığını, yine bu halkın müziğini evrenselleştirerek kanıtladı. Düşünsel ve sanatsal eylemleriyle ülkesine hizmet etti. Daima insandan, emekten, barıştan yana yaşadı. Hayatını sosyalizme adadı. O çağının ve ülkesinin sorumluluklarını yüklenen ileri görüşlü bir aydındı.
Bugün yaşasaydı, Ruhi Su o kadar mücadele ettikten sonra toplumun geldiği bu nokta karşısında acaba ne derdi?
Toplumun bu çürümüşlüğünü gördükçe, çoğu zaman, iyi ki yaşamıyorsun Ruhi Su, bu rezillikleri görmüyorsun diyorum. (SDK/EZÖ)
* Önceki gün (18 Ekim) yaşamını yitiren Sıdıka Su'nun sağlığında yapılan bu söyleşi İZ edebiyat dergisinin 14 Ocak 2006 tarihli sayısından alıntılandı.
** Sıdıka Su kimdir?
1923 doğumlu Sıdıka Su, babasını kaybettikten sonra banka memuru ağabeyinin desteğiyle lise eğitimini Bursa'da aldı. O günlerde hukuk eğitimi almayı düşünen Sıdıka Su'nun hayatını Bursa cezaevi'nde görmeye gittiği şair Nazım Hikmet değiştirecekti.
Şairle görüşmelerine sonraki yıllarda da devam eden Sıdıka Su, Ankara'da felsefe öğrenimi görmeye karar verdi. Ankara Üniversitesi DTFC'deki yıllarında Ruhi Su ile tanıştı. O günlerde sanatçının kurduğu koroda çalışmaya başladı. Türkülerin siyasetle yan yana yürüdüğü yıllarda Sıdıka Su, genç bir üniversiteli olarak Ruhi Su ile birlikte TKP'ye üye oldu.
Ancak her ikisi de 1952 TKP Tevkifatı sırasında Ankara'da tutuklandılar. Sıdıka Su 5 yıl boyunca Sultanahmet ve Harbiye Merkez cezaevlerinde yattı. Cezaevi yıllarının tek mutlu olayı Ruhi Su ile evlilikleri olacaktı. Nikah, ikisi de kelepçeliyken kıyıldı. Şahitleri Behice Boran ile Nevzat Hatko idi.
Cezaevi yıllarını dışarıdaki tecrit koşulları izledi. Önce Konya sonra Ankara'daki sürgün günlerinin ardından İstanbul'a döndüklerinde oğulları Ilgın doğdu. Ruhi Su'yu kaybettiğimiz 1985 yılına kadar sanatçının zor yaşamında yanında olan Sıdıka Su o yıllardan sonra da Ruhi Su'nun bütün ses kayıtlarını ve arşivlerini özenle düzenledi.
1997'de kurulan Ruhi Su Vakfı'nın en çalışkan kurucusu Sıdıka Su, geçirdiği kalp rahatsızlığına rağmen son gününe kadar güler yüzlü kişiliğini korudu.