Tarih Vakfı'nın çıkardığı Toplumsal Tarih Dergisi 20. yaşına bastı.
1994'ten beri Türkiye'nin resmi ideolojisi içine sıkışan tarih anlatısının dışına çıkarak "konuşul(a)mayanları" sayfalarına taşıyan dergi, bir anlamda Türkiye'nin tarihiyle "yüzleşmesi"nde de önemli bir mihenk taşı.
20 yıla 241 sayı sığdıran derginin ilk sayısının manşetinde "Dünyanın en eski hatıralarında Türkiye", 100. sayısında "Müziki taliminden müzik terbiyesine", 200. sayısında ise "Büyük Köpek İtlafı" var. Bu üç örnek bile derginin günümüze kadar uzanan süreçteki çeşitliliğini göstermeye yetiyor.
Derginin yedi yıldır yayın yönetmenliğini yapan Ahmet Akşit ile başlangıcından günümüze dergiyi ve doktora konusu Karagöz'e dair konuştuk.
Mefahir-i milliyeyi övmüyoruz
Dergi 20 yıl önce nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Kurucusu ve ilk editörü Mete Tunçay daha önce Tarih ve Toplum’u kurmuştu. O dergiyi kuran ekibin bir kısmı 80 askeri darbesinde üniversiteyi bırakmış ya da kürsülerinden atılmıştı. Sonra 91 yılında Tarih Vakfı kuruluyor. Vakfı kuranların önemli kısmı YÖK'le birlikte Türkiye'deki akademik koşulların kötü olması nedeniyle akademi dışında kalan insanlar ve onlarla dayanışanlar.
Toplumsal Tarih de bu vakfın bir ürünü olarak çıkıyor. Milliyetçilik, ırkçılık ve şiddeti öven şeylerin yer bulamayacağı, tabii ki sola yatkınlığı olan özgürlükçü bir anlayışı var. Burada esas olarak yazıların kalitesi, düzeyi, kaynak kullanımına bakılıyor. Aslında akademide olmayan bir anlayışın, akademide olamadığı için kendine bir yol açması. Toplumsal Tarih bir anlamda böyle bir şey. Akademik bir dergi değiliz ama kurallarını gözetiriz. Spotlar, resimler kullanarak yazıların daha kolay okunmasını umuyoruz. Yazarlarda ya yeni bir belge, ya da eski bilgilerden yeni bir yorum bekliyoruz. Türkiye'de resmi görüş birçok konuyu baskıladığı için bu baskılanmış konular yani gün yüzü görmemiş tarih malzemesi ummadık yerlerden çıkabiliyor. Yani konu sıkıntısı çekmiyoruz, dergi kendini yinelemiyor… Türkiye’de tarih dergilerin bir kısmında hala Tunçay’ın da dediği gibi "mefahir-i milliyi övmek" gibi bir reflekslerinin olduğunu görürsünüz.
Ne anlama geliyor bu?
“Milli değerlerin” övülmesi işte. Efendim Osmanlı Viyana'yı fethetmeye giderken yeniçeri üzümü koparır ama onun yerine altını mendil içinde asmanın dalına bağlar gibi uyduruk tarih hikayeleri. Popüler dergilerin bir kısmında böyle bir tarih anlatımı hala var.
Genel kanaat size karşı da olsa doğruyu söyleyeceğiz, duruşumuz bu. Tarihin vicdanla alakalı bir tarafı var. Resmi tarih anlatımının dışında kalan ya da gerçeklikten kopuk bir şekilde olumsuzlanan gruplar var; azınlıklar, Kürtler vb. Resmi söylemin dışında ama başka bir resmi söylem oluşturma çabasında olmadan “doğru”yu yazmaya uğraşmak ve vicdanla tarihe bakmak, dışlanmış grupların tarihine açık olmak Türkiye’de baskılanmış tarihle yüzleşmeyi sağlayacaktır düşüncesindeyim.
Akademi hala özgürlükçü hava yok
Aradan 20 yıl geçti. Halen akademide yer bulamıyor mu sizce bu anlayış?
Yayın kurulumuzda bir kişi hariç 25 kişi var, herkes akademide. 12 Eylül 1980’den sonraki tasfiyeden bu yana çok zaman geçti tabii. Atılan akademisyenlerin bir kısmı kürsülerine geri döndü, bazıları dönemedi. Vakıf üniversiteleri kuruldu bazıları da bu yeni kurulan üniversiteler girdiler. Fakat Türkiye'deki politik hava uygun ve güvenli bir akademik ortam sağlamıyor. Birçok kürsülerde insanların politik tutumlarından dolayı çok tedirgin olduklarını basından izleyebiliyoruz. YÖK hala duruyor; bir kısım akademisyen kendi üniversitelerinde söylemediklerini belki Toplumsal Tarih gibi dergilerde daha rahat yazabiliyorlar. Bundan 10 sene evvel Ermeni Soykırımı demek ya da içinde “Kürdistan” lafı geçen bir cümle kurmak zordu. Şimdi daha rahat ancak bu tabii Kürt hareketinin başarısı; soykırım konusu da büyük ölçüde uluslararası kamuoyunun baskısı neticesinde rahatladı. Tabii Türkiye’de de çok çaba gösterenler oldu. 2005'te Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Ermeni Konferansı'nı düzenleyenler arasında bizim yayın kurulumuzdan insanlar vardı. Yine de akademide olması gereken özgürlükçü havanın, temel akademik değerlerin yeterince oturmamış olduğunu düşünüyorum.
Peki 20 yıldır hiç politik baskı gördünüz mü?
Gördük diyemem. Ama NTV Tarih Gezi yüzünden kapatıldı. O zaman Ahmet Kuyaş ile söyleşi yaptık. Yönetimden kimse onlara o zamana dek şunu şunu yazmayın dememiş ama en son sayı hazırlanırken yönetim Gezi dosyasını fark ettikten sonra kapatıyoruz demişler. Doğuş yönetiminin ihale olarak nasıl bir beklentisi varsa daha hükümet söylemeden böyle bir kararı almışlar herhalde. Tarih Vakfı başka bir yer tabii. Arkasında bir sermaye grubu yok, kimsenin böyle bir talebi de yok. Burada işler büyük ölçüde sözünü ettiğim akademisyenlerin ve başka insanların gönüllü emeğiyle yürüyor. Profesyonel olarak çalışanlar da oldukça mütevazı koşullarda çalışıyorlar. Ama sendikamız var. Bu koşullarda kimse bizim kalemizi tutmuyor, onu basmayın bunu basın demiyor, zaten buranın kültüründe böyle bir şey yok. Tabii ki bir değerlendirme yapılıyor ama bu deforme edilmemiş akademik ölçülere göre yapılıyor. Yazıların kaynaklarına bakıyoruz, çıkarılan sonuçların bu kaynaklarla mantıklı bir uyumu var mı gibi sorular soruyoruz. Yapılması gerekeni yapıyoruz.
Karagöz Türk'ü yüceltmenin aracı oluyor
Dergiye 2009'da kapak olan ve bu sene de Peri Efe’nin hazırladığı kitabın konusu olan Karagöz ile ilgili doktora yapıyorsunuz. Modernleşmenin Karagöz'e etkisi nedir?
Karagözün üç temel özelliği var: muhalefet, espri ve taşlama, siyasi hiciv yani. Karagöz’de bugünkü terbiyemizle tahammül etmesi kolay olmayan küfürlü, “tomruklu” bir espri anlayışı vardır, sert bir erkek kültürü. Kontrolü, terbiyesi zordur. Bu anlayış modern zamanlarda değişmek zorunda kalıyor.
Tiyatro ve sinemayla birlikte seyircisi azalmaya başlıyor. Kandil ışığı yerini gaz ve elektriğe bırakıyor. Böylece “hayal” estetiği de biraz azalmış oluyor. Karagöz ustalarının loncaları da daralmaya başlıyor. Ve Cumhuriyet’le gelen o modernleştirici dalgaya direnemiyor. Türk Ocakları, Halkevlerine dönüştürülüyor ve her birinde Karagöz perdesi zorunlu hale geliyor. Baltacıoğlu'nun ve Hayali Küçük Ali'nin metinleri oynanıyor. Bu metinler "Türk öğün çalış" kıvamında şeyler.
Modernleşme Karagöz üzerinden insanlara ulaşmaya çalışıyor. Geleneksel oyunlarda Ermeni, Rum, Kürt vb. vardır, herkes birbirine küfreder, döver; asla resmi bir hava yoktur. Ama Cumhuriyet’ten sonra perdede sadece Türk kalıyor. Kimi geleneksel oyunlarda Çingene olduğu düşünülebilecek Karagöz, Türk’ü yüceltmenin bir aracı haline getiriliyor. Baltacıoğlu'nun metinleri Karagöz’ü çok zorluyor ve Karagöz bu yükü taşıyamıyor. (NV)
Tarih Vakfı Başkanı Bülent Bilmez anlattıTürkiye'de 20 yıl düzenli dergi çıkarabilme başarısının heyecanını yaşıyoruz. Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de ulusun devlet tarafından inşa edilme sürecinde önemli rollerden birini tarih(çilik)oynadı. Başından beri resmi tarihin çok dominant olduğu Türkiye gibi bir ülkede bu tarihe karşı ortaya çıkan (muhalif) tarih anlatıları da maalesef birer ‘alternatif resmi tarih’ anlatısı olarak ortaya çıkıp metodolojik ve epistemolojik olarak genelde benzer sorunlara sahip oldu. Toplumsal Tarih, çıktığı günden itibaren bir yandan eleştirelliği en önemli şiar edinirken diğer yandan bu tuzağa düşmemeye çalışarak hem olgusal hem de analitik düzeyde tarihyazımının revizyonuna ve bu bağlamda Türkiye düşün dünyasına önemli katkı sundu. Başından beri derginin önemli bir özelliği, genç akademisyenler ile önde gelen tarihçileri bir araya getirmesi. Ayrıca önemli tarihçilerin yayın kurulunda görev aldığı bu derginin, akademya ile popüler tarihçilik arasında önemli bir köprü rolü oynadığı da söylenebilir. Bu başarısını, yayın yönetmenlerine, Vakıf yöneticilerine, yayın kurulunda çalışan hocalarımıza, yazarlarına ve sadık okuyucularına borçlu. |