Mevzubahis Romanlarsa, basit bir mahalle kavgasının Romanlara yönelik lince ve sürgüne dönüşmesi 24 saati bulmaz. Mahalle sakinleri ise sanki komşu oğlu cam kırmışçasına “mala zarar vermekten” yargılanır, o da en iyi ihtimal.
Bursa’da da farklı olmadı.
“At pisliği” nedeniyle çıkan kavga, genç bir kadının hafif yaralanmasıyla alevlendi. Sonuç, tüm mahalleli toplanarak Romanların evlerine saldırdı.
“Sizi burada istemiyoruz” sloganları eşliğinde kapı, pencereleri taşlandı. “Alevlenen” olaylar, iki baraka evin, bir aracın ve at arabalarının yakılmasına kadar vardı.
Yetmedi.
Ertesi sabah, beş Roman’ın evi eşyalarını dahi almalarına izin verilmeden “kaçak” bahanesiyle yıkıldı. Belediyeye sorarsanız, yıkımın lincin ertesi gününe denk gelmesi sadece “tesadüf”.
Ancak muhtar daha açık sözlü: “Roman açılımı istiyorlarsa Valinin Başbakanın bahçesinde yapsınlar.”
Peki ne oldu?
Romanlar ve diğer mahalleli, Roman derneklerinin aracılığıyla bir araya geldi.
Mahalleli “pişman” olduğunu ve “galeyana” geldiğini söyledi. Romanlar da linç girişiminde bulunanlar hakkında şikayetini geri çekti. Çekmek zorunda bırakıldı.
Neden?
Çünkü sürgün edilmek istemiyorlar. Selendi’de bin mahallelinin linç ettiği ve yerel yönetimlerin “telkin”iyle başka bir şehre gönderilen Romanlar gibi olmak istemiyorlar. Üç buçuk yıldır devam eden Selendi davasında hala bir ilerleme yok. Biliyorlar ki böyle bir “huzursuzluk”ta ilk gitmesi gereken onlar. İster telkinle, ister teşvikle o da olmazsa yıkımla.
Neyse ki, kamu davası devam ediyor. Savcı hazırladığı iddianamede yedisi tutuklu sanık hakkında “ırkçılık” ya da “nefret” değil “yakarak mala zarar vermekten” 12 yıl hapis istedi.
“Onlar da hırsızlık yapıyor, etrafı pisletiyor” bahanesine sarılmış çok açık bir ırkçılık ve nefret suçu ortada dururken bu cezayla yetinmeli miyiz? Hayır. İşte bu yüzden nefret suçunun Türk Ceza Kanuna girmesi için bu kadar diretiliyor.
Çünkü, barakası yakılan bir kadının can havliyle çocuklarını alarak kaçmasını “yakarak mala zarar vermek” suçuyla açıklamak, komşu oğlunun cam kırması suçu kadar masumane kalıyor.
Peki evleri yıkılanlar ne yapacak?
Ev arıyorlar. Arsa tapulu evlerini yıkan belediye hakkında en azından “kamulaştırma bedeli” alırız umuduyla suç duyurusunda bulundular.
İzmir Roman Derneği Başkanı Abdullah Cıstır’ın dediği gibi “vatandaş kamu ortaklığındaki linçte” onlara sürgün düştü.
Tıpkı kentsel dönüşümde şehrin merkezinden kovulan diğer Romanlar gibi. Sulukule ile simgeleşse de esasen birçok şehirde Roman mahalleleri bir bir yok ediliyor. Yıllardır kurdukları yaşam biçimleri parçalanan, zaten geleneksel meslekleri ortadan kalkan Romanlar boncuk taneleri gibi dağılıyorlar. Bu dağılma Romanlarla ötekilerin de ilk kez karşılaşmasına neden oluyor.
Romanlarla “Roman Havası”ndan ibaret olan tanışıklık, birlikte yaşamaya gelince ritmini kaybediyor.
Bursa’da anlatılanlar bu olayın münferit olmadığı diğer mahallelerde de benzer gerginliklerin yaşandığı yönünde.
“Toprağın ısındığını, suyun coştuğunu, havaya cemrenin düştüğünü en önce ve en yakından sizler hissedersiniz” demişti Başbakan Erdoğan Romanlar için.
Ve “Roman açılımı”nı başlatmıştı tam üç sene önce. Bu süre zarfında eğitim, istihdam, sağlık alanında Romanlar için kayda değer bir iyileştirme olmazken, en temel haklarından biri olan barınma hakları da “dönüşüm”e heba edildi, ediliyor.
Irkçılık ise en masumane haliyle “bizim gibi yaşamıyorlar” cümlesinde kendini buluyor.
Bizim gibi yaşamayan Romanları sadece çiçek satarken, darbuka çalarken görmek, cemrenin düştüğünü sürgün edildikleri mahallelerinden ve bizlerden uzakta hissetsinler istiyoruz. Varsın bize de söylemesinler. (NV)