Türkiye’nin yakın tarihinde yeni bir dönüm noktası ile karşı karşıyayız. Öylesine günler ki içinde yaşadığımız anlar, bir yandan Türkiye’deki iktidar olma ve hükmetme anlayışının hiç değişmediğini göstermesi açısından çok “alışıldık” öte yandan ilk kez iktidar keyfiyetine karşı bu çapta kendiliğinden bir direnişin oluşması anlamında çok yeni ve umut verici. Gezi Direnişi ile başlayan süreç, toplumsal muhalefetin aynı gövdeden kendine yeni dallar doğuran dev bir ağaca dönüşmesine neden oldu.
Taksim ile başlayıp ülkeye yayılan direnişin yaratıcı kimliği, azmi, yeni bir kamusallık inşa eden farklılığı üzerine çok şey söylendi daha da söylenecek. İlham verici özellikleri ile birlikte aksayan yönleri de tartışılacak. Bu yazının meselesi ise direniş cephesini analiz etmeye yönelik değil, iktidar bloğunun tutumuna ve bu tutumun politik olarak denk düştüğü yere dair.
İktidarın Tarihi Hatası
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının ve bizzat Başbakan’ın, Gezi Direnişini ve başka bölgelerdeki direnişe destek eylemlerini kavrayabilme konusunda sınıfta kaldığı aşikar. Bunun en güzel kanıtı ise AKP’nin 15 ve 16 Haziran tarihlerinde (ki bu tarihlerin Türkiye’nin emek tarihi ve sol hafızası açısından değeri malum) Ankara ve İstanbul’dan başlayarak büyükşehir olan tüm illerde miting yapmaya karar vermesi.
11 yıllık iktidar döneminde AKP, görece akıllıca işler kadar büyük hatalara da imza attı ama hiçbiri bu denli büyük bir basiretsizlik ve izansızlık ürünü değildi. Başbakan ve etrafındakiler böyle bir karar almakla meydanlarda polisle başlattıkları savaşı doğrudan yine meydanlara ama bu sefer kendi tabanını kıta’laştırarak taşıma yanlışına imza attı.
Zaten Başbakan’ın Adana ve Mersin’deki konuşmalarından sonra Ankara’ya dönüşü de mitinge çevrildi. Bu toplaşmaların her biri Başbakan’ın sıkça eleştirdiği tek parti döneminin faşizan motifleri ile çevrelenmişti. Hatta bir adım daha öteye gidelim; sahip olduğu teknik donanım ile Erdoğan çok daha “ileri” bir düzeyi tutturmuş halde. Erdoğan’ın bahsi geçen duraklardaki konuşmaları ise iktidarın siyaset ve hükmetme zihniyetini bir kez daha göstermesi açısından manidar.
Yeni Düşman Bulundu Hayırlı Olsun
Hem başbakanın hem de AKP’nin ileri gelenlerinin Gezi Direnişi ile başlayan sürecin kendi iktidarlarını devirmek için girişilmiş bir komplo olarak niteleme konusunda en ufak bir şüpheleri olmadıkları kesin. Böylesine kendi dinamikleri ile büyüyen ve gelişen, bizzat içinde olan bizim gibi aktörler için dahi sürprizlerle dolu bir direnişi, önceden tertiplenmiş, planlanmış bir saldırı şeklinde tasavvur etmek bir iktidar patolojisi olsa gerek.
Başbakan mitinge “şaşırtıcı” biçimde dönüştürülen halka seslenişlerinde yeni azmettiriciyi faiz lobisi olarak tarif etti. Bizler Soğuk Savaş gramerinde ve onun etkisinin sürdüğü on yıllarda “dış düşmanları” ülke ismi olarak duymaya alışığız. Neoliberal düzenin partisi AKP, “dış düşmanları” da neoliberal müktesebatın içinden seçerek sisteme ne kadar uyum sağladığını kanıtlamış durumda.
Direnişi İtibarsızlaştırmak
İktidar kendisinden yana olan ile muhalif olanı bilmek ve haritalandırmak ister. Bilmek, onun için varoluşsal bir meseledir. AKP iktidarı için “muhalifler” listesi bu zamana kadar çok netti. Kemalistler, sosyalistler, Kürt politik hareketi… Muhaliflerin kendi aralarındaki çekişmeden yararlanmak ise iktidarın ayakta durma stratejilerinden biriydi yalnızca.
Gezi direnişi “muhalif” listesini de yerle bir etti. “Bir şeyden anlamaz” dedikleri, iktidarın “millet iradesi”, ekonomik büyüme propagandasına “eyvallah çektiklerine inandıkları da direnişin parçasıydı. Üstüne üstlük ortaokul lise çağındaki gençler, hani iktidarın “edepli” olması için 4+4+4 gibi “dahiyane” projeler ürettiği gençler baş aktördü. Şefsiz, lidersiz, örgütsüz müthiş bir direnişin özneleri onlar.
İlaveten AKP’nin uzlaşamaz dediği muhalif gruplar da birkaç istisnai olay dışında yan yana. Bu durumun içerdiği riskler bu yazının konusu değil ama işte neticede iktidarın muhalif olanı ve ne yapacağını kestirme gücü erozyona uğradı.
Başbakan dahil AKP’lilerin ve onlarla birlikte hareket eden medyanın tüm muhalefeti itibarsızlaştırma girişiminin karikatür halleri bu panikten kaynaklanıyor. Camide içki içtiler, alkol sınırını aştılar, başörtülü kadınlara saldırdılar gibi kendi tabanında karşılığı olan ama direnişin özü ile ilgisi olmayan savları tekrarlamaları bundan. Sosyal devleti tasfiye eden, kamu mallarının talanından siyasi rant elde eden bir iktidarın, belediye otobüsü, polis otosu üzerinden kamu malını tahrip ettiler çıkışı çok ironik ancak tıpkı yukarıdaki argümanlar gibi tabanında alıcısı var. Gazeteci ve sanatçı yuhalatmak ise herhalde bir Başbakanın düştüğü en hazin tabloların başındadır.
Erdoğan ve kayıtsız şartsız ona destek veren kimi AKP’li siyasetçiler, direnen kitlelerin “masum ama kandırılmış” olarak tasvir ettiği kısımlarını ise vefasızlıkla suçluyor. İktidarın icraatları (şu kadar ağaç diktik, şuradan su getirdik, Haliç’i temizledik vs.) üzerinden isyan eden nesilleri nankörlükle suçlamak, bizzat başka bir iktidar zaafının göstergesi. Tatmin edici siyasi argüman geliştiremeyen Erdoğan ve AKP, geçmiş performansını öne sürerek meşruiyetini yenilemeye çalışıyor ama beyhude.
Kamusalı Boğmak
Başbakanın “en büyük Türk demokratı” olduğuna inanan kalem ve makam sahipleri sürekli olarak kendisini yüceltirken Başbakan’ın demokrasi ufkunun seçimlerle sınırlı olduğunu bu vesile ile bir kez daha gördük. Siyasetin ve kamusal alanının sınırlarını genişletmekle övünen Erdoğan tüm meşru siyaseti seçimlerde oy kullanmaya indirgeyerek ve kamusal alanı kendi taraftarları üzerinden boğarak politikanın imkânını zora sokuyor.
Başbakan sürekli bir biçimde gözdağı verme gereği duyuyor ve bunu yaparken dini referanslara daha sık başvuruyor. Tekbir sesleri arasında siz gerektiğinde had bildirirsiniz diyen bir ismin “ben 76 milyonunun Başbakanıyım” demesi kimi ikna edebilir ki?
Şimdi tüm bu manzaraya bakarak önümüzdeki günlerin çok zor geçeceğini öngörmek müneccimlik değil. İktidarın yaptığı manevralar, aslında onların çoğunlukçu ve otoriter doğası kadar kitlesini istim üzerinde tutma telaşını da içinde barındırıyor.
AKP’nin bu süreçteki beceriksizliği ve çektiği tepkiler, iktidarın saldırganlığını arttırıyor. Başbakan ve partisi üslubu ve kışkırtıcı tavrı ile siyaseti sokaklarda bitirme peşinde olabilir. Ama unutulmaması gereken böyle bir tercih önce kendi acziyetinin kabulü ve iktidarının sonudur. (GGO/EKN)