İzmir, giderek artan kitlesi ile Cumhuriyet Mitingleri'nden farklı bir bütünlük sergiliyor.
Bu bütünlük, İstanbul, Ankara ya da Eskişehir'dekinden çok farklı değil. Farklı toplumsal gruplar bir arada politik talepler dile getiriyor. Belki de en büyük ayrışma bu noktada başlıyor.
İzmir'de direniş, Taksim'deki hareketin uzantısı olarak 31 Mayıs'ta Gündoğdu'da kalabalık bir grubun katılımı ile başladı. Direnişin ilk günü diğer günlere kıyasla, Basmane'deki olaylar dışında polis müdahalesine maruz kalmadan gerçekleşti. Polisin kontrolsüz güç kullanımı diğer günlerde giderek etkisini arttırdı ve bu durum kitleyi daha da politize ederken aynı zamanda örgütlülüğü bölmeye de başladı.
Sivil polislerin provokasyonu, İzmir'deki direnişin etkisini özellikle kitlesel bir şekilde göstermesini engelledi. Asıl toplanma yeri olan Gündoğdu'daki direnişçiler, düzenli olarak Basmane ve Lozan Bölgesi'ne mobilize edildi. Bu durum, direniş grubunu böldü ve polisin müdahalesini kolaylaştırdı.
Kalabalık ve örgütlü bir mücadele sergileneceği düşünülen 3 Haziran Pazartesi günü, direnişçiler özellikle akşam 22:00'a kadar kalabalık bir şekilde Gündoğdu alanındaydı; fakat grup giderek farklı noktalara dağıldı. Gündoğdu'da çok ufak bir kitle direnişin politik ruhuna tamamen uzak şekilde alanda kaldı. Bu gelişmelerin yanında, Gündoğdu dışında özellikle Karşıyaka ve Bornova'da da görünür bir kitle direnişe katıldı. Önceki gün AKP Karşıyaka ilçe binasında çıkan yangının ardından, bugün de polis tazyikli su ile Karşıyaka'da müdahalede bulundu.
İzmir'de gündüz ve gece arasında ciddi bir fark olduğunu söylemek yersiz olmaz. İzmir sokakları, gece saatlerinde polisin artan müdahalesine tanık oldu. Özellikle, polisle işbirliği içerisinde olan eli sopalı bir grubun sürece katılması ile birlikte gece saatlerinde sokak aralarında kovalamacalar başladı ve birçok insan şiddete maruz kaldı. Polis şiddetinden kaçarak apartmanlara ve barlara sığınan direnişçiler, polisin apartmanları arama müdahalesi ile karşılaştı.
Direnişin üçüncü gününde polis birçok kişiyi gözaltına aldı. Dördüncü gün sendikaların da katılımı ile daha da kalabalıklaşan Gündoğdu'da, sendikaların belirli bir saatten sonra alandan ayrılması sonucu barikat bölgelerindeki durumlar değişti. Aynı zamanda örgütsüz gruplar Lozan Kapısını yakmak gibi provokatif eylemlere karışarak grubun kitlesel gücünü dağıttı.
Mekansal- sınıfsal ayrışma
Direniş alanını sınırlandıran ve polis müdahalesini engelleme amaçlı oluşturulan barikatlar ya da direnişçilerin deyimi ile cepheler, tam anlamıyla toplumsal ayrışmayı yansıtıyor. Bastırılmış ya da sömürülmüş grupların başını çektiği barikat alanları, direniş bölgesindeki mekansal ve sınıfsal ayrışmanın merkezini oluşturuyor.
Barikat bölgesini oluşturan insanlar belki ilk düşündüğümüzde daha cesur olanlar; fakat buradaki direnişçilerin çoğu taraftar kitle ya da küçük çaplı radikal gruplardı. Barikattakilerin çoğu erkekti ve ne orta sınıf ne de üst sınıftı. Direnişin içinde net bir şekilde formüle edilemese de politik ayrışmalarla birlikte buna benzer sınıfsal ayrışmalar ve farklı tabakalaşmalar yaşandığı da gözleniyordu.
"Tomaların üstüne doğru el ele tutuşup koşuyoruz"
Alanda duyduğumuz "Tomaların üstüne doğru el ele tutuşup koşuyoruz" sözü bu sürecin ortak bir politik kültürün oluşumuna katkı sağladığını gösteriyor. Aynı zamanda politik kültürler bazı noktada birbirleriyle uyum sağlasa da direnişte örgütsüz bir ruhun oluşmasının nedenlerinden biri.
Bir grup, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganını atarken; diğer grup "İsyan, Devrim, Anarşi" sloganını atıyordu. Birçok yazar, direnişteki bu çeşitliliği savundu ve destekledi. Bizler de karşı devrimci bir söylem üretmekten çekinerek sormak istiyoruz ki bu ayrışma İzmir'de bir arada olmaya engel olarak da okunabilir mi?
Dayanışma alanları polisin sıktığı gazlar karşısında direnişçilerin birbirlerine yardım etmesi üzerine kuruluyor; fakat bu dayanışma etkili bir eylem planı oluşturmakta yetersiz kalıyor. Bu noktada sorulması gereken soru; İstanbul'daki direnişçilerin örgütlülüğü neden İzmir'deki direnişten daha etkiliydi?
İstanbul'da organik bağın yetersiz olduğu düşünülmekle birlikte, günlerdir sergilediği direniş örgütlülüğün ne kadar güçlü olduğunu kanıtlar nitelikte. Kullanılan şiddet ve gaz oranı grubun organik bütünlüğünü arttırırken İzmir'de giderek etkisini yitiren bir muhalefete dönüştü.
Hiç şüphesiz buradaki ayrışmanın nedeni İstanbul'daki sol grupların ve toplumsal muhalif grupların motive edici gücünün daha fazla oluşuydu. İzmir’de ise aynı resim yıllardır kendini Kemalizm üzerinden gösteriyor. Bu noktada Kemalizm'in ezberlettiği statükocu gelenek muhalif sesin oluşamamasında oldukça etkili.
Şu ana kadar ki süreçte, İzmir'deki direniş, örgütsüz ve dağınık görünüyor. Niceliksel olarak güçlü bir direniş grubu var; fakat bu grup birbirinden çok kopuk ve radikal bir değişim yaratmaktan çok uzak. Bu durum, özellikle polis müdahalesi başladığı anda ortak bir direniş gösterilememesinin nedenlerinden.
Her fırsatta söylenildiği gibi Gezi Parkı üzerinden başlayan bu direniş, toplumsal bir dışavurumu ifade ediyordu. Bu noktada da artan otoriter yönetim, bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ve kendini toplumsal hayatın birçok noktasında hissettiren uygulamaların reddine dair politika geliştirmek için direnişin yarattığı bu hava temel oluşturabilir nitelikte. Çünkü bu direniş, dile getirilmek istenen talepleri net bir şekilde ifade etmenin yollarını geliştiremedi. Özellikle İzmir'de ki sloganlar gösteriyor ki direnişin sebebi laikliğin korunması ve "İzmir'li" olma hali üzerinden kurgulanan kimliğin devamı üzerinden şekilleniyor. Oysa ihtiyacımız olan daha bütüncül ve toplumsal özgürlüğü tamamıyla getirecek bir yaklaşım.
Bu direnişe yüklediğimiz anlam belki doğrudan içeriği ile uyuşmuyor fakat etrafımızı saran bu hareketlilikten ilham alabileceğimiz çok fazla nokta var.
Direnişe bin selam. (BÇ/MF/ÇT)
* Fotoğraflar: KameraSokak