Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı geçtiğimiz ay Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın katıldığı bir toplantı ile basına ve kamuoyuna açıklandı. Deprem ve yapılan çalışmalar gündemi öncelikli olarak meşgul etmiş olsa da, insan eliyle yaratılan travmanın boyutları ve psiko-sosyal destek çalışmalarının durumu bize bir kez daha ruh sağlığının önemini ve bu alanda toplum temelli bir perspektif geliştirme gerekliliğini hatırlattı.
Akdağ'ın açıkladığı eylem planında hastane temelli ruh sağlığı modeli yerine hastane ve toplum arasında denge sağlamayı amaçlayan modelin benimsendiği iddia ediliyor. Şimdiye kadar hâkim görüş olan biyolojik temelli bakış açısının yerine rehabilitasyonu da dâhil eden toplum temelli bir bakış açısının tercih edildiği belirtilmiş.
Bu doğrultuda ruh sağlığı alanında çalışan sayısının artırılması, akılcı ilaç kullanımının teşvik edilmesi, yatak sayısının arttırılması, aile hekimlerinin bu konularda eğitilmesi, büyük akıl hastanelerinin küçültülüp, devlet hastanelerinin bünyesinde psikiyatri kliniklerinin oluşturulması ve Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinin kurulması planlanıyor.
Yapılması planlanan bu değişikliklerin birçoğu ilk bakışta kulağa iyi gelse de, hastane ve toplum arasında denge kuracağını iddia eden bu planın, bu dengeyi ülkemizde var olan sosyal güvenlik ve sağlık sistemiyle nasıl kuracağı bizim için temel bir soru. Örneğin, sağlık hizmetini bir hak olmaktan çıkarıp alınır satılır bir piyasa hizmeti haline getiren sağlıkta dönüşüm projesi dahilinde, hastaların yeni açılacak olan bu kurum ve rehabilitasyon merkezlerinden nasıl yararlanacağı oldukça belirsiz.
Bu planın sağlıkta dönüşüm projesi ile uyumlu olacağını düşünürsek, verilecek olan tüm hizmetlerin prim ve katkı payı adı altında ücretlendirileceğini, kurulacak olan yeni merkezlerde çalışacak olan ruh sağlığı personelinin iş güvencesinin olmayacağını tahmin edebiliriz. Zira deprem gibi toplumsal afet durumlarında dahi sağlık hizmetinin ücretlendirildiğini biliyoruz.
Plan dâhilinde psikolog sayısının artırılacağı söylense de, ruh sağlığı çalışanları arasında önemli bir grup olan psikologların henüz bir meslek yasasının olmadığını ve psikologların aktif çabalarına rağmen bu yasanın senelerdir çıkarılmadığı da bir gerçek. Psikolojik müdahale sağlığın diğer alanları gibi pazar değeri olan bir hizmet gibi algılandığı sürece yasaya dair ümitlerimiz de az.
İlaç şirketlerinin pazar payı ve anti-depresan ilaçların en sık kullanılan ilaçlar listesinde ikinci sırada olduğu düşünüldüğünde, toplumcu bir perspektifin akılcı ilaç kullanımını teşvik etmekten fazlasını yapması gerektiği açık. Böyle bir bakış açısı ruh sağılığı ile ilgili rahatsızlıkların sadece biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal olgular olduğunun kabul edilmesini ve psikologların meslek yasalarının çıkarılmasını gerektirir.
Eylem planının toplum temelli olmadığının diğer bir göstergesi de, ruh sağlığı alanında yapılması öngörülen değişikliklerin çoğunun hastalıklara müdahale ve müdahalenin biçimi ile ilgili olmasıdır. Bize göre, ruh sağlığı alanında toplumcu olma iddiası taşıyan bir plan sadece tedaviyi değil, hastalığı önlemeyi de içermeli.
Hastalığı önlemek toplumsal anlamda psiko-sosyal refahı gözetmek, temel hak ve özgürlüklere saygı duyulmasını ve sosyal adaletin var olmasını savunmak anlamına gelir. Böyle bir duruş, yaşadığımız baskıcı ortamı, eşitsizlikleri, hak ihlallerini, işsizliği, güvencesizlik gibi önemli sorunları gündemleştirmeyi ve onlarla mücadele etmeyi içerir. Dolayısıyla bu bozuklukların yaygınlığının azaltılmasına dair herhangi bir çaba kişiyi, ülkeyi, şirket zihniyetiyle yönetmeye çalışan hükümet politikalarının karşısına konumlandırır.
Sağlık Bakanlığı öncülüğünde hazırlanan bu raporda sosyal ve ekonomik adaletsizliğe, AKP politikaları doğrultusunda her alanda yaşanan hak gasplarına değinilmesini beklemiyoruz, ancak bu eylem planının toplum temelli olma iddiasını da gerçekçi bulmuyoruz.
Bizce toplumu hasta eden koşullara değinmeyen, önlemeyi değil müdahale etmeyi amaçlayan ve sağlık çalışanlarının mesleki haklarını tehdit eden bir planın toplum temelli olma iddiası tartışmalıdır. Bu nedenle, duyarlı meslektaşlarımızı psikoloji biliminin toplumsal işlevi açısından politik olduğunu kabul eden, eşitlikçi, özgürleştirici ve toplumcu bir teori ve pratik inşa etmeye çağırıyoruz.(GS/ZG/ÇT)
---------
* Güneş Sevinç ve Zeynep Gülüm, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği üyesidir.